« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

19 Ara

2016

İBRAHİM BİN EDHEM

01 Ocak 1970

Tabiînin meşhûr âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. 714 (H. 96)’da Belh şehrinde doğup, 779 (H. 162)’de Şam’da vefat etti. İsmi, İbrahim bin Edhem bin Mansûr olup, künyesi Ebû ishâk’dır. Nesebi hazret-i Ömer’e dayanır. Fudayl bin Iyâd’dan feyz aldı. İmrân bin Mûsâ bin Zeyd Râî ve Şeyh Mansûr Selâmî’nin sohbetinde bulunmuş, Veysel Karanı hazretlerinin rûhâniyetinden istifâde etmiştir.

Bağdâd, Şam ve Hicaz’da meşhûr oldu. Üç kıt’anın âlimlerinin çoğundan ilim öğrendi. İmâm-ı a’zam’ın (rahmetullahi aleyh) sohbetleriyle olgunlaştı. İmâm-ı a’zam hazretleri onu medhedip; “İbrahim bin Edhem seyyidimiz ve sevdiğimizdir” buyurmuştur. Dinde fakîh ve müctehid oldu. Çeştiyye yolunun büyükleri arasında yer aldı. Rumlara karşı yapılan cihâdlara katıldı. Arab lisânını çok fasîh konuşurdu.

Yahya bin Sa’îd el-Ensârî, Sa’îd bin Mezbân, Mukâtil bin Süleyman ve Süfyân-ı Sevrî’den, Sevrî de, İbrahim bin Edhem’den hadîs-i şerîf rivayetinde bulunmuştur. Evzâî, Şakîk-i Belhî, İbrahim bin Beşar, kendisinden hadîs-i şerîf rivayetinde bulunmuşlardır. Nesâî, Dâre Kutnî, İmâm-ı Buhârî onun sika (güvenilir) bir râvî olduğunu bildirmişlerdir. Buhârî Sahîh’inde Edeb; Tirmizî Taharet kısmında kendisinden rivayette bulunmuşlardır.

Babası Edhem, Belh şehri pâdişâhı idi. İbrahim bin Edhem ise, şehzade olup, köşklerde oturur, avlanmayı severdi. Her türlü imkâna sahip, her istediğini yer, her istediğini giyer, bütün emirleri hemen yapılırdı. Bir yola çıktığı zaman, kırk altın kalkanlı asker önünden, kırk altın gürzlü asker arkasından yürürdü. Fakat o, bütün bunları terkedip, Allahü teâlâya gönül verdi. Mübarek sözleri ve kerametleri dilden dile dolaşıp, muhabbeti hep gönüllerde yaşadı. Dünyâ sultânları unutulmuş, fakat o hâlâ unutulmamıştır.

Tacını, tahtını bırakıp evliyadan olması hususunda şu rivayetler vardır. Bir gece tahtı, üzerinde uyumuştu. Bir ses duyup uyandı. Tavan sallanıyordu. Damda biri vardı. “Damdaki kimdir?” diye seslendi. “Tanıdık biriyim, devemi kaybettim de onu arıyorum” dedi. “Hey şaşkın damda deve olur mu?” deyince, demdaki zât; “Ey gafil! Sen Allahü teâlâyı altın taht ve süslü elbiseler içinde olduğun hâlde arıyorsun! Damda deve aramak bundan daha mı acâyib?” dedi. İbrahim bin Edhem hazretleri bu sözlerden çok etkilendi. Kalbi, Allahü teâlânın aşkı ile yanmaya başladı. O zamana kadar bilip bilmediği bütün günâhlarına hatâ ve kusurlarına tövbe etti.

