GİRİŞ
Dünya üzerinde insan toplulukları milletler halinde, ayrı ayrı devletler halinde yaşıyagelmişlerdir. Bugün de, dünya üzerinde birçok devletler bulunmakta ve bunların yönetiminde birbirinden; sosyal ve fizik yapı itibariyle, tarih itibariyle farklı milletler yaşamaktadır. İnsanlığın ahengi ve tarih boyu meydana getirdiği medeniyetler, ayrı ayrı milletlerin birbirleri arasında yaptıkları yarışmaların birbirlerine tesir ederek, birbirlerine birçok yeni fikirler vererek, yeni görüşler vererek, gerek kültür alanında, gerek ilim alanında alış veriş yapmaları sonucunda, insanlık tarihinin çeşitli ileri medeniyetleri meydana gelmiştir.
Ayrı ayrı milletlerin kendi özelliklerinden kuvvet alarak giriştikleri yarışmalar, mücadeleler insanlık tarihinde sıçramalara da sebep olmuştur. İnsanlığın medeniyet tarihinde yeni çağların açılmasına, yeni gelişmelerin meydana çıkmasına da sebep olmuştur.Birçok farklı iddialara rağmen, dünya üzerindeki gerçek böyle olmaya devam etmiştir. Bugün de Enternasyonalizm iddiası arkasında bir takım farklı rejimlerle ortaya çıkmış olan milletlerin, devletlerin uyguladıkları politika ve takip ettikleri tutum kendi iddialarını fiilen yalanlamış bulunmaktadır. Bunun en açık misallerini komünist memleketlerin birbirleriyle olan münasebetlerinde ve tutumlarında görmekteyiz. Meselâ; ilk başlangıçta Yugoslavya ve Sovyetler Birliği arasında patlak vermiş olan anlaşmazlık ve daha sonra komünist dünyanın iki büyük devleti olan Çin - Rusya arasında meydana gelen anlaşmazlık bu görüşü ortaya koymuştur. Bu devletlerin hepsi Marksist felsefeyi benimsemiş ve komünist bir rejim kurmak iddiasında bulunmuş olmalarına rağmen, Enternasyonalizm'i esas aldıklarını ilân etmiş bulunmalarına rağmen, dünya proletarya işbirliği iddialarını ileri sürmelerine, rağmen, birbirleri ile kanlı bıçaklı olacak derecede anlaşmazlığa düşmüşlerdir.Bugün Sovyetler Birliği ile Komünist Çin sınırı boyunca her iki tarafın, sayısı milyonları aşan ordularını birbirlerine karşı yığdıkları herkes tarafından bilinmektedir. Her iki devlet birbirlerine karşı bir savaş hazırlığı yapmaktadırlar. Sık sık birbirlerini ağır ithamlarla suçlamaktadırlar ve bu davranışları bir gün bir savaşa müncer olacak olur ise bunda hiç kimse şaşırmayacaktır. O halde milliyetçiliği inkâr eden ve Enternasyonalizm'i ileri süren, dünya proletarya işbirliğini ileri süren, Marksizm'i benimsemiş, aynı rejim altında yaşayan bu milletlerin, bu devletlerin birbirleriyle anlaşmazlığının sebebi nedir?Bu sebep dünyanın kurulduğu günden beri değişmemiş olan faktördür. O faktör de milletlerin kendi millî menfâatlerini sağlama gerçeğidir. Rus milleti bir ucu Büyük Okyanus'ta, diğer ucu Avrupa ortalarında bulunan büyük bir imparatorluk kurmuştur. Bu imparatorluğun içinde Rus olmayan birçok milletler, köle toplumlar olarak bulunmaktadır. Bu imparatorluğun doğu ve doğugüney parçaları eski Çin devletinin topraklarıdır. Bu toprakları Komünist Çin, Sovyetlerden istemektedir. İkisi de komünist olduğuna göre, kardeş rejim içinde yaşadıklarına göre; ve Mao'nun Komünist Çin'i Sovyetlerden, eski Çarlık Rusya’sının eski Çin imparatorluğundan kuvvet kullanarak almış olduğu, zaptetmiş olduğu Çin topraklarının tekrar kendisine geri verilmesini istemiştir. Bu istek Sovyetler Birliği tarafından reddedilmiştir ve her iki tarafın arasında meydana gelmiş olan gerginliğin, anlaşmazlığın ana sebebi budur. Yani millî menfaatlerin çatışmasıdır. Çin kendisinden Çarlık Rusyası zamanında sömürgeci bir politikanın neticesi olarak Çarlık Rusya ordularının işgal ederek zaptettiği, kopardığı Mançurya gibi, Moğolistan gibi topraklarını geri istemektedir. Çarlık rejimine karşı olduğunu, Çarlık Rusya politikasın kabul etmediğini iddia etmiş olmasına rağmen komünist Rusya, Çin'in bu isteklerine karşı çıkmakta, bu