İrlanda referandumu ve AB
HASAN ÜNAL 17 Haziran 2008
Geçen hafta İrlanda’da yapılan referandumda halk yüzde elli üçün üzerinde bir çoğunlukta AB anayasasını tekrar reddetti. Tekrar diyorum; çünkü, uzun bir hazırlık çalışmasından sonra 2005 yılında üye ülkelerde referandumlara tabi tutulan AB anayasası Fransa ve Hollanda’da birbiri ardına reddedilmişti. Bu iki ülkede anayasanın reddedilmesi o süreci sona erdirmiş; ardından AB, yaptığı bir dizi çalışmanın sonucunda hemen hemen aynı anayasayı bir başka belge haline yani Lizbon Antlaşması haline getirmiş ve üye ülkelerin onayına sunmuştu. Ancak bu defa üye ülkelere çağrıda bulunularak, referandum yapılmaması istenmişti.
İrlanda istisnası
İrlanda ise bir istisna durumundaydı; zira İrlanda anayasasına göre böyle bir antlaşmanın mutlaka referanduma sunulması gerekiyordu. Ve öyle de oldu. AB üyesi ülkelerin pek çoğunun homurdanması ve AB yetkililerinin endişeli bakışları arasında referanduma sunulan yeni AB anayasası İrlanda seçmeni tarafından reddedildi.
İrlanda referandumu birkaç açıdan ele alınmayı gerektiriyor. Birincisi, İrlanda referandumu kampanyası sırasında AB ülkelerinin, AB kurumları temsilcilerinin ve pek çok AB ülkesi basınının tutumu gerçekten izlenmeye değerdi.
Örneğin AB ülkelerinin liderleri İrlanda’nın bu işi tekrar referanduma götürmesinden memnun olmadıklarını ortaya koyan açıklamalar yaptılar. AB Komisyonu Başkanı Barroso ise, İrlandalılara bugüne kadar AB’den söğüşledikleri paraları hatırlatmaya kadar götürdü işi, yaptığı açıklamalarda.
AB ülkelerindeki gazetelerin tavrı ise tam manasıyla evlere şenlik türündeydi. İngiliz Financial Times gazetesi referandumdan hemen önceki günlerde yayımladığı bir başyazıda İrlanda’nın neredeyse bütün kalkınmasını AB’den aldığı fonlara muhtaç olduğunu; bunları hatırlamadan referandumda anayasayı reddetmenin ne kadar saçma olacağını söylüyordu. Fransız basını da onlardan pek geri kalmadı. Gerek İngiliz gerekse Fransız basınında İrlanda adeta ‘nankörlükle’ suçlandı. Ve bütün bu hakaretlere maruz kalmak için İrlanda’nın işlediği suç ise sadece söz konusu uluslar arası anlaşmayı kendi anayasasının bir gereği olarak halkın önüne koymaktı.
Yunanistan’da muhalefet lideri Papandreu da referandum talep etti. Kendi başkanlık koltuğunu Papandreu’ya medeni bir şekilde bırakmış olan Simitis, Papandreu’ya bir mektup yazarak böyle önemli meselelerin halka sorulamayacağını belirtti. Papandreu ise bunu kendi liderliğine yönelik bir girişim olarak algıladı ve Simitis’i partiden ihraç etti. Bu arada İrlanda referandumuna rağmen AB yetkilileri diğer ülkelerin anayasayı yani Lizbon Antlaşması’nı parlamentolarında onaylamaya devam etmelerini istiyorlar. Önümüzdeki yıl İrlanda’nın yeniden referandum düzenlemek suretiyle kendi halkını ikna etmesini salık veriyorlar.
Demokrasi bunun neresinde?
Bütün bu anlatılanların neresinde demokrasi var diye sormak lazım. Mesela İrlanda bugüne kadar AB’den 40 milyar dolar civarında fon aldı diye başına kakmak ne kadar demokratik bir tavırdır? Veya aynı İrlanda kendi anayasasının bir gereği olarak Lizbon Antlaşmasını referanduma götürdü diye İrlanda halkına hakaretler içeren bu açıklamaların neresi demokratiktir? Öte yandan halkın iradesinden korkan bir anlayış nasıl demokratik farz edilebilir?
Ya Simitis’in mektubunda dile getirdiği çok önemli meselelerin halkın oyuna sunulamayacağı tezine ne demeli? Adam o tezi dillendirdi diye Papandreu’nun eski başbakanı ve patronunu partiden anti-demokratik bir şekilde atmasını nasıl yorumlamalı? Çünkü iğne ile aransa bile bu tavırların hiç birisinde demokrasi bulunamayacağı açıktır.
Bütün bu gelişmelerin Türkiye’deki demokrasi ve AB savunucuları tarafından ayrıntılı bir şekilde ele alınmamasına nasıl bakmak lazım gelir? Gözlerinden mi kaçmıştır? Yoksa bütün bunları duymak mı istememektedirler? Normalde her gün her saat AB diye yatıp kalkan çevrelerin İrlanda referandumunu yakından izlemeleri ve yorumlamaları gerekmez miydi?
Türkiye’de demokrasi ve AB laflarını ağızlarından düşürmeyen çevrelerin bu gelişmeleri yakından izlediklerine bence hiç şüphe yok. Ama gelişmeleri yorumlayamayacak kadar kendi tezleri aleyhinde gördükleri için fazlaca konuşmuyorlar. Çünkü Türkiye’de son yıllarda öyle bir demokrasi anlayışı savunuyorlardı ki, aslında o savundukları tarzda dünyanın her hangi bir ülkesinde bir yönetim olmadığı açıktı. Ancak her biri AB’nin arkasına saklanarak ve istediklerinin AB’nin bir gereği olduğunu ifade ederek bugünlere geldiler.
Ama şimdilerde mızrağın çuvala sığmadığı derecede açık hale gelen bir durum var. AB’nin demokrasi anlayışı olabildiğince eleştiriye açık ve Türkiye’deki güruhun tarif ettiği gibi bir yönetim ve demokrasi anlayışı yok. Öte yandan İrlanda gibi AB’den büyük fonlar almış ülkeler bile kendi milli çıkarları doğrultusunda hareket ediyorlar ve milli onurlarını ayaklar altına almıyorlar, aldırmıyorlar AB karşısında... Buradan hükümetin de çıkaracağı epey sonuç pek tabi’ ki olması gerekir. Ama nerdeeee???