Küçük Buluşmalar
Alper AKSOY 08 Mayıs 2007
Devlet’lü Efendim!
Bilirim seversiniz acılı şalgamı ve de yanında Ferdi’yi... Şalgam bu toprağın, bu havanın, bu suyun ürünüdür; kim sevmez ki? Ferdi ise kişilere, kültürlere bağlı bir tercihtir. Sizin Ferdi’niz olduğu gibi benim de bir türküm var Beğ’im, ne zaman bir yerde kalabalık görsem atarım elimi kulağıma, uysa da söylerim o türküyü, uymasa da... Çok istedim ama başka bir türkü de belleyemedim.
Bozkır çocuklarının yanık türküsüdür benimki adı da Ülkücü Hareket’tir. Erciyes Yaylası’nın kekik kokuları vardır içinde, Çukurova’nın insanı sarıp sarmalayan sıcaklığı vardır, Toros koyaklarında billur pınarların şen şırıltıları vardır... Nakaratlarında acılar tüter hep; akrebin kıskacında yoğrulmuş kaderlerin, Yusufiye zindanlarında kaybolan gençliklerin, darağaçlarında sallanan yiğitlerin koygun acıları bir üzerlik dumanı gibi tüter benim türkümde...
Oniki ayın onbiri sizin olsun Devlet’lüm!.. Onbir ayda Ferdi dinleyin siz, ama şu mübarek Ramazanda ve de bayramında Genel Merkez’de gel beraber bozkır çocuklarının yanık türküsünü çalalım, söyleyelim beraber... Billahi, çok yakışacak oraya, vallahi çok sevaba gireceksiniz, ayrıca Ülkücü tabanla aranızdaki güven ve samimiyet bunalımını da giderecektir.
Bozkır çocuklarını sen bana sor Devlet’lüm! Yufka yüreklidir onlar, küçük şeylerle hemencecik sevinirler, hatta küçük şeylerle unuturlar büyük kırgınlıklarını. İçinde insani sıcaklık taşıyan küçücük şeyler, bazan tatlı bir tebessüm, bazan omuzlarına dokunan sıcak bir el alır götürür içlerinden her öfkeyi, her üzüntüyü, her sıkıntıyı... Hamuru çileyle yoğrulmuştur bozkır çocuklarının. Çilenin verdiği bir olgunluk durur yüzlerinde, hep hüzünlü olmanın verdiği bir sevinç beklentisi ışıldar gözlerinde.
Bre Devlet’lüm!.. Şu mübarek ramazan ayında yanımıza hiç kimseyi almadan gel beraber çat kapı girelim bir Ülkücü şehidimizin yetimhanesine.. Şöyle yere Anadolu usulü bağdaş kurup oturalım. Yetimimizin emaneti olan çocuklarının saçlarını bir Ülküdaş sıcaklığı ile okşayın, başka hiç bir şeye gerek yok... Onlara aş vermeyin, iş vermeyin... Zaten istemeye de utanırlar; onların yüreği bozkırın kavurucu sıcağında pişmiştir... Sadece yumuşak bir dokunuş, bir ağabey sıcaklığı, bir ülküdaş sevgisi... Bunlar ne büyük mükafat olacak o yetimlerimiz için... Ülkücü hareket ‘büyük buluşma’lar istemiyor sizden; istiyorduk ama slogana döktüğünüzü görünce vazgeçtik bre!..Çünkü artık biliyoruz ki sloganlar icraatların taahhüt senedi değil, elma şekeridir.
Şimdi desem ki sağ yanınıza Ramiz Beyi alın, solunuza Tuğrul Bey’i alsanız, Muhsin Bey teşkilat başkanımız olsun, Ali Güngör Bey de genel sekreteriniz... Men bilirem yüzünüzde buruşukluklar, alnınızda kırışıklıklar oluşacaktır hemen... Çocukluğumuzda bisiklet isterdik babamızdan ‘bu yaz, bu yaz’derdi ama almazdı bir türlü ve biz de vazgeçerdik hep... Bisiklet sevdamız gibi ‘büyük buluşma’ sevdamızdan da vazgeçtik. Ama ‘küçük buluşma’ları, şöyle minnacık buluşmaları isteme hakkımız yok mu?.. Biz bu gibi samimiyet görüntülerine hasretiz bre Devlet’lüm!
Küçük davranışlardan ne büyük, ne yüce manalar çıkartırız... Ve deriz ki mesela: Devlet Beğimiz ülkücü mazimize sahip çıkıyor, işte bak, bir şehidimizin hanesine misafir oldu, sofrasında tarhana çorbasına kaşık sallıyor... Şehidimizin emanetini dizine oturttu!.. İşte bak saçlarını okşuyor... Bu okşama ne demektir?.. Bu okşama şu demektir: Bizler büyük bir aileyiz, bizler ülkücü mazimizle, şehitlerimizle, gazilerimizle, Yusufiyelilerimizle gurur duyuyoruz’ Daha ne manalar yüklerdik biz o iftar sofrasına, siz bile şaşar kalırdınız. Biz saf Türkmeniz bre Devlet’lüm; gelin, bizden bu gibi küçücük şeyleri esirgemeyiniz.
