Eski toplumun ve demokrasi anlayışının iflası
Orhan Bursalı 01 Ocak 1970
Zor bir konu, herkes bir açıklama yapmaya çalışıyor, bu insan nasıl kazanır diye. Olayın pek çok yönü var şüphesiz, önümdeki Brando Milanoviç’in kazançlar kayıplar üzerine bir grafiği duruyor. 1988- 2008 arası, yani küreselleşmenin 20 yılda dünyayı çok hızla küçük köye dönüştürdüğü sürecin sonundaki durumu gösteriyor:
Asya ülkelerinde orta sınıfın gerçek gelirleri muazzam artar ve orta sınıf genişlerken ABD ve Batı Avrupa’da denk düşen sınıfların gelirleri göreceli düşüyor. Bu yeni değil, 2005 yılında bu saptamalar yapılmaya başlanmıştı. Eğer Trump’ın seçimini ABD’nin 10 yıldır boğazını sıkan ekonomik bunalımla, yoksulluk ve işsizlikle vb açıklamaya kalkacaksak, Obama’ya mı fatura kesilmeli yoksa 2001- 2009 başkanı Bush’a mı.
Ekonominin rol oynamadığı bir seçimi düşünemeyiz.
Güçlü fırtına esiyor
Fakat dünya siyaset arenasında epey bir süredir yaşadığımız çarpıcı gelişmelerle, Trump gibi “aykırı” bir adamın seçilmesi olayını neden bütünleştirmeyelim: Güçlü bir fırtına, kurulu düzen parti veya liderlerini köklerinden koparıp sarsıyor.
Karşı çıkan çok olacak, ama ben sıralayayım. Trump ile Yunanistan’da Çipras’ın (SYRİZA Partisi, radikal sol koalisyon) ve İspanya’da Podemos partisinin lideri PabloIglesias’ın büyük atağı, Fransa’da ve Almanya’da aşırı milliyetçi ve koruyucu partilerin hızla yükselmeleri arasında bağ var.
Önemli olan bu parti ve kişiler arasında “fikir benzeşmeleri” olup olmaması değil, bunları hangi fırtınaların yukarılara çıkardığı.
Trump daha önce iki kez bağımsız olarak başkanlığa adaylığını koymuş biri. Sonra Cumhuriyetçilere iltihak ediyor ve partiyi ve partinin kurulu düzenini de epey kasıp kavurarak başkan oluyor.
Kilit saptama
Çipras, tahterevallinin iki tarafında yıllardır oturan iki klasik partiyi böyle tasfiye etti. Podemos bunu deniyor. Fransa’da Jean Marie / Marine Le Pen’ler de.. Ve AfD (Almanya İçin Alternatif ).
Sarsılan bir kurulu siyasi düzenle karşı karşıyayız.
Küreselleşme, ABD’yi zayıflattı, güçsüzleştirdi. Sistemi sarstı. Buradan Çin ve Kore fırladı. Hindistan bilgisayar- yazılım alanlarında gelişti. Uzakdoğu’nun hemen bütünü, ABD ve Batı’nın üretim üssü oldu. Kaliteli markaların büyük ölçekli ama ucuz üretimi oralara kaydı. Sadece Samsung’un, Kore’nin milli gelirinin yüzde 22’sini sağladığını yazayım mı?
Bilim ve teknoloji üretme silahını Doğu da ele geçirdi. Konu çok yönlü. Ancak başlıklarla ilerliyoruz.
Bir tez: ‘Dünya değişmedi’
? Dünyaya hâlâ egemen olan, hadi 250 yıllık diyelim, sanayi toplumunu aşma krizini yaşıyoruz.
? Evet, bu süreçte çok değişiklik oldu; çeşitli siyasi, düşünsel, ekonomik, bilimsel teknolojik devrimler yaşandı.
? Ama dünyada geçerli temel gerçekte bir değişiklik olmadı. Yani dünyayı ve ülkeleri yöneten anlayış aynı kaldı: Uluslar - devletler arasında kapitalist rekabette bir değişiklik yok. 4 Nüfuz bölgeleri oluşturma mücadelesi alabildiğine sürüyor. Piyasalara egemen olma mücadelesi eskisi gibi. (Mesela Rusya- Batı’nın Ukrayna üzerinde mücadelesi.)
Ve...
? Savaşlar... Ülkeleri (başta 1.5 milyarlık İslam ülkelerini) gerektiğinde parçalayarak birbirine kırdırma politikasına aynen devam.
Bu şüphesiz kapitalizmin mantığıdır.
Eski dünyanın krizi
Dünya yüzlerce yıldır böyle. 250-300 yıldır süren “sanayi toplumu”nu, bunun yaratıcısı kapitalizmi bu dünya aşacak mı?
Yaşadığımız sarsıntı, “eski dünya”nın krizidir. Her ne kadar Trump gibi bu eski dünyanın insanları bu sarsıntıyla iktidara geliyor olsa da.
Bir ilk aşamadayız sanki: Yeni’nin, “yeni dünya”nın arayışı.
Eski dünyanın, bunalımlar, sorunlar çıkınca işlemeyen klasik “demokrasi” yöntemi-sistemi- anlayışı eninde sonunda bitecek.
Yeni dünya, kendi yeni “demokrasi” anlayışı ile doğmak zorunda.
“Bilgi Toplumu”, bu yeni toplumun ekonomisi ve buna uygun demokrasi sistemi ve anlayışının arayışı olacak gibi...