HZ. ÖMER
Muhsin Koçak 01 Ocak 1970
FIKIH. Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir ile birlikte Resûl-i Ekrem’in en yakın iki dostu ve yardımcısından biri olması yanında onun fıkhî konulardaki söz ve davranışlarını dikkatle izleyip hükümlerin maksat ve hikmetlerini öğrenme fırsatını elde etmesi sebebiyle fıkıh tarihinde önemli bir yere sahiptir. Şûra meclislerinde ileri sürdüğü isabetli görüşleriyle dikkatleri üzerinde toplamış ve Hz. Peygamber’in iltifatlarına mazhar olmuştur (Buhârî, “Fezâ?ilü’l-ashâb”, 6; Müslim, “Fezâ?ilü’s-sahâbe”, 14-25; Tirmizî, “Menâkıb”, 18). Yirmiye yakın meselede (Koçak, Hz. Ömer ve Fıkhı, s. 27-35) vahyin onun görüşlerine uygun biçimde geldiğini belirtmek üzere kullanılan “muvâfakatü Ömer” tabiri teşrîin ruhunu kavrama hususundaki özelliğini vurgulama amacı taşır. Fıkhın gelişme çağı olan sahâbe devrinde en çok fetva vermekle meşhur yedi sahâbînin başında bulunduğu, Hz. Ebû Bekir’in hilâfet makamına gelince yargı işlerini yürütmekle onu görevlendirdiği dikkate alındığında Hz. Ömer’in fıkıh tarihindeki yeri daha iyi anlaşılır.
Hz. Ömer hüküm verirken önce Kur’an’a, ardından sünnete, sonra da re’ye başvurmuştur. Haber-i vâhid şeklinde rivayet edilmiş olsa da sünnete aykırı olduğunu sonradan öğrendiği konularda kendi görüşünü terkederek sünnetle amel etmiştir. Hadisin sağlamlığının tesbitine özel itina göstermiş, bunu temin için değişik tedbirlere başvurmuştur. Bu bağlamda bazan râviden, rivayet ettiği hadisi Hz. Peygamber’den duyduğuna dair şahit getirmesini istemiş (meselâ bk. el-Muvatta?, “İsti?zân”, 1), daha güçlü bulduğu bir delile aykırı gördüğü, bu yüzden sıhhatine güvenmediği hadisleri kabul etmemiştir (meselâ bk. Müslim, “Talâk”, 46). Hz. Ömer, sünneti ikinci teşrî‘ kaynağı olarak kabul edip hüküm istinbatında ona başvurmasına rağmen çok hadis rivayet edilmesine taraftar olmamış, değişik bölgelere gönderdiği irşat heyetlerine Kur’an eğitimine öncelik verip çok hadis rivayet etmemelerini telkin etmiş, bu arada çok hadis rivayet eden bazı sahâbîleri uyarmıştır. Hz. Ömer’in bu telkin ve uygulamaları, sünneti hüküm kaynağı olarak kabul etmediği şeklinde bazı aşırı yorumlara dayanak yapılmaya çalışılmışsa da onun bu davranışının râvileri hadis rivayeti konusunda dikkatli olmaya sevketmek, kötü niyetli kişilerin hadis uydurma teşebbüslerini önlemek, Kur’an eğitiminin yerleşmesini sağlamak ve Kur’an ile Sünnet’in birbirine karıştırılmasını önlemek gibi gerekçelere dayandığı açıktır. Hz. Ömer çoğu fıkhî meselelerle ilgili olmak üzere 500’ün üzerinde hadis rivayet etmiş, kendisinden başta Hz. Ali, Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer olmak üzere birçok sahâbî yanında Saîd b. Müseyyeb, Kadî Şüreyh, Esved b. Yezîd ve Kays b. Ebû Hâzim gibi pek çok tâbiî rivayette bulunmuştur. Hz. Ömer’in rivayet ettiği hadisleri Ebû Bekir en-Neccâd Müsnedü ?Ömer b. el-Hattâb (nşr. Mahfûzürrahman Zeynullah, Medine 1415/ 1994) ve İbn Şeybe Müsnedü emîri’l-mü?minîn ?Ömer b. el-Hattâb (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût, Beyrut 1405/ 1985) adlarıyla bir araya getirmiştir.
