Viyana’da üç halk
Ömer Lütfi METE 26 Haziran 2008
Türkiye Hırvatistan maçının -bu satırları yazarken bilemediğim- sonucuna göre; dün gece yarısı halkının çoğunluğu ya zafer sarhoşluğu içinde kendinden geçmiş veya yenilginin kahrı ile dünyasını karartmış olan bir ülkede bugün ne okunur?
Belki de hiçbir şey! Bunu hesaba katarak yine de okunabilir bir nokta aradım; 'Futbol sadece futbol değildir' diyen İngiliz'i haklı çıkaran bir yaklaşımla bu maç etrafında, ilgili üç halkı karşılaştırmayı denedim: Yüzleri Akdeniz'e bakmasına rağmen bizim kadar sıcakkanlı olmayan Hırvatların bizimki gibi maçla yatıp kalkan basını 'Viyana kuşatması' çağrışım ve tartışmaları eşliğinde epey duygu köpüğü üretti. Kendilerine çıkardıkları temel pay da, tamı tamına, henüz millet olamamış topluluklara özgüydü: 'Bizim desteğimiz olmasaydı Avusturya Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuşatmasını kıramazdı...'
Ne kadar doğru olduğu ayrı konu ama öyle inanmak istiyorlar... Brüksel'le egemenliği paylaşma yoluna bizden çok sonra düştüğü halde Türkiye'yi çoktan sollayan Hırvatistan'ın futbolu da, AB müzakerelerindeki başarısı da (!?) bizden ileride olabilir. Fakat hiçbir toplum, tarihte kendisine biçtiği değerden daha ilerisini hedefleyemez.
Dün, Osmanlı İmparatorluğu'nu durdurmak için bir başka güce destek vermekle övünen Hırvatistan şimdi yine 'yanaşma' duygusu içinde Brüksel ile bütünleşmeye çalışmaktadır. Biz ise, genlerimizde bu 'yanaşma' dürtüsü olmadığı için Brüksel ile egemenlik paylaşma bahsinde ciddi engellerle karşı karşıyayız. Her ne kadar milletimizin bugünkü nesillerini teşkil eden halkımızın önemli bir kısmı, aydınlarımızın kahir ekseriyeti ve bazı siyasi irade odakları AB'nin eşiğine yüz sürerek yanaşma temayülleri sergilese de, tarihimiz bizi ikincil toplum olmaya bırakmıyor.
Ayrıca Brüksel'i ve AB'yi kendi güncel imparatorluk hedefleri için olta olarak kullanmaya çalışan Fransa ve Almanya gibi büyük merkezler de bizim, 'yanaşma' gibi gelsek bile 'yanaşma' kalmayacağımızı bildikleri için açıktan veya gizliden yolumuzu kesmeye çalışıyorlar, aslında kesmiş bulunuyorlar. Bu maç etrafında açtığım mukayese bahsinin üçüncü ayağı Avusturya ise tarihinde imparatorluk deneyimi olduğu için başkentinde yaşanan rekabete tam da Avrupai bir gerçekçilikle yaklaşıyor:
Viyana'da 60 bin Türk, 16 bin Hırvat var... Her gerçek batılı gibi Avusturyalı için de önemli olan bu rakamlar. Böyle olunca Avusturya basını konuya 'Aman, Hırvatları okşayalım; onlar Osmanlı'yı durdururken bize yardım ettiler' diye yaklaşmıyor. En basitinden ticari olarak baktıklarında bir tarafta 4 muhtemel müşteri, öbür tarafta ise 1 muhtemel müşteri görüyorlar.
Ayrıca en önemlisi, başkaları gibi Viyana Kuşatması'nı çağrıştıran benzetmelere de girmiyorlar. Bunu, futbolu sadece futbol olarak algıladıkları için yapmıyor değiller. Osmanlı'ya karşı kazandıkları nihayet bir savunma başarısıdır. Biliyorlar ki büyük bir millet için en övünülecek şey, herhangi bir düşmanın saldırısını püskürtmek değildir. Büyük milletler, engelledikleri kötülüklerden çok -eğer ille övünmeleri gerekiyorsa ancak- ürettikleri güzelliklerle iftihar edebilirler...