toprakların kendisine ait olduğu iddiasını ileri sürmektedir ve topraklarını korumak için de Çin sınırı boyuna bir milyondan fazla Rus askerini atom nükleer başlıklı Rus füzelerini yerleştirmiş bulunmaktadır. Komünist Çin de kendi topraklarını korumak, bir saldırı karşısında kendisini savunmak üzere aynı şekilde Rus sınırına milyonu aşan sayıda Çin askerlerini ve Çin silâhlarını yığmış bulunmaktadır. Bu gerçekler baştan söylemiş olduğumuz dünya realitesini açıkça gözlerimizin önünde yeniden canlandırmaktadır.O realite nedir? O realite de dünya üzerinde insanlar millet toplulukları halinde yaşamaktadırlar ve milletlerin arasında devamlı bir yarışma, devamlı bir mücadele vardır. Bu mücadelenin, bu yarışmanın temeli her milletin kendi millî menfaatleridir. Her millet kendi milletini ileriye götürmek, yükseltmek, ahlâkta, maneviyatta en üst düzeye çıkarmak, iktisatta, refahta dünyanın en refahlı toplumu haline getirmek çabası içindedir. Bu çabasını, başka milletlerin zararına olsa da, başka milletlerin sırtından olsa da sürdürmektedir. Milletlerin birbirlerinden lütuf bekleyerek, birbirlerinden merhamet ve şefkat umarak yaşamaları mümkün değildir. İnsanlar gibi milletler de kendi güçlerine ve kendi çatışmalarına güvenmek zorundadırlar. Bir milletin çıkarlarını koruyabilmesi ve kendi insanlarını refahlı, huzurlu, güven içinde yaşatabilmesi her şeyden önce kendisinin çalışmasına ve güçlü olmasına bağlıdır. Dünya üzerinde çok eskiden beri hüküm sürmüş olan ilke, kanun bugün de yine hükmünü sürdürmektedir. Bu ilke, bu kanun milletler arasındaki münasebetlerde “Hak kuvvetindir’’ kanunudur. Haklı olanın kuvveti yoksa, hakkını alması, hakkını saydırması mümkün olamamaktır. Eski çağlar da mümkün olamamıştır. Bugünkü dünya üzerinde de mümkün olamamaktadır.Gerçi insanlar, milletlerarası münasebetlerde, kişilerle devletler arası veyahut kendi devleti arasındaki münasebetlerde hakkı ve hukuku ha kim kılmak için, adaleti hakim kılmak için birçok ileri adımlar atmışlardır. İnsan Hakları Beyannamesi ilân edilmiştir ve Birleşmiş Milletler Teşkilâtı kurulmuştur. Birleşmiş Milletler insan haklarının teminat altında bulundurulması için gayret göstermektedir. Fakat bütün bu ileri adımlara rağmen, yine de dünya üzerinde “Hak kuvvetlinindir’’ ilkesi hükmünü yürütmektedir. Bunun canlı ve acı misallerini çok uzağa gitmeden, geçmiş üç beş yıl içindeki olaylarda görmeden, geçmiş üç beş yıl içindeki olaylarda görmemiz mümkündür. Bunlardan birisi Pakistan'la Hindistan arasında birkaç yıl önce meydana gelmiş olan savaştır. Bu iki devlet arasında müzakere yoluyla, barış yoluyla anlaşmazlıkların giderilmesi mümkün iken ve bu yolun uygulanması gerekli iken, Hindistan kendi gücüne güvenmiştir ve Pakistan'a karşı üstün olan Silâhlı Kuvvetlerini kullanmıştır. Pakistan kendisini korumak için, topraklarını korumak için, haklarını korumak için Birleşmiş Milletlerden yardım istemiştir. Birleşmiş Milletlere başvurmuştur, diğer kendisine dost memleketlere, anlaşmalarla bağlı bulunduğu devletlere başvurmuştur, fakat hiç bir taraftan yardım görememiştir.Ve Birleşmiş Milletler de Pakistan'ın Hindistan’dan tarafından saldırıya uğramasını önleyememiştir. Bunun gibi başka misaller de vardır. Diğer misaller de : İsrail ve Araplar arasında meydana gelen savaşlardır. Bunu daha çoğaltabiliriz. Başka memleketlerde meydana gelen başka savaşlar da vardır. Bütün bunların hepsi, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı'nın kurulmuş olmasına rağmen, İnsan Hakları Beyannamesi'nin ilân edilmiş bulunmasına rağmen, bugün de dünya üzerinde değişmeyen realite olarak hakkın ancak kuvvetle savunulabileceği, ancak kuvvetimiz olduğu takdirde haklarımızın korunmasının mümkün olabileceği realitesidir. Bu gerçeği ortaya koyduktan sonra Türkiye'mizin durumunu incelemekte yarar görüyorum.
