ŞÜKÛFE NİHAL BAŞAR
01 Ocak 1970
Şükûfe Nihal Başar (1896 - 1973) Öğretmen, Şair, Yazar
1896'da İstanbul'da doğdu. Eğitimine özel hocalardan ders alarak başladı. İstanbul Darülfünun'u Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü'nden mezun oldu. Uzun süre İstanbul Kız Lisesi'nde coğrafya ve edebiyat öğretmenliği yaptı. 1973'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Başlangıçta Tevfik Fikret'in etkisindearuz ölçüsüyle şiirler yazarken zaman içinde Milli edebiyat akımının ilkelerine uygun olarak hece ölçüsünü kullanmaya başladı. Devrinin tüm şairleri gibiEdebiyat-ı Cedide, Fecri Ati ve Milli edebiyat akımı arasında sıkıştı kaldı.
Güneş, Varlık, Aydabir, Çınaraltı, Şadırvan gibi dergilerde yayınlanan ve çoğu hece vezniyle yazılmış şiirlerinde lirizm ve kadınsı bir içtenlik dikkat çeker. Milli uyanış hareketi içinde de yer aldı, Fatih mitinginde etkileyici bir konuşma yaptı. Türk Kadınlar Birliği'nin kurucuları arasındadır.
Şükûfe Nihal Başar'ın Eserleri
ŞİİR:
• Yıldızlar ve Gölgeler (aruz'la yazılmış şiirler 1919)
• Hazan Rüzgarları (1927)
• Gayya (1930)
• Yakut Kayalar (1931)
• Su (1933)
• Sıla Yolları (1935)
• Sabah Kuşları (1943)
• Yerden Göğe (1960)
• Şükufe Nihal / Şiirler (1975, ölümünden sonra toplu şiirler)
ROMAN:
• Renksiz Istırap (1928)
• Yakut Kayalar (1931)
• Çöl Güneşi (1933)
• Yalnız Dönüyorum (1938)
• Domaniç Dağlarının Yolcusu (1946)
• Çölde Sabah Oluyor (1951)
ÖYKÜ:
• Tevekkülün Cezası (1928)
GEZİ NOTLARI:
• Finlandiya (1935)
Şükûfe Nihal Başar'ın Şiirlerinden Örnekler
DUYMAYAN KADINA
Topla eteklerini yerlere sürünmesin
Rüzgara cilvelenen tülleri görünmesin
Köşede kar içinde can veren çocuklar var...
Süzülerek çıkarken bir barın kapısından
Haberin yok yurdumun eleminden, yasından
Köşede kar içinde can veren çocuklar var...
Yerlere pırıltılar aksederken dizinden
Karlar göz göz olmuştur bir gözyaşı izinden
Köşede kar içinde can veren çocuklar var...
Tahammülüm yok artık çiçeklere, tüllere
Yükselen gururunla indir başını yere
Köşede kar içinde can veren çocuklar var...
SEVGİLİ KAMERE
Sana dikkatle baktığım o gece
Sarışın bir likayı hicrandın
Süzülürken semâların ince
Tüllerinden elemli bir yadın
Kaldı kalbimde sanki sen nakâm
Bir kadından şifası pek mevhum
Ruhı sâfında titreyen âlâm
Anlaşılmaz müebbeden mektum
Seneler geçti, ben de bir gün âh
Sarışın ay, senin gibi soldum
İlkbaharımda bak harab oldum
İki hemşire hazanız biz
Her gece birleşirse derdlerimiz
Gömülür mü melâli ömri siyah SU
Kalbinden kalbime akan bir sesdi
Akşam gölgesinde çağlayan o su
Sesini en tatlı yerinde kesdi
Bizi sonsuzluğa bağlayan o su
O su, bir sır gibi mırıldanırdı
Göğsünde bir sarı ay yıkanırdı
Bizi Leylâ ile Mecnun sanırdı
Gamlı yolumuzda ağlayan o su
Sessiz ruhumuzu o bestelerdi
Bize "Unutalım dünyayı" derdi
Bir aldı sonunda verdi bin derdi
Bizi bizden fazla anlayan o su
Şimdi ne akşam var, ne ses, ne dere
Yolumuz ayrıldı başka ellere
Benzetti bizi bir kırık mermere
Ruha zehir gibi damlayan o su
Kalbinden kalbime akan bir sesdi
Akşam gölgesinde çağlayan o su
Sesini en tatlı yerinde kesdi
Bizi sonsuzluğa bağlayan o su
ÇOBAN NİNE
Bu tarlada doğmuştu, burada büküldü beli;
Hiç durmadan uludu bahtının kara yeli;
O, yerinde oyuldu bir çınar vakariyle...
Er verdi, evlat verdi tükenmeyen cenklere;
Hastalıkla, kıtlıkla kaç torun gömdü yere;
Saçı bir örnek oldu dağların kariyle...
Kimi vardır şu yurtta yetmiş yıllık ömrünün?
Ardında sürünerek üç koyunluk sürünün
Allahıyla baş başa kalmıştır Çoban Nine.
Bir sır gibi derindir karanlık bakışları;
Gönlünde birdir ömrün baharları, kışları;
Çekmiş ummanlar gibi her derdi sinesine.