Başka bir rivayet de şöyledir: Bir gün sarayda umûmî bir ziyafet verildi. Devlet adamları yerlerini almış, hizmetçiler bekliyorlardı. Bu sırada gayet heybetli bir zât çıkageldi. Asker ve hizmetçilerden hiç kimse ona; “Sen kimsin, burada ne işin var?” deme cesaretini bulamadı. Bu heybetli zâta, İbrahim bin Edhem; “Ne istiyorsun?” deyince, o zât; “Bu handa konaklamak istiyorum” dedi. İbrahim Edhem; “Burası han değil, benim sarayımdır” cevâbını verdi. O zât; “O hâlde bu saray bundan evvel kimin idi?” diye sorunca, İbrahim Edhem; “Pederimin idi” dedi. Gelen zât; “Ondan evvel kimin idi?” diye tekrar sordu. İbrahim Edhem; “Filân zâtın” dedi. O zât; “Ondan evvel kimin idi?” diye sorduğunda, İbrahim Edhem; “Filân oğlu filânın” cevâbına, o zâtın; “Bunlar ne oldu?” suâline de İbrahim Edhem; “Öldüler” cevâbını verdiğinde, gelen heybetli kimse; “Bu nasıl senin sarayın ki, biri gelmeden biri gitmede?” diyerek geldiği gibi geri çıktı. İbrahim Edhem o zâtın peşine düştü ve sordu; “Sen kimsin?” O zât da; “Ben Hızır’ım” dedi.

Bir gün atının hazırlanmasını istedi ve av köpeğini de alıp ava çıktı. Karşısına bir hayvan çıktı. Onu yakalamak için atını sürdü, gâibden; “Yâ İbrahim sen bunun için yaratılmadın ve bununla emir olunmadın!” diye bir ses işitti. “Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bu günden sonra Allah’a isyan etmeyeceğim. Rabbim, sâlih insan olmamı istiyor” dedi. Bu hâdise üzerine o kadar çok ağladı ki, elbiseleri göz yaşlarıyla ıslandı. Sonra geri döndü. Bir çobana rastladı. Dikkat edince bunun, babasının çobanlarından birisi olduğunu anladı. Onun abasını ve başlığını alıp kendi elbiselerini ona verdi. Herşeyi bırakıp, Allahü teâlânın razı olduğu yola girdi. Her an Allahü teâlâya ibâdet ve tâatde bulunmak için kendisine dünyâ meşgalelerinden uzak, sakin bir yer aradı. Nişâbur civarındaki bir mağarada dokuz sene kaldı. Mağarada bulunduğu bir gece yıkanması îcâb etti. Zemherir günleriydi ve çok şiddetli soğuk vardı. Buzu kırmak suretiyle gusül abdesti aldı ve seher vaktine kadar ibâdet etti. Soğuktan donmak üzere olduğunu hissetti. Isınmak için biraz ateş olsa veya üşümemek için sırtımda bir kürk olsa diye hatırından geçti. Birden sırtında bir kürk bulunduğunu ve bedenini ısıtmakta olduğunu hissetti. Böylece, birazcık istirahat edip, uyumak imkânı hâsıl oldu. Az zaman sonra uyandı. Bu kürkün, çok heybetli bir hayvanın derisinden yapıldığını anlayıp, Allahü teâlâya hamd etti.

İbrahim bin Edhem hazretleri, bu mağarada kalırken, insanlar onun büyüklüğünü anlamaya başladılar. Bunun üzerine o, bu mağarayı terketti ve Mekke-i mükerremeye doğru yola çıktı. İbrahim bin Edhem ayrıldıktan sonra, ikâmet ettiği mağarayı ziyaret eden Şeyh Ebû Sa’îd isminde bir zât, hayret edip; “Sübhânallah! O ne mübarek bir zât imiş. Burada bulunması bereketiyle burası öyle güzel kokuyor ki, eğer mağarayı misk ile doldursalar, öyle güzel kokmaz” dedi.

Sahrada giderken bir zât ile karşılaştı. O zât kendisine İsm-i a’zamı, Allahü teâlânın en büyük ismini öğretti. Bununla Allahü teâlâya dua etti. Hızır aleyhisselâm ile görüştü. O, kendisine; “Sana, ism-i a’zamı öğreten kimse İlyas (aleyhisselâm) idi” dedi ve çok sohbet ettiler.

