Dolar ve ‘Ulusların Düşüşü’
Aslı Aydıntaşbaş 01 Ocak 1970
“Üst akıl” falan aramaya gerek yok; yaşananların tümünden biz mesulüz. Ülkeyi bu hale getiren biziz. Kutuplaşmayı körükleyen bizleriz. Darbe yapmaya çalışanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Darbe karşıtı sürecin mağduriyetlerini yaratanlar da öyle. Gazetecilerin, siyasetçilerin cezaevine girmesini talep eden, bunun önünü açan ve uygulamasını yapanlar da öyle.Üst akla falan hacet yok; bu ülkeyi biz bu hale getirdik.
Ama bunları zaten biliyorsunuz. Şu anda körüklenen Batı-karşıtlığının da aslında “Hayır biz Türkiye’yi evrensel demokratik normlara göre değil; kafamıza göre yönetmek istiyoruz”güdüsünden kaynaklandığını da biliyorsunuz.
Ama konumuz tam bu değil; bugün ekonomiyi konuşalım.
Dolar neden yükseliyor? Başka türlü bakalım meseleye: Zamanında TL neden değer kazandı? Ekonomi bilimi çok net. Petrolünüz yoksa ya da Çin gibi hakkı hukuku olmayan milyonlarca köle-vatandaşı yönetmiyorsanız, zengin olmak için ek şansınız demokrasi. Türkiye, 15 yıl önce Avrupa’ya yönelme ve demokrasiyi tesis etme kararı aldığı için zenginleşti. Bu yüzden bir noktada kişi başına milli gelir neredeyse 11 bin dolar oldu, büyüme yüzde 8’leri gördü. Onlar, Türkiye demokrasisinin altın yıllarıydı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ilk dönemlerinde “Ben hukukun üstünlüğünü, eşitliği getireceğim; diğer Ortadoğu ülkeleri gibi olmayacağım” vaadiyle, dünyanın her yerinden Türkiye’ye yönelik yatırımları cezbetti. Türkiye halkının kendi iç cevherinin ortaya çıkmasını sağladı. Yatırım, hukukun üstünlüğü olan ve yönetimin tekelleşmediği yerlere akar; dünyadaki para bu yüzden Türkiye’ye aktı. Bu yoldan sapınca da para akışı durdu.
Demokrasi yolundan sapmaya başladığımız ölçüde Türkiye’ye “doğrudan yatırım” (FDI) durdu. Şöyle anlatayım. Bugün Türkiye’deki birçok bankanın yabancı ortağı var. Bunlar son 10 yılda yapılan alımlar. Ama bu bankalar bugünkü Türkiye resmiyle karşı karşıya olsaydı, asla bu ortaklıklara girmezdi. Kimse bu görüntüdeki bir ülkede büyük bir yatırım yapmaz. Bu kadar gerilim varken, denetimsizlik varken, belirsizlik varken, mal mülk de almaz.
Daha da kötüsü, elimizdekini de kaybetme riski var. Geçen hafta Diken. com’da ekonomist ve siyaset stratejisti Cenk Sidar’la güzel bir röportaj yayımlandı. Okumayanların 2 dakika göz gezdirmesini tavsiye ederim. (http://www.diken.com.tr/sidar-sekuler-hicret-yasaniyor-ekonomik-kriz-akpnin-sonunu-getirebilir/
Sidar’ın şu cümleleri çok çarpıcı: “Ülkenin aydın, özgürlükçü, çağdaş ve demokrat gençleri artık siyasi olarak mücadele edemeyeceğini anladı ve çözümü ülke dışına çıkmakta buldu. Bugün tam anlamıyla seküler bir hicretten bahsediyoruz. Bunun örneğini daha geçen gördük. Almanya, Türkiye’deki muhaliflere bir çağrıda bulundu ve kucak açabileceğini söyledi. Bu acıklı bir durum. 1930’lardaki Türkiye, Almanya’daki zulümden kaçan bilim insanlarına kapıyı açarken, 80 sene sonra siyasi nedenlerle biz göç veriyoruz.”
Gerçekten de, sizi bilmiyorum ama benim çevremde herkes, “Bir yolunu bulsak da yurtdışına kapağı atabilsek” havasında. Çoğu gidemeyecek muhtemelen; ama ağızlardaki laf bu. Birikimi olanlar, çoktan parasının bir bölümünü çıkardı. Onu bırakın, Türkiye’nin en köklü şirketleri bile artık yavaştan yavaştan uzamaya bakıyor. Kalanlar da (iktidara göbekten bağlı ya da kamu müteahhidi değilse), ekonomik geleceğini garantide görmüyor. Bütün bunların otoriterleşmeyle ilgili olduğunu fark etmiyor musunuz?
“Defolup gitsinler. Kalanlarla yürürüz” diyebilirsiniz. İyi de, mutlak-itaatçı kesim siyaseten oy getirse de, topluma artı-değer sunmuyor. Gitmek isteyenler, sadece memleketin ressamı, öğrencisi, mimarı, müzisyeni değil, aynı zamanda beyaz yakalı bankacısı, doktoru, parlak beyinleri. Yaratıcı bir insan, bugün hangi üniversitede, hangi inovasyonu yapsın? Toplumun yaratıcı, özgürlükçü kesimiyle kavga edince, geriye ne patent kalır, ne yatırım...
Bu teoriler, bana ait de değil. Evrensel gerçekler bunlar. Ekonominin temel taşları. Daron Acemoğlu’nun “Ulusların Düşüşü” kitabı, insanlık tarihinde muhteşem bir ufuk turu. Binlerce yıllık tarihimizde, idare/yetki/güç, kral ya da padişahlarda toplandıkça, uluslar fakirleşmiş; bu güç parlamento, yargı, basın ya da diğer kurumlarla paylaşılınca, yani tepedeki erk “denetlenebilir”olunca, toplumlar her anlamda zenginleşmiş.
Türkiye’nin hikâyesi bu şablona tam uyuyor. Bu yüzden doların yükselmesine, yatırımların düşmesine şaşmamak lazım...