AKP rejimi neden ayakta kalamaz?
Kadri Gürsel 01 Ocak 1970
AKP iktidarı, oyların yüzde 50’sini alarak kazandığı 7 Temmuz 2011 seçimlerinden sonra Türkiye’nin hangi sorununa kalıcı ve adil bir çözüm buldu?
Var mı çözülmüş bir tane esaslı sorun gösterebilecek olan?
Sakın bana “Başörtüsü” demeyin.
Evet, başörtüsü yasakları kalkmış olabilir ama iktidar bunu toplumun her kesiminin taleplerine cevap veren özgürlükçü ve çoğulcu reformlar serisinin bir parçası olarak yapmadı. Tam tersine, başörtüsü yasağı kalkarken, diğer yandan kasaba muhafazakârlığını “milletin değerleri” adı altında tüm ülkeye norm olarak devlet gücüyle dayatan İslamcı toplum mühendisliği projesi bir abanma halinde uygulanmaya konulmuştur...
Dolayısıyla başörtüsü, toplumun değişik kesimlerinde özgürlüklerin en geniş zeminde teneffüs edilmeye başlandığı bir anda serbestleşmedi. Tam tersine, bireysel hak ve özgürlüklerin sınırlanması ve İslami olarak görülmeyen yaşam tarzlarının dar alanlara hapsedilmesi için teşebbüslerin yaygınlık ve istikrar kazandığı bir dönemde kaldırıldı başörtüsü yasağı.
2011’den bu yana AKP iktidarının, ülkede hukukun işlerliği, hesap verebilirlik, girişim ve mülkiyet özgürlüğü, basın ve ifade hürriyeti, insan hakları, çoğulculuk, katılımcılık ve laiklik namına ne varsa, bunları adım adım ortadan kaldırarak, keyfi bir İslamcı baskı rejimine dönüşmesini izliyoruz.
Bu rejimin yapısal özellikleri ve siyasi kültürü, toplumu toplum olmaktan çıkarıp birbirine düşman edilmiş topluluklar toplamına dönüştüren bir kutuplaşma, içeride ve dışarıda çatışma ve darbe üretiyor.
Böyle bir rejim ülkenin sorunlarını çözemez, bekleyen acil reformları gerçekleştiremez. Bu rejim ancak sorunları büyütür, karmaşıklaştırır ve mevcut olanlara yenilerini ekler.
Bu rejim, sürdürülebilir bir büyüme ve refah temin edemez. İş kontratının yargı güvencesi altında bulunmadığı, yatırımcının ayrımcılığa tabi tutulduğu, ihale düzeninin bir göz boyamacılıktan ibaret olduğu, öngörülebilirliğini yitirmiş ve istikrarsız bir ülke, iç ve dış yatırımcı için değil, sayısı iki elin parmaklarını geçmeyen rejim oligarkları için caziptir.
Durum böyle olduğu için, medya üzerindeki rejim tasallutu ve muhalefetin tüm çapsızlığına rağmen 7 Haziran 2015 seçimlerinde rejimin partisi yenilgiye uğradı ve parlamentodaki çoğunluğunu kaybetti. Buna rağmen sonucu kabullenmeyip iktidarını geçici bir süre için de olsa paylaşmaya yanaşmayan muktedir, ülkeyi kaos ve terör tehdidi altında yeniden seçime götürdü.
Sonuç ortada...
15 Temmuz Cemaat darbesine, AKP’nin zamanında bu kesimle girmiş olduğu fiili koalisyon ilişkisinin devlette ve bilhassa TSK’de yol açtığı derin zafiyet kadar, PKK’ye karşı siyaseten tercih edilmiş savaşın doğurduğu konjonktür zemin sağlamıştır.
15 Temmuz, “Bu bize Allah’ın bir lütfudur” şeklindeki “veciz” ifadeden de anlaşılacağı gibi, rejim konsolidasyonu amacıyla tarihi bir fırsat olarak görüldü ve şimdi sürekli OHAL hukuksuzluğu sathında bu ülke bir karşı darbe anayasasını kabule zorlanmak üzere referanduma sürükleniyor.
Ve bu arada eğitimi tamamen dinselleştirmek için, devletin laik ve nispeten modern ve kaliteli eğitim veren köklü okulları da tasfiye ediliyor. Başarırlarsa bunun sonucu, yenilikçi, açık fikirli ve rekabetçi olmayan, bilimsel düşünceyi içselleştirme imkânından yoksun, adeta çaresizlikte ve fırsatsızlıkta eşitlenmiş bağnaz nesiller yetiştirmek olacak.
Kariyeri yolsuzluklar nedeniyle bitmiş olan eski bir AKP’li bakanın sözleri geliyor aklıma: “Bizden mucit çıkmaz, biz ara eleman ülkesiyiz.” Bu “ara eleman”zihniyetinde olanlar şu anda da zaten ülke yönetiminde söz sahibidir ve “sıyırmamak” için bilişime falan fazla kafa yormamayı tavsiye ediyorlar.
Kurum yıkıcılığında son aşamaya gelmişlerdir.
Böyle giderse, elindeki yetişmiş insan gücü ve sermayesini de kaçıran, sürekli istikrarsızlık ve çatışma üreterek yoksullaşan başarısız bir ülkeye dönüşüp Ortadoğu’nun iflah olmazları arasındaki yerimizi alacağız.
Tabii böyle giderse...
Lakin ilelebet böyle gitmez. Bu rejimin bir orta vadesinin olamayacağını biliyoruz.
Hayranlarının reislerine bağlılıkları bir fanatizme de dönüşmüş olsa, tek başına hiçbir kişilik kültü ya da sosyal sınıf dayanışmasının, güvenlik, istikrar ve refah üretme kabiliyetini kati biçimde yitirmiş bir baskı rejimini sürgit ayakta tutmaya yetmeyeceği görülecektir.
Burası Türkiye; bu ülkenin dünya sistemine ve kendi sorunlarına karşı bağışıklığı yok. Türkiye’nin ne Çin gibi demografik ve endüstriyel bağışıklığı var, ne Rusya gibi enerji ve doğal kaynak avantajı. Bizimkisi yoksun bir baskı rejimi. Çalışmadan, üretmeden, yenilikçi ve rekabetçi olmaya zorlanmadan refah içinde yaşamak karşılığında hak ve özgürlüklerinden vazgeçmeye hazır kitlelerin rızasını yerden fışkıran bir zenginlikten onlara pay vererek satın alacak gücü yok.
Türkiye demokrasiye mahkûm, bu rejime mahkûm değil.