Ramazan bayramının birinci ve ikinci günü sizin olsun Devlet’lüm, üçüncü günü bana verin, daha doğrusu benim söylediğim yanık türkünün güftesini yazan, bestesini yapan yiğitlere verin. Nasıl olacak bu iş’ Anlatayım onu da: İzmirde bir Saffet Çelik vardı Devlet’ lüm... Şehit olduğu gün hanımı hamileydi, Saffetim bağrına basamadı oğlunu. Akrebin kıskacında yüreğini kızıl kurşunlar dağladı, İzmirli ülküdaşları cenaze taşımaktan nasırlaşmış omuzları ile girdiler salına. Saffetim toprağa verildi, sonra onun bedeni çürümeye yüz tuttuğunda bir oğlu dünyaya geldi. Ona da Saffet adı verildi!.. Yengem saçını süpürge etti, büyüttü ikinci Saffetimizi. Meral yengemiz gençti, evlenmeyi düşünebilirdi ama düşünmedi... Geçenlerde iş aramak için bir Saffet Çelik gelmiş Davut Haskırış’in iş yerine... İkisi de birbirini tanımaz... Ama Yusufiye alpereni:
-Bre! demiş, benim bir can gönüldaşım vardı, adı, soyadı seninkinin aynısı. Nereden geldin’.. İş istemenin sırası mı şimdi’.. Acımı depreştirdin yıllar sonra. Civan yiğidin gözlerinden yaşlar damlamış o an:
-Amca demiş, ben işte o Saffet Çelik’in oğluyum!.. Benim de adım Saffet Çelik!..
Davut bir sarılmış o an, bir sarılmış sıcacık... Gözleri bir pınar olmuş, kolları bir kartal kanadı, göğsü bir Ergenekon olmuş, yüreği yanık bir volkan... Dili tutulmuş Davut yiğidin ‘Vay be Saffet’im’ dermiş de bir başka şeyi söyleyemezmiş.
Bayramın üçüncü günü genel merkeze işte o Saffet Çelikleri çağıralım Devlet’lüm... Bin kişiyse bin kişi, beş binse beşbin, onbinse onbin... Ankara’da Saffet Çelik’leri ve onların eli öpülesi analarını misafir etme işini siz bana bırakın. Ben Türkmen töresine göre Türkmen evlerine taksim ederim misafirlerimizi.
Bre Devlet’lüm!.. Şehit aileleri ile bayramlaşmaya ayıracağıımız bayramın üçüncü günü protokol işini de bana bırakın... 364 gün siz istediğinizi yapın, ne yaparsanız yapın ama o bir gün de benim olsun bre!.. Bak ne yapacağım o gün:
Karanfil Sokak’taki giriş kapısının hemen önüne Elazığ’dan Raif Ağa ve gakkoşlarını koyacağım... Raif Ağam misafir karşılama işinin erbabıdır. Raif Ağamın gönlü engin bir ova gibidir, Meral Bacımızı ve Saffetimizi öyle bir karşılar,gönüllerini öyle bir hoş eder ki...
Birinci katın düzlüğünde İzmir ekibini koyacağım. Sağ yanında Mehmet Onur Miman, sol yanında Mehmet Karanfil ile Müsavat Dervişoğlu olacak orada. Bu üç yiğidin yürekleri sıcacıktır. Hele bir şehit ailesini görünce baharı görmüş bir serçe heyecanı ile tıp tıp atar kalpleri, bakışlarından güller saçılır, yüzlerinde şafak açılır. Raif Ağa’mın buyur ettiği Meral bacımızı ve Saffet’imizi İzmir ekibi göğüslerine sımsıcak basacaklar ve ikinci kat merdivenini gösterecekler...
İkinci katın düzlüğüne Ankara Teşkilatını koyacağım... Ercan Koç’u, Emin Kuru’yu, İbrahim Çiftçi’yi, Ercüment Gedikli’yi... Bir göreceksin Devlet’lüm, Ankara Bozkurtları ile Saffet gardaşımızın emanetleri arasında öyle bir kucaklaşma olacak ki ‘Ankara, Ankara olalı böyle bir kucaklaşma görmedi’ diye yazacak tarihler... Böyle mübarek bir buluşmanın bereketi ile Hacı Bayramı Veli hazretleri mezarından doğrulup ‘Allahu Ekber’ diyecek.
Kusura bakmayın ama özel kaleminizi ve özel korumalarınıza o gün izin verin gitsinler; kimi kimden koruyacaklar bre?.. Özel Kalem masasına İhsan Barutçu’yu oturtacağım, yanı başına da Yusuf Arpacık ve Erdem Karakoç’u... Onlar ne acılara dayandı, bedenleri ne çilelere katlandı, onların çeliğine ne kor alevlerde su verildi Devlet’lüm!.. Bunu bir anlatmaya kalksam kırk gün kırk gece yetmez bana. Meral bacımız ve Saffetimiz özel kalem salonunda Mustafa Pehlivanoğlu’nun, Selçuk Duracık’ın, Halil Esendağ ‘ın, Recep Haşatlı’nın yakınları ile karşılaşacaklar... Genç Saffetimiz onların ellerini hürmetle öpecek, Meral bacımız biliyorum tutamayacak kendini, yine acı acı nefes alıp verecek ve sonra höykürecek yeniden... Biliyorum İhsan Barutçu yiğit tutamayacak kendini, yüreğindeki acı hoyratla siyim siyim ağlayacak. Yunus Uzun’un anasını gördüğünde Koca Yusuf deli bir öfkeyle kıvranacak, ne yapacağını şaşıracak. Sonra Erdem Reis tutup kolundan içeri alacak anamızı...
