Orada olmak hep orada
Servet Avcı 01 Ocak 1970
Orada olmak… 'Oradaydım' diyebilmek… Ya da yetişememenin ezikliğini hissetmek… Hep beklenen olmak ve beklenen kalmak…
Hayat insana bir çok unvan kazandırabilir ama hangi unvan, rütbe ve makam hep 'aranan ve beklenen' olmaktan çok daha üstün ki?
Sevgili kardeşim Oğuzhan Murat Öztürk ne güzel taşımış Kemal Tahir'in Kurt Kanunu'ndaki o bölümü günümüze:
"Ercan Kesal'ın Cin Aynası'nı görünce hatırıma geldi. 1926 yılındaki İzmir Suikasti sanıklarından, İttihat Terakki'nin eski namlı silahşörlerinden Abdülkadir bir gece vakti eski İttihatçılardan Emin Bey'in evine sığınır. Ne var ki, bu davetsiz misafirin kardeşinin başına telafisi mümkün olmayan gaileler açacağını düşünen ablası Abdülkadir'i eve almaz ve abisine usulünce olan biteni anlatır. Ablasını bir hışımla iten ve merdivenleri üçer dörder atlayarak sokağa inen Emin Bey bir zamanlar beraber yürüdükleri eski dâvâ arkadaşı Abdülkadir'in arkasından bağırır: "Arkadaaaaş arkadaaaş! Ben buradayım!" Ve Kesal ekliyor: "Ahlâk en olmaz zamanlarda 'ben buradayım' demektir". Buradan an itibariyle içeriden çıkan çıkmayan, hakkaniyetsiz alçakça iftiralara uğrayan ülküdaşlarımıza sesleniyoruz: Biz buradayız…"
***
'Olunması gereken yerde olmak'la ilgili en ibretlik hikâyelerden birisini de İsmet Özel kitabına isim yapmıştır: "Waldo sen neden burada değilsin?"
Hanry David Thoreau'nun başı ülkesi ABD'nin Meksika'yla savaşında belâya girmişti... Çünkü savaşın bir maliyeti vardı ve maliyetin karşılanması için vatandaşlara 'nüfus başına vergi' konmuştu… Hanry buna karşı çıkmış ve ödemeyi reddetmişti... Sonra hapse düşünce arkadaşı Waldo onu ziyarete gitmiş ve şu soruyu sormuştu: "Hanry, neden buradasın?"
O da cevabı yapıştırmıştı: "Waldo, sen neden burada değilsin?"
İşte o an 'burada olmak' önemliydi önemli olmasına da arkadaşı burada yoktu… Kim bilir 'dünyaya ait' ne kadar kutsal gerekçeleri vardı ama 'dâvâ adamlığına ait' kutsal gerekçeleri tükenmişti artık…
***
Hani 'burada olmak' denilince Şair sesleniyor ya: "Bir kan dâvâsı kadar tuhaf/ Bir sevda öyküsü kadar içeriden yaşamaktır hayatı, burada olmak/ Burada olmak burada/ Seher yeli estiğinde hışırtıları dinleyebileceğin çimenlerin koynunda/ Burada olmak burada/ Ayağına dikenlerin batacağı bir dere kenarında/ Burada olmak burada/ Kendi tarihinin ve kaderinin yazıldığı bu toprakta…
İki elin ve iki ayağın/ Dik durup boyun eğmeyeceğin/ Buğday başaklarım sevebileceğin/ Ve kerem gibi, Ferhat gibi/ Mecnun gibi, Kamber gibi/ Ağıtlar düzebileceğin bir enginliğin/ Ya Aslı gibi, Şirin gibi/ Leyla gibi arzu gibi/ Bekleyen mütevekkil onurlu ve civan yanların/ Onları da görelim/ Onları da anlat/ Onları da düz/ Bir tesbih gibi bu akşam rüyalarımızın önüne…"
Sonra 'burada olma'nın anlamıyla finali yapıyor Şair: "Daha ne olsun be ahretlik/ Hayatın anlamı bu işte…"
***
Daima 'beklenilen olmak' hangi ölçü birimiyle anlatılabilecek bir büyüklüktür? Tufan Gündüz hoca "Türk, 'yardım götüren' değil 'beklenen'dir" derken nasıl da ağlatmıştı o Bosnalı yaşlı teyzenin sözleriyle herkesi?
Türk subaylarının Bosna'da uzak bir dağ köyünde yalnız yaşanan yaşlı bir teyzeye yardım götürmesini anlatmıştı hoca… Yol olmadığı için omuzlarında paketleri taşıyarak getiren subayları gören yaşlı kadın sormuştu "Türk müsünüz?" diye… Bizimkiler 'evet' deyince yaşlı kadının zamanları ve mekânları kuşatan iki kelime dökülmüştü dilinden: "Geleceğinizi biliyordum…"
'Geleceği bilinen olmak' olmak, ne tarifsiz bir asalet…
Çanakkale'de yoğun ateş altında siperden çıkıp, kurtaramayacağını bile bile, üstelik ölme riskini göze ala ala yaralı arkadaşına yetişmek, onun ölmeden önceki 'geleceğini biliyordum' sözlerini duymak ve bu sözleri dünyalara değişmemek hakkıyla nasıl anlatılabilir?
***
İzzetli bir hayat 'geç kalınmış', 'hiç gidilmemiş' veya 'hiç verilmemiş' randevuların toplamı olamazdı… Orada olmak... Olunması gereken yerde olmak… Beklenen olmak… Geleceği bilinen olmak…
Ne mutlu hep olması gereken yerde olanlara ve öyle kalmak isteyenlere…