Dünya üzerinde milletler arasındaki münasebetlerde değişmeyen katı gerçek hak kuvvetindir ilkesi olduğunu söylemiştim. Türk milleti kişi olarak ve toplum olarak tarih boyu yaşadığı her çağda, hakkı ve adaleti birinci planda tutmuştur. Bugün de Türk milleti olarak biz, hakkın kuvvetin olması, kuvvetin emrinde olması görüşüne karşıyız. Türk milleti olarak biz daima adaletin ve hakkın, hukukun her şeyin üstünde yer alması görüşünde bulunan insanlarız. Büyük Atatürk'ümüz, Kurtuluş Savaşı'na başlarken hak kuvvetindir ilkesine karşı bu âlemde elbette bir hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir, üstünde olmalıdır ifadelerini de kullanmıştır. Bizim millet olarak daima hakkı tutmamız, adaletten yana olmamız ve hakkın, hukukun, kuvvetin üstünde yer almasını istememiz, kuvvetin hakkın ve hukukun emrinde bulunmasını istememiz ve bunu doğru görmemiz dünya üzerindeki realiteyi değiştirmeye yetmez. Bizim iyi niyetimiz doğru görüşümüz dünya üzerinde binlerce yıl hüküm sürmüş olan ve bugün de hüküm yürütmekte olan bu kaba, çirkin gerçeği değiştirmeye yetmez. Atatürk de, elbet bu âlemde bir hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir, kuvvetin üstünde olmalıdır, demiş olmasına rağmen, mazlum Türk milletinin haklarını kabul ettirebilmek için kuvvet meydana getirmeye ve kuvvet kullanmaya mecbur kalmıştır. Teşkil ettiği millî kuvvetlerle yeniden teşkilâtlandırdığı, kurduğu Türk Silâhlı Kuvvetleri'yle düşman silâhlı kuvvetlerini ezmedikçe Türk milletinin haklarını hiç kimseye kabul ettirememiştir. Bu sözlerimle bizim millet olarak gençlerimizin, aydınlarımızın kuvvetten başka hiç bir şeyi tanımamaları, kuvvete tapmaları görüşüne karşı olduğumuzu anlatmak istiyorum. Biz her şeyden evvel hakka, adalete saygılı ve hakkın, hukukun hakim olacağı bir toplum düzeni istediğimiz gibi hakkın hukukun ve adaletin gölgesiz bir şekilde hüküm süreceği bir dünya nizamı kurulmasını da istemekteyiz. Bütün milletlere, bütün insanlara sadece hak, hukuk ve adalet esasları ile muamele sağlayacak münasebetleri bu esasa göre yönetecek bir düzenin kurulmasını istemekteyiz. Böyle bir düzenin gelmesini dilemekteyiz. Fakat bizim bu iyi niyetlerimiz, bu iyi dileklerimiz, bugün yeryüzünde hükmünü icra etmekte olan hak kuvvetindir ilkesini değiştirmeye yetmemektedir. Bunu değiştirebilmemiz için de, millet olarak bizim güçlenmemiz, kalkınmamız, güçlü sözünü gerektiği zaman her yerde kabul ettirebilecek bir varlık haline gelmemizle ancak mümkün olur.