Kene
Emin PAZARCI 26 Haziran 2008
Eskiden sadece kan emip hayatlarını sürdürüyorlardı. Şimdi öldürüyorlar. Olup bitenler karşısında, kenelere alışkın bir millet olarak biz bile şaşkınız.
Oysa, onları biz başımıza bela ettik! Yıllardır iki ayaklı kenelerle uğraşıyoruz. Bu kan emicilere kimimiz "hortumcu" diyor, kimimiz "vurguncu" veya "düzenbaz" adını takıyoruz. Üstelik, toplum olarak öylesine alıştık ki, yaptıklarını yadırgamıyoruz. Biz, bu toplumun çocuklarına yanlış eğitim verdik. Toplumsal ve ahlaki değerleri sürekli olarak göz ardı ettik.
Zaman içinde ekonomik ve sosyal bozulma ile birlikte sayıları da yükseldi. Yıllardır icra-i faaliyet eyliyorlar. Bu toplumun kanını emiyorlar. Çoğumuz, vücudumuzun çeşitli bölgelerinde taşıdığımız bu kenelerin farkında bile değiliz. Onlarla birlikte yaşayıp gidiyoruz... Bir şekilde ortaya çıkarılıp, teşhir edildiklerinde de hayretler içinde kalıp, "Haaaa" diyoruz!
Çok ayaklı keneler de Anadolu'nun çeşitli belgelerinde yaşıyorlardı. Hayvanlarımızın orasına burasına yapışıp, nasipleniyorlardı. Sayıları bugünkü kadar çok değildi. Zaman zaman gözümüze battıklarında elimizle kopartıyorduk. Ardından da ayaklarımızın altına alıp eziyorduk. Ne zaman ki "kuş gribi" denilen hastalık başımıza tebelleş oldu, kenelere gün doğdu. "Eyvah kuş gribi var" deyip, milletçe kanatlı hayvan düşmanı kesildik. Hep birlikte tavuk kovalayıp, boğazlamayı marifet saydık. Üstelik, bahçesindeki tavuklarının boğazına yapışmayanı da resmi kurumlara şikayet ettik:
- Kümesinde hayvan besliyor! Resmi görevliler de bu "büyük suç"un gereğini yaptılar. Nazi subayı misali vatandaşın yakasına yapıştılar. Ellerindeki tavukları zorla alıp, çukurlara gömdüler. Keneler bayram etmeye başladı! Tavuklar gidince meydanı boş bulup, gemi azıya aldılar. Çoğaldıkça çoğaldılar. Her geçen gün daha geniş alanlara yayıldılar. Şimdi de kendi kendimize dövünüyoruz. Çoğumuz kırlara gidemez, piknik yapamaz, araziye çıkamaz olduk. Sonuçta, millet olarak o hunharca yok ettiğimiz kümes hayvanlarının önünde diz çöküp özür dileyecek hale geldik!
Doğanın dengesi bozulduğunda olacağı bu! Üstelik, başımıza gelen musibete rağmen, akıllanmış da değiliz. "Kene ile mücadele ediyoruz" diye, önümüze gelen her yeri ilaçlıyoruz. Yine doğanın dengesini bozuyoruz. Kenelerle birlikte her türlü yararlı böceği de yok ediyoruz. İş yaptığımızı sanıyoruz. Ancak, attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmiyor...
Yararlı böcekler yok oluyor, keneler yine ortaya çıkıyor. Kendi elimizle kendi kuyumuzu kazdığımızın farkında değiliz. Bir başka garabet de Anadolu'daki süne mücadelesinde yaşanıyor. Süneyi yok etmek için dağı taşı ilaçlıyoruz. Önümüze ne çıkarsa yok ediyoruz. Her geçen gün doğanın dengesini biraz daha bozuyoruz. Süne denilen hayvan da keneden farklı değil...
Sünenin en büyük düşmanları keklik ve bıldırcın gibi kuşlar. Biz ise, süne ile mücadele ederken, aslında onları yok ediyoruz. Yumurtlama dönemlerinde yaptığımız ilaçlama ile onların yavrularını itlaf ediyoruz. Durum bu olunca süne ile mücadelede bir türlü başarıyı yakalayamıyoruz.
Tabiat hata kabul etmiyor... Tıpkı insan eğitimi gibi! Başlangıçta yaptığımız yanlışlar gözümüze küçük gibi görünüyor. İlerleyen zaman içinde de önümüze ödenmesi son derece güç faturalar çıkıyor. Tekrar ediyorum: İki ayaklısından çok ayaklısına kadar kenelerin hiç suçu yok. Onlara kızarak sonuç alamayız. Biz, önce kendimize çeki düzen vermek zorundayız. Çünkü, onları başımıza bela eden biziz!..