Tek ahlak, tek millet, tek camaat
Ertuğrul ÖZKÖK 18 Haziran 2008
NE diyor AKP kanadı?"Anayasa Mahkemesi yetkilerini aştı."
Başkaları ne diyor?
"Yüzde 47'lik iktidar da yetkilerini aştı."
AKP'ye bakarsanız, "Demokrasi yüzde 47'nin her istediğini yapabilmesinden ibaret" bir aritmetik rejimi.
Böyle bir şeyin doğru olmadığını, AKP'nin de hata yaptığını söylemek ise "ahlaksızlık".
Tek "ahlak", tek "doğru" ve tek "demokrasi reçetesi" onlarınki.
Buna "tek cemaat"i de eklerseniz, savundukları rejimin adını rahatlıkla koyabilirsiniz.
Avrupa, 1930'lu yılların sonunda adını koyamamıştı, sonra faturasını fena ödedi.
Allah'a şükür, bugün üç tane "tek" kelimesi yan yana geldiğinde, ondan çoğulcu bir demokrasinin çıkmayacağını herkes biliyor.
Bizim de duvara çarpmadan bunu öğrenmemiz için, bazı gerçekleri tescil etmekle işe başlamamız gerekiyor.
Mesela, "Türkiye'nin sadece kendimize ait olmadığı" gerçeğinden.
Mesela, "Kimsenin, istediği her şeyi topluma empoze etme hakkının ve gücünün olmadığı" gerçeğinden.
Mesela, laik bir devlet, bağımsız yargı ve hukukun herkesin menfaatine olduğu gerçeğinden.
Mesela, bir arada yaşayacaksak, "Bazı konularda kalıcı ve sağlam bir mutabakatın oluşturulması gerektiği" gerçeğinden.
Mesela, "Milli irade dediğimiz şeyin, kontrolsüz kaldığı takdirde her an faşizme, diktatörlüğe dönüşebileceği" gerçeğinden.
Mesela, din dediğimiz, hepimizin inanç dünyasına ait ortak değerlerin siyasete alet edilmemesi gerektiği gerçeğinden.
* * *
Türban tartışmasının başladığı günden beri safça da olsa, şuna inanıyorum.
Bu süreç, Türk toplumunda herkesin kendini güvende hissedebileceği tarihi uzlaşma için kaçırılmaması gereken bir fırsat olabilirdi.
Eğer bu süreci iyi yönetebilir, hislerimizi, provokatif ve rövanşist azınlıklara kulaklarımızı tıkayıp öfkelerimizi kontrol altına alabilirsek, bu ülkeyi hepimizin ülkesi haline getirir, kimsenin kendini azınlık hissetmesine, kakılmış, itilmiş hissetmesine izin vermeyecek bir ortak vatana dönüştürebiliriz diye düşündüm.
Geldiğimiz noktada umutlarım kırıldı mı?
Doğrusu, 22 Temmuz'dan sonraki hoyratlıklar beni hayal kırıklığına uğrattı.
İçimdeki iflah olmaz iyimser, biraz iflah oldu.
Ama iyi mi oldu; katiyen.
Ülkemin geleceği hakkındaki iyimserliğimi hayatımın sonuna kadar hiç yara bere almadan sürdürmeyi o kadar çok arzu ediyorum ki...
O yüzden, çok umutlu olmasam bile bu yazıyı kaleme almayı tutkuyla istedim.
* * *
İşe unutmakla başlamalıyız.
Hepimizin içinde şu veya bu ölçüde öfke birikti.
Elbette hepimiz bu öfkelerimizde haklı bir yan, karşı tarafın öfkesinde ise derin haksızlık görüyor olabiliriz.
Olsun. Yine de unutalım.
Sonra, "Baltalı Zagor"ları çevremizden uzaklaştırıp savaş tamtamlarını susturalım.
Sonra, ortak vatan projemizin ana hatlarını alt alta yazalım.
Önce zaten var olan ortak yanlarımızdan başlayalım.
Avrupa Birliği'ne tam üyelik mi?
Sonuna kadar evet...
Kürt sorununu, üniter devlet ve tek bayrak zemininde yeniden cesur bir şekilde tarif etmek ve çözmek mi?
Evet.
Kıbrıs sorununa, Türk toplumunun güvencelerini alarak kalıcı çözüm mü bulmak?
Sonuna kadar evet.
Ekonomide reform politikaları mı?
Sonuna kadar evet.
Demokratik ve laik bir Türkiye projesi mi? Sonuna kadar evet.
* * *
Geriye ne kalıyor?
Anlaşamadığımız noktalar.
Onları da alt alta yazalım.
Türban mı dediniz?
18 yaşını geçmiş kız çocuğuna üniversitenin yolunu mu açalım?
Peki evet.
Ama bunun sınırı ne olacak? Devlet daireleri, TBMM, ilköğretim, lise?
Onun garantilerini de yazalım.
Sonra imam hatip okullarına gelelim.
Tevhidi tedrisat ortada. Onu da yazalım.
İçki yasakları, hayata müdahale, mahalle baskıları...
Hep birlikte, sağduyu ile düşünelim.
Düşünelim ve başkalarının bizim üzerimizden "ılımlı İslam" vesaire gibi safsataları uluslararası politika mezesi haline getirmesine izin vermeyelim.
İşte size bir toplumsal mutabakat paketi.
Mükemmel veya değil.
İtirazı olan mı var?
Eklenir, çıkarılır, uzlaşılır.
Öyleyse sorun ne?
Sorun, güven sorunu.
Öyleyse işe oradan başlamak gerekiyor.