Şehit yakınlarına ilaveten Adana’dan Kemalettin Koca ve Mehmet Emeç’i, Malatya’dan Abuzer Çalışkan’ı, Bursa’dan İsa Armağan’ı çağıracağım Devlet’lüm... Onlar bu altın neslin daha düne kadar kara zindanlarda çürüyen temsilcileri.
Bir de Avrupa’da sürgün kurtlarım var benim. Onları da unutmayacağım... Almanya’dan Recep Küçükizsiz’i, Fransa’dan Mustafa Çakır’ı getirteceğim ‘aman hoca ne yapıyorsun, bırak onları; af kapsamı dışında tuttuğum için bana kızgınlar’ diyeceksin biliyorum...Çünkü Mustafa gelir de kafası bozulursa ikimizi de döver... Ama bizi başkalarına dövdürmez Beğ’im!... Recep belki ikimize de söver ama başkalarını bize sövdürmez.
Devlet’lüm!.. Şehit aileleri, gazilerimiz, gül yüzlü yusufiye çerilerimizle yapacağımız bayramlaşma gününde makam odanızda gazilerimizi temsilen Muharrem Şemsek, Ahmet Kaleli ve Bünyamin Çiftçi yer alacak tekerlekli sandalyeleri ile... Misafirlerimizin bayramlarını önce onlar tebrik edecekler sonra siz Beğ’im... Meral bacımızın mübarek ellerini iki elinizle birden tutup huşu içinde öpeceksiniz’.. ‘Olur mu böyle şey, ben genel başkan olarak...’ diye bir düşünce sakın ha geçmesin içinizden... Aşireti beğ bağlar, beği de töre bağlar... Ülkücü töremiz bunun böyle olmasını gerektirir Beğ’im!.. Genç Saffetimizin elinizi öpmesinden sonra, kolundan tutup makam koltuğunuza götüreceksiniz, Saffetimizi oturtacaksınız oraya, bir yanında mübarek annesi, bir yanında siz ve kanatlarda Muharrem Reis, Ahmet Kaleli ve Bünyamin Çiftçi kardeşimiz... Böyle bir tablonun Ülkücü Hareket’in yeni Ergenekonu olacağını bilen gazeteciler ellerinde fotoğraf makinaları ve kameralar ile hücum edecek içeriye. Çekilen her kareden birer adet ini bizzat imzalayıp adreslerine göndereceğiz Beğ’im!.. İşte bu fotoğrafı Ülkücü Hareket’in kendilerine verdiği bir şefkat ve şeref madalyası olarak yıllar yılı saklayacaklardır...
Bizim nice Saffetimiz, nice Meral Bacımız var bre Devlet’lüm... Ben bir yazdım siz bin anlayın bunu... Herkes sımcak sarılırken, kucaklaşırken, ben de elimi atacağım kulağıma
bre Devlet’lüm, bozkır çocukların o yanık türküsünü ulu bir gümbürtü ile Ankara’dan Kars’a, Edirne’ye, Samsun’a kadar dalga dalga yayacağım. Bizim kalpten kalbe giden yollarımız kapalı, damarlarımız tıkalı Devlet’lüm!.. Yeterince kan gitmiyor organlarımıza; bacaklarımız şişmiş, kaslarımız morarmış, artık taşımıyor gövdemizi...
İşte bunun için ‘küçük buluşma’lara ihtiyacımız var Beğ’im!.. Ne olur elma şekerleri ile kandırmayın bizi. Delege seferberliği gibi riskli ve yıpratıcı şeyleri niye denersiniz ki?.. Bizim gönül seferberliğine ihtiyacımız var bre
Devlet’lüm!.. Şu mübarek günlerin yüzü suyu hürmetine, Rahmet-i Rahman’daki Başbuğ Türkeş’in hatırası hürmetine, Galip Ağabey’in yazıları hürmetine, Türkmen Ağası Dündar Taşer’in sohbetleri hürmetine, Gün Beğ’imin hizmetleri hürmetine, defnedilirken bile tabutundan kan damlayan Süleyman Özmen’in kanı hürmetine, Recep Haşatlı’nın canı hürmetine, cümle şehitlerimizin yakınlarını, gazilerimizi, mağdurlarımızı, toplayalım Ankara’ya... Tatlı bir tebessüm, sıcak bir dokunuş hepsi o kadar...
‘Bisiklet’ istemiyoruz bre Devlet’lüm!.. ‘Küçük buluşma’larda birleştir bizi...