Nasıl bir ülke burası?
Nuray Mert 01 Ocak 1970
Kulaklarıma inanamadım, Cumhurbaşkanı, hafta sonu bir konuşmasında, “adam gibi ölmek var, madam gibi ölmek var” dedi, muhalif çevreler dışında kimse yadırgamış görünmüyor. İşin “madam” kısmı ayrı bir sorun, onu şimdilik bir yana bırakalım “kadın”ı işaret eden faslına bakalım. İktidarı destekleyen bunca kadın yazar, çizer, isabetsiz biçimde “sanatçı” diye takdim edilen popüler kadın simaları var ama, aralarında “gık” diyen yok. Yok, öyle keskin laflar etmelerini beklemiyorum, adabınca, “çok yadırgadık” demeye cesaret eden yok. Bir siyasetçiyi, lideri çok beğenip takdir edebilirsiniz, bu onun yaptığı, ettiği, söylediği hiçbir şeyi yadırgamayacağınız, içinize sindiremeyeceğiniz anlamına gelmez, geliyorsa, işin içinde başka şeyler vardır. Tepki çekmemek, eldekileri kaybetmemek, daha fazlasına tamah adına kişiliğinizi geri çekmek gibi. Bırakın iktidarı destekleyenleri, desteklemeyen ama belli ki rahatını bozmak istemeyen pek çok kadın simadan da itiraz yok, onlar söyleyemeyip eş dost arasında söylenenler kervanı. İşte bir ülkede asıl felaket budur, dahası işte bir siyasetçiyi felakete sürükleyen de budur, bu tür ikiyüzlülüklerdir.
İşte böylesi bir ortamda, Başbakan, ilk Başbakan olduğunda anlattığı talihsiz bir anıyı, hiç tepki çekmediği için öyle beğenmiş olmalı ki, yeni öğretim yılının açılışında tekrar anlatmıştı. Gençken, öğretmen olan eşi hastalanıp okula gidemeyince onun yerine derse girmiş, sınıfta asayişi sağlayamayınca yaramaz öğrencilerden birini kulaklarından tutup havaya kaldırmış da, müdür “Aman eşinizi bir daha göndermeyin” demiş, ha, ha, ha. Bırakın öğretmen sıfatı ile girilen sınıfı, yetişkin bir insanın çocukları susturmak için aklına gelen ilk tedbire bakar mısınız; bir çocuğu kulaklarından havaya kaldırmak. Sonra olgunluk döneminde Başbakan olduğunda da bu anıyı güle oynaya anlatmakta beis görmemek, nasıl bir ülke burası?
Böyle o kadar çok örnek var ki, en son bir MHP vekilinin, ana muhalefet partisi ile polemik olarak “don lastiği” tabirini kullanması, “süslenerek evden çıkan kadınafuhuş” ithamında bulunan bürokratın, vekâleten bulunduğu mevkiye, ödül gibi asaleten atanması, daha neler neler. “Seçkincilik karşıtlığı” adına okumuş yazmışları“düşman” ilan eden bir dil, “halkçılık” ile “lümpen”liği karıştıran, karıştırdıkça lümpenleşen bir siyaset.
Sadece o da değil, asıl önemlisi popülüst çoğulculuğu “demokrasi”, hukuku hiçe saymayı “etkin yönetim”, güçlünün borusunun öttüğü bir düzeni “güçlü Türkiye” veya“Türkiye’nin güçlenmesi” sanan bir siyaset anlayışı. Dahası, “Osmanlı-İslammedeniyeti” sayıklamalarına karşın, yol, köprü, altgeçit, üstgeçitten ibaret bir “iyiyaşam” anlayışı. İşte burası böyle bir ülke, işte bunlar yeni yaşam kılavuzlarımız.
En son, Başbakan’ın İstanbul’u finans merkezi ilan eden konuşmasında, Batılı ülkelerin, yatırım yapacaklara paranın kaynağını sormalarını yadırgayan ifadeleri bir başka felaketin habercisi değil mi? Batılı ülkeler, ülkelerine para getirecek olanları,“nereden buldun” diye “elli soru sorup, insanları parası ile rezil ediyormuş”. Bizim ekonomi vaadimiz, bu soruları sormayarak, Türkiye’ye para çekmek; daha önce aynı mevzu geçtiğinde “terör ve kara para” bunun dışında kalacak teminatı verilmişti, iyi de “nereden buldun” diye sorulmadan, daha doğrusu iyice kurcalanmadan, yani“elli soru” sorulmadan, paranın kaynağı nasıl tespit edilecek? Ayrıca, hesabı verilecek para, neden elli sorudan kaçsın? Turgut Özal’da bu kafada idi, “para gelsin de nereden gelirse gelsin” anlayışının mimarı oydu, nitekim gelen para bize“hayretmemiş” olmalı ki, dönüp dolaşıp bu tip paraya muhtaç hale geliyoruz. Hem, elini kolunu sallayarak bir ülkeye kolay giren paranın, bir süre sonra, bir ülkeyi ne kadar zora sokacağını hesap eden var mı?
İşte böyle bir ülke burası, iktidarda olanlar bize böylesi bir gelecek vaat ediyor, daha ne diyeyim?