Hangi müdahale, neyi nasıl değiştirdi?
İsmail KÜÇÜKKAYA 17 Haziran 2008
Siyasal hayatın bugünkü görüntüsüne ve bunun yakın gelecekteki yansımasına etki edecek iki önemli gelişmenin tam orta noktasındayız.
Adalet ve Kalkınma Partisi hakkındaki "kapatma davası" bunlardan ilki, "devlet kurumları arasındaki ilişkilerin seyri" de diğeridir.
"Siyasal iklim", yargıya intikal etmiş konular dahil her türlü gelişmede "belirleyici faktörlerden" bir tanesidir. İşte bu nedenle kapatma davasının açıldığı ilk günlerde, iktidar partisinin "siyasal iklimi değiştirmeye yönelik stratejisine" sıkça vurgu yapılmıştı.
Türkiye'nin siyaset haritasının şekillenmesine dair iki faktörle ilgili olarak, hiçbir görüşmeye atıfta bulunmadan, tamamen gazeteci sezgisiyle şöyle bir analiz yapabilirim:
"Kapatma davasının seyri ilk başlarda daha farklı idi, sonradan hava iktidar partisi aleyhine keskin biçimde değişti", "devlet kurumları arasındaki ilişki (burada özellikle AK Parti'nin yargı ve askerle ilişkisi kastediliyor) bir yere kadar yumuşak seyir izlerken, birden ipler gerildi, ilişki bozuldu."
Yüksek Askeri Şûra yaklaşırken, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesine yönelik başlatılan karalama kampanyasının, Başbakan ile Genelkurmay Karargâhı arasındaki ilişkileri bozmaya yönelik, "bir üçüncü taraf organizasyonu" olduğunu yazmıştım.
Genelkurmay atamalarında teamülleri değiştirmesi mümkün olmayan böylesi girişimler, son kertede "Başbakan Erdoğan'a yönelik bir tuzak" mahiyeti taşımaktadır. Meslektaşım Enis Berberoğlu bu tespitime katıldığını dün yazdı.
Müdahaleyi yapanlar, bence çok büyük düşünüyorlar. Bir yandan ülkemizin en kritik dönemecinde "kurumlar arası irtibatı tahrip etmek", diğer yandan "Başbakan'ın siyaseten yasaklanmasını garanti altına almak" istiyorlar. Dahası "Post-AKP, yani AKP sonrasını dizayn" ile meşguller. O yüzden işte tam da şimdi, "asker-sivil ilişkilerine yönelik saldırılar artmış iken" Başbakan Erdoğan'ın güçlü bir şekilde inisiyatif alması gerekiyor. Bu havanın bir an evvel dağılması şart. İlker Başbuğ gibi bir komutana yapılan haksız saldırıların, bir an önce sona ermesi lazım.
Recep Tayyip Erdoğan'ın haksız yere hapse girdiği ve siyaseten yasaklı olduğu dönemi hatırlıyorum. Devlet görevlilerinden, CHP Lideri Baykal'a kadar "insani ve siyasi vicdanı olan herkes", bu haksızlığın giderilmesi gerektiğine ikna olmuştu. Ve bu sürecin ardından Erdoğan'a Başbakanlık yolu gözüktü. O yol, kavgayla değil, diyalogla açılmıştı.
Hisarcıklıoğlu-Kılıç zirvesindeki üçüncü kişi kim?
AKP Davası'nın seyri ile devlet kurumları arası ilişkinin geleceği, bugün bile "siyasal iklimin değişmesi" ile farklılaşabilir. Davanın sonucunu biliyor değiliz. Ancak kutuplaşma ve gerginliğin ne gibi sonuçlar üretebileği ortada. Bunun tersi yapılırsa, ne olabileceği de.
Bakınız, 12 Nisan tarihinde TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'la yaptığı program dışı bir görüşmeyi sizlere duyurmuştum. Ülkemizin en büyük meslek örgütünün lideri olan Hisarcıklıoğlu'nun yanında o gün, ilginç bir kişi daha vardı. Ankara Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Profesör Dr. Ali Ulusoy.
Ali Ulusoy, 10 Şubat'ta Radikal 2'de, "türbanda ezber bozacak bir alternatif" başlıklı çok önemli bir makale kaleme almıştı. Bu yazı adeta, Anayasa'da yapılan türban değişikliğinin toplumda yarattığı endişeleri gidermek için AKP'ye yol gösteriyordu. Prof. Ulusoy, "türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasından sonra, ortaöğretim ve kamu görevlileri düzeyinde ise yasaklanması" hükmünün getirilmesini tavsiye ediyordu. Ulusoy böyle bir düzenlemeye CHP'nin de destek verebileceği gibi şahsi görüşünü dile getiriyordu.
Ertuğrul Özkök, iki gün sonra bu konuyu köşesine taşımış ve "türbana teminat Anayasa'ya girdi. Sınırlaması da niye girmesin?" diye sormuştu.
Ali Ulusoy, kapatma davasının açılmasının ardından bu kez 6 Nisan'da "Akıl kapanması mı?" diye bir başka makale daha yayımladı. "Bu maçı meşru ve legal çerçeve içinde lehine çevirebilmesi için iktidar partisinin acilen birkaç somut adım atması gerekiyor" diyen Ulusoy, "kapatmayı engelleyici, absürd anayasa değişikliği" fikrinden vazgeçildiğinin deklare edilmesini istemişti.
Ulusoy özetle, türbanın kamuya ve liselere inmeyeceğinin Anayasa hükmü ile garanti altına alınmasını öneriyordu. Bunun yapılması halinde, iddianamedeki en önemli kanıtın dayanaksız kalacağını savunuyordu.
Ulusoy'un, imam hatipler başta olmak üzere bir dizi önerisi daha vardı. Sonuçta da, bunların yapılması halinde partinin kapanmaktan kurtulabileceği görüşünü dile getiriyordu.
Düşünün, kritik konulardaki iyi niyetli arabuluculuk çabasıyla tanınan büyük bir sivil toplum örgütü lideri, ülkenin Anayasa Mahkemesi Başkanı'nı çok kritik bir dönemde ziyaret ediyor. Yanında, son derece çarpıcı fikirleri ortaya koyan, somut önerilerle kamuoyunun dikkatini çeken hukuk profesörü de o görüşmede. Bunu, tarihe bir kayıt düşmek ve "nereden nereye gelindi?" sorusuna bir yanıt vermek üzere okuyucularıma duyurmayı bir gazeteci namusu sayıyorum.
Eğer Ankara'da yaşıyorsanız, biliniz ki hiçbir şey için geç değildir. Hele ülkeyi yöneten kişi sizseniz, Başbakanlık koltuğu sizdeyse.