Darbeci kaybetti, ama demokrasi kazanmadı
Ali Sirmen 01 Ocak 1970
Hep şu teraneyi duymaktan, artık bıktım:
- 15 Temmuz’da, darbe önlendi, demokrasi kazandı.
Evet 15 Temmuz’da darbeci kaybetti. Ama demokrasi yine de kazanmadı.
15 Temmuz’un demokrasi açısından özeti şudur:
15 Temmuz’da darbe önlenemeyip darbeciler başarıya ulaşsalardı, ne olacak idiyse o olmuştur.
İnsanlar, hukuksuz şekilde işlerinden atılmışlar, aç biilaç sokakta bırakılmışlar, eşler kocalar adına, yaşlı kadınlar, çocukları, damatları yerine rehin tutulmuşlar, koşulları olmadığı halde insanlar tutuklanmışlar, yargıda o mollaların adamlarının yerine bu mollanın adamları ikame edilmiş, cezaların kanuniliği ve şahsiliği ilkesi çiğnenmiş, hukuksuzluk ve zulüm alıp başını gitmiştir.
Kısacası, darbe başarıya erişseydi, ne olacak idiyse, hepsi veya çoğu olmuştur. Bir tek, laik devletin kalan son kalıntılarının da hızla din devletine evrilmesi yolundaki bayrak koşusunda, bayrağı taşıyan koşucu değişmiştir.
Laik demokratlar açısından da, her iki koşucunun arasında bir fark yoktur, her ikisi de amok koşucusudurlar.
***
Yalnız ikinci amok koşucusu birincisini, hain, kendisini de demokrasi şampiyonu ilan etmiş ve işin ilginç yönü de bir kısım insanları ve kimi “arka bahçeleri” de buna inandırmıştır.
Böylelikle Türkiye’de, diktanın, baskı ve zulmün, demokrasi olarak kabul edilip sokak gösterileriyle kutlandığı dönem başlamıştır.
Bugüne kadar her şeyi görmüş olan garip ve yalnız ülkemin görmediği bir tek bu kalmıştı. Onu da gördü.
Siyasi iktidar, herkesi darbeye karşı milli birlik ve beraberliğe çağırdı, demokrasi nutukları attı.
Bu algıya karşı çıkmak mümkün olmadığından, ana muhalefet de, bir süreliğine mecburen uydu.
Devlet Bahçeli’nin işlevi zaten hep Tayyip Bey’in stepnesi olmaktı. O da onun gereğini yerine getirdi.
Türkiye’de son seçimlerde 6 milyon oy alan HDP yok sayıldı, o demokrasi dayanışmasına çağrılmadı.
Fark etmezdi de.
Çünkü iktidarın söylemi ve eylemi birbirine uymadığından, onunla, kalıcı olarak demokrasi kıblesine saf tutmak söz konusu olamazdı.
İktidarın söylemi demokrasi, eylemi diktaydı.
Söylem özgürlüktü, eylem esaret.
Söylem adaletti, eylem zulüm.
Bu durum bir kısım vatandaşa dünyayı dar ederken, bir kısım vatandaş için hiç fark etmiyor, sokaklarda sucuk ekmekli demokrasi ve özgürlük kutlamaları yapılıyordu.
Burada sorulacak soru bunun gaflet mi, dalalet mi, yoksa ihanet mi olduğuydu.
Hoş bunlardan biri veya öbürü olması da çok fark etmiyor, hangisi olursa olsun aynı sonuca varılıyordu:
Demokrasiye karşı ulusal birlik ve beraberlik.
***
Bu durumda bir soru çıkıyor ortaya:
Bir toplumun, topluca demokrasiye karşı birlik ve beraberlik içinde olması, zulmü adalet, esareti hürriyet, diktayı demokrasi haline getirebilir mi?
Yanlış anlaşılmasın! Toplumların seçim özgürlüklerini kısıtlamak değil amacımız.
Kuşkusuz, hiçbir yabancı gücün, “yanlış seçim yaptınız” diyerek, bir topluma müdahale hakkı yoktur.
Toplumlar kendi yanlış seçimlerinin kefaretini kendi başlarına öderler, kendi yanlışlarını da ancak kendileri düzeltirler. Hiç kimsenin, başkasının demokrasisini düzeltmek hakkı da yoktur.
Ancak “Bir toplumun, insan haklarına özgürlüklere, demokrasinin kurumlarına, kurallarına ve yükümlülüklerine karşı ulusal birlik ve beraberlik içinde olması, hukuk dışılığın meşrulaşması sonucunu doğurur mu?” sorusunun yanıtı açık ve net olarak“hayır”dır.
Kaldı ki, toplumun önemli bir kesimi demokrasiye karşı ulusal birlik ve beraberlik koalisyonuna katılmamaktadır, kendi adalet, özgürlük ve eşitlik taleplerini, insanca yaşam özlemlerini yüksek sesle dile getirmekten, demokrasi mücadelesini sürdürmekten de vazgeçmiş değildir. Buna karşın, kimse çıkıp da “darbeci kaybetti, demokrasi kazandı” diyemez.
Çünkü darbeci kaybetmiş, ama buna rağmen, ne yazık ki, yine de demokrasi kazanamamıştır.