OHAL mi, oha mı?
Ali Sirmen 01 Ocak 1970
Darbe girişiminin üstünden bir buçuk aydan fazla geçti. Birçok şeyin açığa çıkmasına karşın, birçok şey de aydınlığa kavuşturulamadı. Bütün açıklananlara rağmen, devletin her kurumuna sızanların, devlet içinde karar mekanizmasının direksiyonunda bulunanlardan kimlerin desteğini aldıkları, işbirliğini sağladıkları tam olarak belli olmadı; olacağı da yok gibi görünüyor. Hakeza darbe gecesinin birçok ayrıntısı öğrenildiği halde, devletin bütün kurumlarına sızmada bu kadar başarılı olanların, böylesine naif bir planlama ile hareket etmeleri ve son darbede böylesine başarısız olmalarındaki esrar bir türlü aydınlanmadı.
Bütün bu nedenlerden dolayı da 15 Temmuz’da gerçekten bir darbe teşebbüsü olup olmadığı hâlâ tartışılıyor, hâlâ kimileri, bunun dikta girişimlerine bahane olması için tasarlanmış bir düzen olduğuna inanmayı sürdürüyor.
Oysa bu soru artık anlamını yitirmiştir.
Şimdi sorulacak olan Romalılardan beri sorulmakta olan şu evrensel sorudur:
- “Cui bono?” (Kime yarar?)
Darbe girişimi düzmece olmayıp, gerçek olsa bile sonuç değişmiyor.
Çünkü eğer düzmece olsaydı, kime yarayacak idiyse, gerçek olduğunda da aynı kişilere veya kişiye yaramıştır.
***
15 Temmuz olayının demokrasiyi rafa kaldırmak, devlet kadrolarını kendi adamlarıyla doldurmak, kuvvetler ayrılığı ilkesini başını uzun süre doğrultamayacak biçimde ezmek, hukukun temel ilkelerini ayaklar altına almak isteyenlerin ve/veya isteyenin işine yaradığı artık ayan beyan belli olmuştur.
Darbe girişiminin anahtarını arayacağımız yer artık burasıdır.
Darbe girişiminden bu yana geçen 57 gün içinde, başta TSK, yargı ve Milli Eğitim olmak üzere devletin bütün kurumlarından on binlerce kişi, yargı yolu kapalı olmak üzere, işinden atılmış, binlerce kişi Fethullahçı oldukları savıyla içeri tıkılmıştır.
Yargı içinde, o mollaların kadıları, makamlarından atılmış, o mollanın kadılarının yerine bu mollanın kadıları oturtulmuştur.
Fethullah ile mücadele savının ne kadar içtenlikli ve gerçek olduğunu anlamak için, bu mücadelede, bir zamanlar “Fethullah Hocaefendi”ye “ubudiyet”leri herkesin malumu olan kişilere şu anda verilen rollere bakmak yeterli. Bu “petek”lerin bir zamanlar hangi balları barındırdıklarını bilenler, mücadelenin içtenliği konusunda da haklı olarak kuşku taşımaktadırlar.
Türkiye’deki rejimin baskısı artık çağdaş demokrasi olmamakla bile açıklanmayacak boyuta varmıştır.
Gerçekten de, örneğin, cezaların şahsiliği ilkesi, artık yalnız demokrasilerde değil, çağın diktalarında bile tartışılmıyor ve de çiğnenmiyor.
Oysa bizde evladı, eşi yerine rehin tutulan ana babalar, eşler münferit olaylar olmanın ötesine geçmiş durumda.
***
Şimdi, “Sen bunları yeni mi fark ediyorsun? Hepsi eskiden beri vardı” dendiğini duyar gibi oluyorum.
Evet, doğrudur; bunlar darbe girişiminden önce de vardı ama şimdi gidiş çok daha büyük bir ivme kazanmış bulunmakta, üstelik de kimileri tarafından demokrasi adına alkışlanmakta; muhalefetin bir kısmı, hiç değilse iktidarın arka bahçesi Bahçelitaifesi tarafından candan desteklenmektedir.
Temel hak ve özgürlüklerin askıya alınması, sorgusuz sualsiz, yargı denetimsiz insanların işlerinden atılmaları, ortada aç sefil bırakılmaları, yaşlı başlı insanların rejim tarafından rehin alınmaları veya Osmanlı’da daha 19. yüzyılın başında kaldırılmış olan müsadere kurumunun 21. yüzyılda uygulanmasının hukuksal dayanağı da, Milli Güvenlik Kurumu tarafından tavsiye edilen, hükümet tarafından ilan edilen, Meclis tarafından onaylanan OHAL’dir.
Şimdi ne zaman “Ne oluyoruz” diye sorsanız yanıt hazır:
- OHAL!
Bütün dünya da bu duruma bakıyor ve OHAL demokrasisine hep birlikte aynı tepkiyi veriyor:
- Oha!