Ne Bağdat’ın hurması, ne ‘Şii’nin yüzü mü?
Erol Manisalı 01 Ocak 1970
Suriye ve Irak’la olup bitenleri ayrıntıların labirentlerinde kaybolmadan görmeye çalışalım. İşin temelinde soğuk savaş sonrasında, emperyalizmin yeni Ortadoğu projelerinin, “AKP’nin İslamcı (dinci) uygulamaları ile örtüşmesi” yatar.
ABD, AB büyükleri ve Rusya bölgede ulusal çıkarlarını geliştirmek için, “enerji politikalarına uygun yandaş yönetimler yaratma” çabaları içine girdiler.
Bunun için sınırların değişmesi, ülkelerin parçalanması, bu arada Irak, Suriye ve Türkiye ayakları ile Kürdistan’ın kurulması gerekiyordu.
Bölgedeki dinci (İslamcı) yönetimler, bu projenin bir parçası haline geldiler. Dinci terör örgütleri de dahil.
Soğuk savaşın biteceği 80’li yıllarda anlaşıldığı için Türkiye’de, “bizim çocukların”iktidara getirilişinden hemen sonra düğmeye basıldı. İlk cephe Irak’tı; Ankara’ya imzalattırılan Çekiç Güç sayesinde Kuzey Irak Kürdistanı “üretildi”. Kandil “yaratıldı”.Irak Şii, Sünni ve Kürt olarak ayrıştırıldı, kutuplaştırıldı ve bölündü.
Yeni Musul meselesi ve savaşı, bu bölünmede Irak’ın yeni sınırlarının belirlenmesi savaşıdır. IŞİD gönderilecek, onun yerine Irak Kürdistanı ABD ve AB tarafından yerleştirilecektir.
AKP yönetimi (ve Erdoğan) Musul kavgasına hep mezhep (Sünni) kavgası olarak bakmıştır.
AKP’nin dün Bağdat’a karşı desteklediği Mesud Barzani, bugün Bağdat ile anlaşıp IŞİD üzerine peşmergelerle birlikte yürümeye başladı, hem de ABD’nin desteği ile, Ankara’yı dışlayarak.
Ankara’nın yanlışı Musul meselesine ulusal çıkarlar yerine mezhepçi (Sünni) çıkarlar yönünden bakmasıdır. Suriye’de Esad’ı karşısına alan Ankara, Musul’da da Bağdat ve Tahran ile karşı karşıya geldi, yeni bir tuzağa düştü.
Dün uçak düşürme konusunda Rusya ile karşı karşıya getirilen Ankara, bugün de Musul’da, Bağdat ve Tahran’la karşı karşıya gelmiştir.
Ankara’nın dış politikadaki dinci (mezhepçi) duruşu; bunu her şeyin üzerinde tutması, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına, bütünlüğüne ve demokrasimize büyük zarar veriyor.
Uluslararası ilişkiler nasıl olur?
Eskiden ya sömürgeci gelişmiş devletler ya da kabile ve aşiret devletleri sınır komşuları ile sürekli kavga ederlerdi; ya sömürgeci tutumları ya da ilkel muz cumhuriyeti olmaları buna neden olur, kişisel diktatörlük güdüleri, Hitler ya da bugün Körfez ülkelerinde olduğu gibi ön plana çıkardı.
Bugün uygar dünyada komşularla dış politika, “karşılıklı çıkarları dengeli bir biçimde sağlayacak biçimde düzenlenir.” Aynen bir mahallede komşuların kavga yerine, karşılıklı saygıya dayanan ilişkiler kurması gibi.
Komşu ülkeler ortak çıkarlarını geliştirmek için olanaklar yaratırlar. Ticaret, ulaşım, nehirler, deniz kaynakları konularında ortak çıkarlarını geliştirirler. AB üyelerinin kendi aralarında yaptıkları gibi, ABD ve Kanada’da ya da Latin Amerika’da yapıldığı, Sanghay İşbirliği Örgütü’nde olduğu gibi.
Kimsenin koskoca Cumhuriyet Türkiye’sini, komşuları ile S.Arabistan-Bahreyn tepişmesine çevirmeye hakkı olamaz: Ne insanlık ne uygarlık ne de demokrasi bunu gerektirir.
Eskiden “Şam’ın şekeri” ne güzeldi. “Bağdat’ın hurmasını” da rezil etmeyin lütfen.
Dün “Ne Şam’ın şekeri, ne Esad’ın yüzü” dediniz, her şeyi rezil ettiniz, YPG ile birlikte Suriye Kürdistanı’nı yarattınız.
Sünni, Alevi, Şii, Hıristiyan, herkesle birlikte yaşamayı 21. yüzyılda daha öğrenemediniz mi?