Kur’an ve Sünnet’te hükmü bulunmayan meseleleri re’ye başvurararak hükme bağlayan Hz. Ömer, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ye ve Kadî Şüreyh’e gönderdiği mektuplarda onları da re’y ile ictihada teşvik etmiştir. O devirde re’y, “Kitap ve Sünnet’te hükmü açıklanmayan meselelerin naslardan çıkarılan prensipler ışığında çözüme kavuşturulması” anlamında kullanılıyordu. Re’ye verdiği önem sebebiyle Hz. Ömer’in “ehl-i re’y” adıyla bilinen fıkıh ekolünün oluşmasında çok etkili olduğu kabul edilir. Irak’ta ortaya çıkan bu ekole Hz. Ömer’in etkisi onun en yakın müşavirlerinden Hz. Ali ve Abdullah b. Mes‘ûd vasıtasıyla olmuştur. Hz. Ömer’in re’yi kötülediğine ve sünnete aykırı gördüğüne dair rivayetler (İbn Abdülber en-Nemerî, s. 417 vd.) iyi incelendiğinde bunların Kur’an ve Sünnet’e başvurulmadan ortaya konmuş naslara aykırı görüşler hakkında olduğu görülür. Hz. Ömer, re’y ictihadına önem veren sahâbîlerin başında yer almakla birlikte üzerinde icmâ bulunanlar hariç re’y ile ulaşılan hükümlerin kesinlik taşıdığını kabul etmemiş, bunların nasla sabit hükümlerden ayrı mütalaa edilmesini istemiş, ehil olan herkesin ictihad yapabileceğini ve herkesin istediği rey’e uyabileceğini söylemiştir (a.g.e., s. 318). Onun, hükmünü Kur’an ve Sünnet’te bulamadığı meselelerde Hz. Ebû Bekir’in görüşünü araştırdığı, bununla birlikte her zaman onunla aynı görüşü paylaşmadığı bilinmektedir. Nitekim Hz. Ebû Bekir, kendisinden sonra hilâfet makamına gelecek şahsı veliaht tayin etmek suretiyle belirlemeyi uygun gördüğü halde Hz. Ömer hilâfet işini şûra meclisine havale etmiştir. Re’y ile ulaştığı ictihadlarından gerektiğinde dönmekten çekinmeyen Hz. Ömer bu hususu Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ye gönderdiği mektupta şu sözlerle teyit etmiştir: “Bugün verdiğin, daha sonra tekrar düşünüp yanlış olduğunu anladığın bir hüküm seni hakka dönmekten alıkoymasın” (Dârekutnî, IV, 206).
Hz. Ömer de Ebû Bekir gibi ictihadlarını çok defa şûra usulüyle yapmıştır. Onun başta Hz. Ali olmak üzere, Osman, Abdurrahman b. Avf, Muâz b. Cebel, Übey b. Kâ‘b ve Zeyd b. Sâbit gibi sahâbenin ileri gelenlerinden oluşan bir istişare meclisi bulunmaktaydı (İbn Sa‘d, II, 350). Şûra ictihadı yoluyla ortaya çıkan ihtilâfsız hükümler bütün müslümanların uyduğu hükümler olarak kabul görmüştür. Görüş ve uygulamalarından anlaşıldığına göre Hz. Ömer’in re’y ictihadında kıyas metoduyla maslahat ve sedd-i zerâi‘ ilkeleri ağırlıklı bir yer tutmaktaydı. Onun Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ye yazdığı mektupta geçen şu ifade kıyasın hüccet olduğunu savunanların en önemli dayanaklarından biri olmuştur: “Kitap ve Sünnet’te bulunmadığı için hakkında tereddüde düştüğün hükümleri dikkatli bir şekilde incele; sonra benzerlikleri bul, ona göre kıyas yap ve Allah’ın emrine en yakın olanı ve doğruya en çok benzeyeni seç.” Hz. Ömer’in ulaştığı birçok hükümde kıyas metodunu kullandığı görüldüğünden bazı âlimler onu genellikle Hanefîler’e nisbet edilen kıyasa dayalı fıkıh ekolünün esas kurucusu kabul etmiştir.
