Fahreddin-i Acemî
Can Alpgüvenç 01 Ocak 1970
Hurufiliğin Osmanlı Toplumuna Yayılmasını Önleyen Şeyhülislam
İstanbul fatihi büyük padişah Fatih Sultan Mehmed bir sefere çıkıyordu. Dersaadet’in(1) en kudretli ve en selahiyetli alimleri her zaman olduğu gibi yine hükümdarın çevresinde toplanmıştı. Davullar vuruluyor, kös-i Hakanîler(2) çalınıyordu. Fatih en zor zamanlarda bile ilmi sohbetleri pek sever, ona her zaman vakit ayırırdı. O gün âlimler sohbetlerini “Ya eyyühellezine amenu, âminu billahi ve rasulihi... “ ayeti üzerinde derinleştirmişlerdi. Yüce Allah’ın zaten iman etmiş olan kullarına “iman ediniz” şeklinde hitap buyurmasındaki manayı çözmeye çalışıyor, fakat bu müşkili bir türlü açıklıyamıyorlardı. Hükümdar, Fahreddin Efendi’ye dönerek:
-Siz ne buyurursunuz Mevlânâ? dedi.
Fahreddin-i Acemî şu cevabı verdi:
-Ordunuzun tabilleri (davul ve kös sesleri) bu sualin cevabını bağırır dururken, bu meselenin çözülmemiş bir tarafı kalmamıştır hünkârım!
Bu cevap Sultan’ı hayrete düşürmüş, Ümm-ü Veled’in nüktesindeki inceliği bir anda kavrayamamıştı.
-Peki tabiller ne derler Mevlânâ?
Ümm-ü Veled cevabını biraz daha açarak:
-Devletlü Hünkârım, dedi. Davullar ve kös-i Hakani’ler “düm düm “ diyorlar. Bildiğiniz gibi “düm düm” Arapça’da “devam et, devam et!” manasındadır. Bu ayetteki “âminu” dan murat da cemi sigasıyla “dûmû ale’l îman” yani îmanda devam ediniz. Allah’a ve peygamberine iman edenler, bu imanınızda devamlı ve sebatlı olunuz! demektir.
Ümm-ü Veled’in bu buluşu Sultan Fatih’in hoşuna giderek gülümsedi. Bu tebessüm bir anda bütün âlimlere sirayet etti. Padişahla birlikte, mecliste bulunan herkesin ona olan muhabbet ve hürmeti artmıştı.
* * *
İlk tahsilini İran’da yapan, tanınmış âlimlerden Seyyid Şerif el Cürcani’nin yanında yetişen Fahreddin - i Acemî, 1417 yılları başlarında 1. Sultan Mehmed ( Çelebi Mehmed) zamanında Osmanlı ülkesine geldi. Bursa’da hadis okuyup icazet aldı. Molla Mehmed Şah’ın hizmetine girerek Sultaniye Medresi’nde onun muidi (asistanı) oldu. Bursa’da uzun yıllar müderrislikte bulunduktan sonra 1430’da, Sultan 2. Bayezid zamanında günlük 30 akçeden Başşehir Edirne’ye müftü tayin edildi. Devrinin tanınmış âlimlerinden olan Fahreddin-i Acemî Osmanlı Devleti’nin ikinci şeyhülislamıdır. İran asıllı olmasından dolayı kendisine “Acemî ” mahlası verildi. Molla Fenari’den sonra şeyhülislamlık görevine getirilen Acemi, bu görevini yıllarca sürdürdü. Fahreddin-i Acemî cariyesinden baba olduğu için kendisine “Ümm -ü Veled” namı da verilir.
İhtiyaçtan fazlası haramdır
Ümm -ü Veled bir gün Sultan Fatih’in huzuruna kabul edildiğinde, padişahın eli yerine avucunun içini öper. Padişah âdete ve hürmet geleneğine münasip düşmeyen bu öpüş şekline itiraz etmez, yalnız kendisine şöyle sorar:
-Hocam niçin avucumuz içini öptünüz?
Ümm -ü Veled yumuşak bir sesle:
-Türkçe’de “aya” avuç içi demektir. Bu, devletlümden rica ettiğim bir nimetin ilk parçasıdır. Yani “Ayasofya “ kelimesinin ilk hecesidir. Hünkârımdan Ayasofya Müderrisliği’ni istirham ettiğim içindir ki aya’nızı öptüm.
Bu zarif nükte Sultan’ın hoşuna gitti. Kendisine Ayasofya Müderrisliği verildi. Sultan bir süre sonra Fahreddin - i Acemî’nin ücretini arttırmak da istemiş, fakat Molla buna razı olmayarak:
-Beytü’l mal(3) helaldir. Amma hacet ve kifayetten fazlası helal değildir, diyerek maaş artışını kabul etmemiş, görevi sırasında kanaatkar bir hayat sürerek padişahın yevmiyesini arttırmak isteğine karşı çıkmıştır. Bu davranış büyük hükümdar Fatih’in büyük takdirini kazanmıştır.
