HZ. HAFSA
M. Yaşar Kandemir 01 Ocak 1970
Ümmü’l-mü’minîn Hafsa bint Ömer b. el-Hattâb el-Adeviyye (ö. 45/665 [?])
Hz. Ömer’in kızı ve Hz. Peygamber’in hanımı.
605 yılında Mekke’de doğdu. Annesi Zeyneb bint Maz‘ûn el-Cumahiyye de ashaptandır. Sahâbîlerden Osman b. Maz‘ûn ile Kudâme b. Maz‘ûn dayıları, kendisinden altı yaş küçük olan Abdullah b. Ömer de ana baba bir kardeşidir. Hafsa, ilk müslümanlardan Abdullah b. Huzâfe’nin kardeşi Huneys b. Huzâfe ile evlendi. Bu evliliğin, Huneys’in Habeşistan’a hicret edip daha sonra Mekke’ye dönmesinin ardından gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Hafsa kocasıyla birlikte Medine’ye hicret etti. Bedir Gazvesi’ne katılan Huneys dönerken yolda hastalandı ve daha sonra Medine’de öldü (Buhârî, “Megazî”, 12; Belâzürî, I, 422). Bunun üzerine Hz. Ömer, kızını veya kız kardeşini faziletli biriyle evlendirme âdeti gereğince (Buhârî, “Nikâh”, 33), eşini (Resûlullah’ın kızı Rukıyye) bir süre önce kaybeden Hz. Osman’a çocuksuz olarak dul kalan kızı Hafsa ile evlenmesini teklif etti. Hz. Osman evlenmek niyetinde olmadığını söyleyince aynı teklifi Hz. Ebû Bekir’e yaptı. Resûlullah’ın Hafsa ile evlenmeyi düşündüğünü bilen, fakat bunu açıklamayı doğru bulmayan Hz. Ebû Bekir’in bu teklifi sükûtla karşılaması üzerine Hz. Ömer gücendi ve duygularını Resûl-i Ekrem’e açtı. Resûl-i Ekrem de yakında Hafsa’nın Osman’dan, Osman’ın da Hafsa’dan daha hayırlı biriyle evleneceğini söyledi. Nitekim Resûlullah, 3. yılın Şâban ayında (Ocak 625) dördüncü eşi olarak 400 dirhem mehir karşılığında Hafsa ile evlendi (bu tarihten bir yıl önce evlendikleri de söylenmektedir). Hz. Osman da Resûlullah’ın diğer kızı Ümmü Külsûm ile evlendi.
Hafsa diğer ortakları içinde en çok Hz. Âişe ile anlaşmış, ikisinin Resûlullah’ı diğer hanımlarından kıskandıkları ve zaman zaman bu konuda iş birliği yaptıkları da olmuştur. Nitekim bir defasında Hz. Peygamber’in hanımlarının odalarını dolaştığı sırada Ümmü Seleme’nin (veya Zeyneb bint Cahş’ın) yanında diğerlerinden fazla kalmasının sebebini araştırmış ve bu eşinin Resûl-i Ekrem’e bal şerbeti ikram ettiğini öğrenmişlerdi. Hz. Peygamber yanlarına geldiğinde üzerinde tuhaf bir koku bulunduğunu, bunun da yediği baldan kaynaklandığını ima edip onun bazı hanımlarının yanında fazla kalmasına engel olmaya karar vermişlerdi. Bu kararlarını uygulamışlarsa da daha sonra yaptıklarından pişmanlık duymuşlardı. Onların Resûlullah’ı üzen bu davranışları yüzünden Hz. Ömer’in kızını uyardığı bilinmektedir.