Genel olarak faydanın elde edilmesi ve zararın giderilmesini ifade eden maslahatla “kötülüğe götüren vasıtaların yasaklanması” anlamındaki sedd-i zerâi‘ Hz. Ömer’in ictihadlarında dikkat ettiği önemli prensiplerdendir. Onun müellefe-i kulûbun zekât hissesiyle ilgili tutumu, fethedilen toprakları fethe katılanlar arasında bölüştürmeyip haraç mukabili eski sahiplerine bırakması, bir kıtlık yılında açlık sebebiyle hırsızlık yapanlara ceza uygulamaması, Ehl-i kitap kadınlarla evlenmeyi tasvip etmemesi gibi ictihad ve uygulamaları öteden beri değişik yorum ve açıklamalara konu olmuştur. Günümüzde “zamanın değişmesiyle hükümlerin değişeceği” prensibi çerçevesinde yapılan tartışmalarda, değişimin sınırlarını sübûtu ve delâleti kati olan nasların getirdiği hükümleri kapsayacak derecede genişleten ve bu hükümlerin dönemin toplumsal şartlarına bağlı olarak geldiği, bu şartlar ve ortamın değişmesiyle hükümlerin de değişeceği görüşünü savunanlar Hz. Ömer’in yoruma müsait görünen bu ictihad ve uygulamalarına atıfta bulunurlar. Çoğunluğa göre ise konu derinlemesine incelendiğinde Hz. Ömer’in bu uygulamalarının başka naslara dayandığı veya hükmün uygulanması için var olması gereken illet ve şartların bulunmayışına bağlı olduğu ya da maslahat ve sedd-i zerâi‘ prensipleri çerçevesinde devlet başkanına tanınan yetki kullanımından ibaret olduğu görülmektedir. Hz. Ömer’in bu ictihad ve uygulamalarının diğer sahâbîlerin bilgisi ve onayı dahilinde olması, fethedilen toprakların statüsü meselesinde olduğu gibi bazı konularda sahâbenin icmâının meydana gelmesi de onun naslarla çizilen çerçevenin dışına çıkmadığını göstermektedir.
Fıkıh tarihinde ehl-i re’y yanında ehl-i hadîs adı verilen ekolün de sahâbe nesli müctehidlerinin başında Hz. Ömer bulunduğu için onun hem kendi döneminde hem de sonraki dönemlerde yaşayan farklı ekollere mensup müctehidler üzerindeki tesirleri derin olmuştur. Bazı fakih sahâbîler, Hz. Ebû Bekir ile Ömer’in ittifak ettiği görüşleri diğer sahâbîlerin görüşlerine tercih etmiştir. Fıkıh usulünde de Hz. Ebû Bekir ve Ömer’in görüşlerinin hüccet olup olmadığı üzerinde durulmuş ve farklı görüşler ortaya konmuştur. İslâm tarihinde siyasî ve idarî birçok uygulamayı ilk defa hayata geçiren Hz. Ömer fıkhî görüş ve uygulamaları, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ye gönderdiği İslâm hukuku ve yargılama usulüyle ilgili mektubu (bu mektubun sıhhati ve muhtevasının tahlili için bk. EBÛ MÛSÂ el-EŞ‘ARÎ) ve kendisine intikal eden davaları çözmede takip ettiği usulle hukukta birçok yeni prensibin ilk vâzıı olmuş, yargılama usulünün temellerini atmıştır.
Hz. Ömer’in fıkıh, tefsir ve hadis kitaplarında dağınık şekilde bulunan fıkhî görüşlerini Muhammed Revvâs Kal‘acî Mevsû?atü fıkhi ?Ömer b. el-Hattâb adlı eserinde toplamıştır (baskı yeri yok, 1981).
Ayrıca ibadetler, aile, ceza ve miras hukukuna dair görüşleri Muhsin Koçak tarafından Hz. Ömer ve Fıkhı adlı doktora çalışmasında bir araya getirilmiş, diğer müctehidlerin görüşleriyle karşılaştırmalı olarak delilleriyle birlikte verilmiştir. Ceza hukuku sahasındaki görüşleri Rüvey‘î b. Râcih er-Rühaylî incelemiş, teşrî‘deki metodu da Muhammed Biltâcî tarafından tahlil edilmiştir (bk. bibl.). Hz. Ömer’in sadece fıkhî yönünü konu alan çok sayıda tez ve makale bulunmaktadır (bir liste için bk. Mevsû?atü mesâdiri’n-nizâmi’l-İslâmî, II, 48-49; III, 143-144).