Cumhuriyet’e baskı sizi nasıl fakirleştiriyor
Aslı Aydıntaşbaş 01 Ocak 1970
Bu yazı, Cumhuriyet gazetesinin sadık okurları için değildir. Bu satırları, Cumhuriyet’i almayan, sevmeyen, Cumhuriyet gazetesine yönelik baskı ve meslektaşlarımızın gözaltına alınmasına ses etmeyenler için yazıyorum.
Demokrasi meselesini önemsemeyen, kendi refahı dışında derdi olmayan, komşusunun aç olmasını iplemeyen, ifade özgürlüğü ya da eleştirel sesleri pek aramayan, gidişattan memnun, herkesin aynı telden aynı marşları okumasından rahatsız olmayanlar için yazıyorum.
İnsan hakları, ifade özgürlüğü, vik vik gibi konularla başınızı ütülemeyeceğim. Zaten duymak istemediğinizi biliyorum.
Şimdi tane tane, Cumhuriyet gazetesine yönelik baskı ve gözaltıların, size nasıl dokunduğunu, cebinizdeki parayı nasıl alıp götürdüğünü anlatacağım.
Bir anda ilginizi çekti değil mi? Sevindim.
Bakın şöyle anlatayım. Cumhuriyet işi, tek başına bir olay değil; idam ve diğer ihlallerle birlikte Türkiye’deki genel otoriterleşme trendinin bir parçası. Üstelik Batı’yla ilişkileri koparmanın ön hazırlığı. Buraya kadar hemfikiriz.
Şimdi. Demokrasi ve ekonomi arasında, tam anlamıyla “bire bir” bir denklem olmasa da, yine de ciddi bir orantısal ilişki var. Türkiye demokrasi ve hukuk devleti normlarından çıktıkça, Batı’yla ilişkileri bozulur, ekonomisi zayıflar, bankalar kredi ve likidite sıkıntısına girer, memleketin kredi notu düşer, yabancı yatırımcı gelmez, gelen çıkar, borsa düşer, dolar fırlar, oturduğunuz ev, malınız, mülkünüz değersizleşir, borcunuz artar.
Aslında petrolünüz olsaydı, bunlar sıkıntı olmazdı. O zaman istediğiniz gibi asıp keser, kafasını kaldıranı kodese atabilirdiniz. Ama Türkiye’nin petrolü olmadığı için küresel yatırımcıya muhtaç. Avrupa’nın hemen dibinde ve iyi kötü bir çoğulcu demokrasi geçmişi var. Oradan geriye gidince, dikkat çekiyor. Ayrıca yatırımcı, hukuk devleti olmayan yere gelmek istemiyor. O yüzden bir daha düşünün derim.
Ha, “Biz bu işleri Putin’le, Katar’la aşarız; içeride de bankalara baskı yaparak faizleri düşük tutarız. Bu sayede iç talebi canlandırır, gayrimenkulü patlatır, yollar, köprüler yaparak yabancı yatırımcıdan boşalan yeri dev kamu harcamalarıyla doldururuz” derseniz... “Bir yere kadar” derim.
Bir, bankaları bu kadar zorlarsan, ileride likidite krizinin de önünü alamazsın. İki, şu zamana kadar bunları yaptın da müteahhitlerin, ufak işletmecinin bir bir batmasını önleyebildin mi? Üç, Rusya ve Katar, Batılı şirketlerin ve en önemli ticaret ortağın olan Avrupa’nın yerini tutamaz. Dört, Çin usulü yeni bir ekonomik sisteme geçecek kadar vaktin yok; o müteahhitler üzerinden her seviyede siyaseti finanse etmek zorundasın. Beş, halkın refaha alıştı, refah seviyesi düşünce senden hesabını sorar. Altı, FED faizi yükseltince ne yapacaksın? Yedi, kamuya bu kadar abanırsan, enflasyonla nasıl baş edeceksin?
“O zaman Suriye ve Irak’ta bazı bölgeleri parselleriz. Oralarda inşaat yaparız. Osmanlı’nın yaptığı gibi ekonomiyi yayılmacılıkla döndürürüz” diyorsanız...
Yahu Türkiye’de başaramadığın formülü Cerablus ya da Mınbiç’te nasıl başaracaksın? Kim ödeyecek faturasını? Kimden vergi alacaksın? Nihayetinde bu bir artı-eksi meselesi; olan parayı döndürme işi değil. İçeri para girmiyor. Bu gidişle, girmez de.
O yüzden yol yakınken gel sen şu Cumhuriyet işini bir daha düşün derim...