Hafsa ile ilgili bir diğer olay da Resûl-i Ekrem’in Hafsa’ya (veya diğer bir eşine) bir sır vermesi, onun bu sırrı saklamayıp rivayete göre Hz. Âişe’ye haber vermesi üzerine Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber’i durumdan haberdar etmesidir (bk. et-Tahrîm 66/3; Elmalılı, V, 5110-5116). Bu sırrın ne olduğu hususunda kaynaklarda başlıca üç rivayet yer almaktadır: Bal şerbeti olayı üzerine Resûlullah’ın bir daha bal şerbeti içmeyeceğine dair yemin etmesi, câriyesi Mâriye’yi Hafsa’nın evde bulunmadığı bir sırada onun odasına alması sebebiyle üzülen Hafsa’ya bu olayın bir daha tekrarlanmayacağını söylemesi, kendisinin vefatından sonra devlet yönetiminin Hz. Ebû Bekir ile Ömer’e kalacağını bildirmesi. Allah’ın helâl kıldığı şeyleri, eşlerini memnun etmek için kendine haram etmemesi gerektiğine dair âyetin (et-Tahrîm 66/1) ilk iki olaydan biri üzerine nâzil olduğu belirtilmektedir. Sebebi kesin olarak bilinmemekle beraber muhtemelen sır saklamadaki kusuru yüzünden Hz. Peygamber’in Hafsa’yı ric‘î talâk ile boşadığı, olayı öğrenen Hz. Ömer’in Resûlullah’ı gücendirmenin Allah’ı gücendirmek olacağını düşünerek çok üzüldüğü, bunun üzerine Allah Teâlâ’nın Resûl-i Ekrem’e Hafsa’yı boşamamasını emrettiği (Heysemî, IX, 392) veya Cebrâil’in, “Hafsa çok oruç tutan ve çok namaz kılan bir hanımdır ve cennette senin eşindir” demesi üzerine onu boşamaktan vazgeçtiği rivayet edilmektedir (Nesâî, “Talâk”, 76; Hâkim, IV, 15).
Hz. Ebû Bekir devrinde Zeyd b. Sâbit’in çalışmalarıyla mushaf halinde bir araya getirilen Kur’an âyetleri onun ölümünden sonra Hz. Ömer’de kalmış, Hz. Ömer’in vefatı üzerine Hafsa’ya intikal etmiştir. Hz. Osman mushaf nüshalarını çoğaltacağı zaman bu asıl nüshayı getirtmiş, çoğaltma işi bitince de Hafsa’ya geri vermiştir (Buhârî, “Fezâ?ilü’l-Kur?ân”, 3). Okuma yazma bildiği anlaşılan Hafsa’ya yazıyı hanım sahâbîlerden Şifâ bint Abdullah öğretmiştir (Müsned, VI, 286; Sââtî, XVII, 179). Ayrıca Hafsa’nın hâfız sahâbîlerden olduğu rivayet edilmektedir (İbn Hacer, Fethu’l-bârî, VIII, 669). Kaynaklarda onunla ilgili haberlerden biri de babasının hilâfeti dönemine aittir. Hz. Ömer, kocası aylardır savaşta bulunan bir kadının eşine hasretini dile getiren bir şiir okuduğunu duyunca bir kadının kocasından ne kadar ayrı kalabileceğini Hafsa’ya sormuş, onun “üç ay, en fazla dört ay” şeklindeki cevabı üzerine kumandanlarına gönderdiği emirnâmede buna göre hareket edilmesini istemiştir.
Hafsa’nın 45 yılının Şâban ayında (Ekim 665) Medine’de vefat ettiği, cenaze namazını Medine Valisi Mervân b. Hakem’in kıldırdığı ve Baki‘ Mezarlığı’na defnedildiği belirtilmekte, bazı kaynaklarda ise 41 yılının Cemâziyelevvel ayında (Eylül 661) ve bir kısmında 27 (647-648) yılında vefat ettiği ileri sürülmektedir.
Hz. Hafsa Resûl-i Ekrem’den ve Hz. Ömer’den altmış hadis rivayet etmiştir. Bunların dördü hem Sahîh-i Buhârî hem de Sahîh-i Müslim’de, altısı sadece Sahîh-i Müslim’de bulunmakta, rivayetlerinden kırk dördü Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer almaktadır (VI, 283-288). Ondan hadis rivayet edenler arasında kardeşi Abdullah b. Ömer, Abdullah’ın oğlu Hamza, ashaptan Hârise b. Vehb, Şüteyr b. Şekel, Muttalib b. Ebû Vedâa ve tâbiî Abdullah b. Safvân el-Cumahî gibi isimler vardır. Hafsa’nın rivayetleri konusunda Latîfe Muhammed Enver Müreykî, Hafsa Ümmü’l-mü?minîn binti’l-Fârûk ve eseruhâ fî rivâyeti’l-hadîs adlı bir yüksek lisans çalışması yapmıştır (er-Riâsetü’l-âmme li-ta‘lîmi’l-benât Külliyetü’t-terbiye li’l-benât, Cidde 1407).
Henri Lammens’in, “Hafsa, Âişe ile aynı mertebede olarak Peygamber’in diğer zevcelerinden mümtaz mevkide idi ve bütün nüfuzunu üçlerin, yani Peygamber’e Ebû Bekir ve Ömer’in halef olmasına çalışan partinin maksadı uğrunda kullanmıştı” (İA, V/I, s. 81) şeklindeki iddiası hiçbir ciddi kaynağa dayanmayan sübjektif bir değerlendirmeden ibarettir.