Siyaset yoksullaşıyor
Yakup Kepenek 01 Ocak 1970
Ülke giderek daha derin bir savaş ortamına sürükleniyor; sorunlar ağırlaşıyor. Buna karşılık sorunlara çözüm üretecek olan siyasetin çalışma alanı iyice daralıyor; ne olduğu bir türlü açıklanmayan başkanlık sistemine kilitleniyor.
Dış ilişkilerin sürüklediği
Cumhurbaşkanı tarafından yürütülen dış siyaset niteliksel bir dönüşüm geçiriyor. Yıllardır sürdürülen Avrupa Birliği’nden (AB) uzaklaşma politikasını şimdilerde ABD’den de uzaklaşma tamamlıyor.
Bu uzaklaşmalar çok daha derin ideolojik nedenlere dayanmakla birlikte, görünürde, Kürt sorunu ve Suriye-Irak politikalarına bağlanıyor.
İç politikada da etkileri görülecek olan bu köklü dış politika değişimi ve içine girilen savaş ortamı hiç ama hiç tartışılmıyor. Dış politika, 1 Mart 2003’te ülkeyi savaşa sürükleyecek Tezkere’nin Meclis’te reddedilmesini sağlamış olan CHP’nin o günlerdeki tutumundan uzaklaşıp destek vermesinin de katkısıyla, tümüyle savaş anlayışına göre biçimleniyor. Gerek Kürt sorununun gerekse Suriye ve Irak ilişkilerinin nasıl barışa evrileceği hiç ama hiç gündeme getirilmiyor.
Buna karşılık geçen hafta görüldüğü gibi İslamın küresel sorunları hem iktidarın hem de iktidar karşısında ne kadar sertleşeceğine bir türlü karar veremeyen ana muhalefetin düzenlediği toplantılarda ele alınıyor;
Türkiye siyaseti, İslamı, 10 Ekim 680’den, yani 1337 yıldan bu yana taşıdığı ağır sorunlarıyla sırtlayan bir noktaya taşınmış bulunuyor.
Sertlik değil, içerik!
10 Ağustos 2014’ten, yani, Cumhurbaşkanı’nın halkın oyuyla seçildiği günden beri, hiçbir anayasal ve yasal dayanağı bulunmamasına karşın ülkeyi yöneten bir uygulamalı başkanlık düzeni yürürlüktedir. AKP, ikinci kurtuluş savaşı 15 Temmuz kalkışma olayından da yararlanarak, bu uygulamaya anayasa elbisesi giydirmeye çalışıyor.
Ortalıkta bu fiili durumu sorgulayabilecek hukuk kurumları; basın-yayın ve üniversite bırakılmadığından, uygulamalı başkanlık, kamuoyunda tüm boyutlarıyla tartışılmıyor.
Başta ana muhalefet olmak üzere siyaset de bu çok önemli konunun içeriğini sorgulamıyor; getirsinler bakarız edilgenliğine sığınıyor. Tam da bu kavşakta; AKP ile MHP başkanlık sistemi için kucaklaşıyor ana muhalefet ve HDP dışarıda bırakılıyor.
Devletin temellerini oluşturacak olan anayasa yapılırken Meclis’te bulunan partilerin bu biçimde ikiye ayrılmasının, yarının Türkiye’si için çok olumsuz sonuçlar doğuracağı, yorum gerektirmeyecek kadar açıktır. Bu çok büyük sorunu, en az onun kadar büyük olan ancak iyice kuruyan siyasetin konuşmadığı diğerleri tamamlıyor.
Türkiye, yeni bir kanun hükmünde kararname (KHK) ile savcı ve polisin yetkilerini genişletilmek istenmesinin de kanıtladığı gibi bir polis devleti olma yolunda hızla ilerliyor; binlerce insan haksızlığa uğruyor.
Kalan son 155 devlet lisesinin proje lisesi denilerek tümüyle imam hatipleştirilmesi; 2400’ü geçen hafta içinde olmak üzere sayıları on binlere varan öğretmenin kıyıma uğraması ve bunu tamamlayan düzenlemelerle ülkenin eğitimi tümüyle nitelik değiştiriyor.
Adalet, adaletsizliğin aracı yapılıyor. Emeğiyle geçinenlerin hakları yerlerde sürünürken geçen hafta işçilerin iyice köleleştirilmesi demek olan sözleşmeli işçiuygulamasına geçiliyor. İşsizliği ve pahalılığıyla ekonomi kış koşullarına en iyimser bakışla bile bıçak sırtında giriyor.
Ülkeyi bu duruma AKP iktidarı getirdi.
Bu gerçek karşısında AKP-dışı siyasetin tam bir kararlılıkla ve bir an önce, iktidara çok daha güçlü bir biçimde karşı çıkması, bunun için de toplumu, adalet, özgürlük ve barış düzleminde bütünleştirmeye çalışması gerekiyor.