* * *
Fahreddin-i Acemî çok zengin bir kütüphaneye sahipti. Her kitabı baştan sona çok ince bir şekilde tetkik ve tashih ederdi. Şeriata olan bağlılığı ve aşırı hassasiyeti sebebiyle din-i mübin aleyhine söylenen en küçük sözü bile affetmez, suçluyu hemen ağır bir şekilde cezalandırırdı. Şer’i meselelerle olan aşırı meşguliyeti sebebiyle çoğu zaman dalgın ve unutkandı. Medresedeki dershanesini bile ekseriyetle unutur, başka dersliklere girerdi. Talebeleri hocalarının bu dalgın halini bildiklerinden onu arayıp bulur, kollarına girerek kendi sınıflarına getirirlerdi. Sahih-i Buhari’yi nakil ve rivayete icazetliydi. Pek çok âlim kendisinden hadis dersleri almıştı. Gayet güzel konuşur, karşısındakileri kolayca ikna ederdi.
* * *
Fatih Sultan Mehmed, Eyüb Sultan Camii’ni ziyarete giderken, Fahreddin-i Acemî’ evinin önünde hünkârı selamlar, ona eliyle şerbet ikram ederdi. Sultan çok sevdiği Acemî’nin sunduğu şerbeti alıp içer:
-Bu şerbeti gayrın elinden içmezem, yalnız senin elinden içerim, der kendisine iltifatta bulunurdu.
Hurufîler’in idamına hükmetti
Müftülük görevine Fatih döneminde de devam eden Acemî’nin en büyük hizmeti, padişahı dahi etkisi altına alma istidadı gösteren Hurufîler’in(4) bertaraf edilmesidir. Osmanlı’da, Çelebi Sultan Mehmed ve oğlu Sultan 2. Murat zamanında başlayan Hurufî etkisi, Sultan Fatih döneminde saraya kadar ulaşmış, genç hünkâr bile birara bu harekete meyletmişti. Hurufiler, yeniçeriler arasında taraftar bulmaya, Hurufiliği devletin resmi mezhebi haline getirmeye ve iktidarı ellerine geçirmeye çalışıyorlardı. Durumun vehametini görerek, bunların saraya sızma düşüncesini zamanında değerlendiren veziriâzam Mahmud Paşa, vaziyetten Fahreddin-i Acemî’yi haberdar ederek, onların fikirlerini çürütmesi için akıllıca bir plan hazırladı.
Bir gün Fazlullah-ı Hurufi taraftarlarını konağına davet etti. Ümmü’l Veled’i de salonun bir köşesine gizledi. Dini ilimlere derinlemesine vukufiyeti bulunan Şeyhülislam Efendi, ziyafet sırasında sapık düşüncelerini ortaya koyan Hurufileri saklandığı yerden dinledi. Yemeğin sonunda ortaya çıkarak onların fikirlerini birer birer çürüttü. Daha sonra Sultan’ın huzurunda, onları bir kere daha kesin bir şekilde ilzam etti. (mağlup edip susturdu) Edirne Üç Şerefeli Cami’de halk huzurunda Hurufiler’le bir münazara tertip ederek bunların sapıklık ve dinsizliklerini ortaya koydu. Daha sonra veziriâzam Mahmud Paşa ve Fahreddin-i Acemî, Hurufîler’in cezalandırılması konusunda padişahı ikna ettiler. Bunun üzerine yakalanan Hurufîler Edirne’de idama mahkum edildiler.
* * *
Fahreddin-i Acemî 1460’da Edirne’de vefat etti. Kabri Dârü’l hadis Camii mihrabı önündedir. Acemî’nin, camiin yanında Horozlu ve Şeceriye Medresesi denilen bir medresesi vardır. Allah (c.c.) rahmetini üzerinden eksik esirgemesin.
Dipnotlar: (1) Dersaadet: Saadet kapısı, İstanbul için kullanılır.
(2) Kös-i Hakanî: Yalnız padişah mehterlerinde bulunan büyük davul.
(3) Beytülmal: Devlet hazinesi.
(4) Hurufilik: Şifrecilik. İslam dünyasında, âyet ve hadisleri Arapça’daki 28 harf ve Farsçadaki 4 harf ile sayılar arasında çeşitli ilişkiler kurarak, bâtıni düşünceler ışığında yorumlayan batıl bir mezhep. Fazlulah Hurufî, bu sapık inancını 14. asırda Harizm bölgesinde başlattı. Bu fırkanın inancında ahiret ve dini sorumluluklar inkar edilir. Ölümden sonra hayat olmadığına inanılır. Cennet ve Cehennem tartışma konusudur.