Nakledildiğine göre, İbrahim bin Edhem, Mekke-i mükerremeye ulaşabilmek için sahrayı on dört senede katedebildi. Bir müddet gidiyor, iki rek’at namaz kılıyordu. Bu şekilde Mekke’ye ulaştı. Böyle bir zâtın geldiğini Harem-i şerîfin âlimleri haber aldılar ve kendisini karşılamak üzere yola çıktılar. Böyle zâtları karşılamak âdetleri idi. O ise, kimse beni tanımasın diye, bir kafilenin önüne düşmüş geliyordu. Başkaları da kendisini karşılamak ve görmek istiyorlardı. Kafilenin önünde bulunan İbrahim bin Edhem’e yaklaşıp; “Acaba İbrahim bin Edhem yaklaştı mı?” Harem-i şerîfin âlimleri kendisini karşılamaya geliyorlar da...” dediler. O ise; “Bırakın o kötü kimseyi! Ondan ne istiyorsunuz?” buyurdu. O kimseler, İbrahim bin Edhem’in ensesine bir tokat vurdular ve; “Sen öyle yüksek bir zâta nasıl kötü diyebilirsin. Böyle söylemekle asıl sen kötü oluyorsun” dediler. İbrahim bin Edhem de; “İşte ben de aynı şeyi söylüyorum” buyurdu.

Onlar ayrılıp gittikden sonra, kendi nefsine; “Sen ne kadar cür’etlisin. Mekke âlimlerinin seni karşılamalarını mı arzu ediyorsun? Hâlbuki onlar mübarek ve muhterem zâtlardır. Böyle bir şeyi istemeye nasıl cesaret edebiliyorsun? Ama sen, tokat vurulmakla sana asıl lâyık olana kavuştun” diyordu. Bir müddet sonra, kendisini tanıyıp özür dilediler. Burada kısa zamanda kendisine eş-dost buldu. Çalışıp kazanarak alın teri ile nafakasını te’min ederdi.

Bir defa Halîfe Mu’tasım ona; “Mesleğin nedir?” diye sordu. Cevâbında buyurdu ki: “Bu dünyâyı, dünyâya tâlib olanlara bıraktım. Bu dünyâda Allahü teâlânın zikrini, âhırette de dîdârını, cemâli ile müşerref olmayı tercih edip, bunlar için çalışmayı kendime meslek edindim” buyurdu.

Yolda bir taş gördü. Üzerinde “Çevir ve altını oku” yazılıydı. Çevirdi, “Eğer öğrendiğinle amel etmiyorsan ne diye bilmediğini öğrenmek istiyorsun” yazısını okudu ve; “Yâ Rabbî! Seni tanıyan hakkıyla tanıyamamıştır. Şimdi seni bilmeyen bir kimsenin hâli nasıl olur” diye ağladı.

İbrahim bin Edhem hazretleri helâl lokma yemeğe çok dikkat eder ve herkese de tavsiye buyururlardı. Bir gün kendisine; “Falanca yerde bir genç var. Gecegündüz ibâdet ediyor, kendinden geçiyor” dediler. Gencin yanına gidip üç gün misafir kaldı. Dikkat etti, söylediklerinden daha çok şeyler gördü. Kendinin soğuk, halsiz, habersiz, gencin ise, böyle uykusuz ve gayretli hâline şaşırıp kaldı. Genci, şeytan aldatmış mıdır, yoksa hâlis ve doğru mudur anlamak istiyordu. Yediğine dikkat edince, helâlden olmadığını gördü. “Allahü ekber, bu hâlleri hep şeytandandır” deyip onu evine davet etti. Kendi helâl yiyeceklerinden biraz yedirince, gencin hâli değişip, eski aşkı, arzusu ve gayreti kalmadı. Genç, İbrahim’e sorup; “Bana ne yapdın?” deyince “Yediklerin helâlden değildi. Yemek yerken, şeytan da midene giriyordu. O hâller, şeytandan oluyordu. Helâl yiyince şeytan giremedi. Asıl, doğru hâlin meydana çıktı” dedi.

İbrahim bin Edhem (rahmetullahi aleyh), helâl kazanmak için zaman zaman da sırtında odun taşırdı. Yine odun taşıdığı bir gün de İmâm-ı Evzâî, onun sırtında odunları görüp niçin bu kadar sıkıntı çektiğini sordu. İbrahim bin Edhem; “Öyle söyleme, hadîs-i şerîfte; “Helâl kazanmak için sıkıntı çekenlere Cennet vâcib olur.” buyruldu” dedi.

Bir gün bir köle satın almış idi. Ona sordu: “İsmin nedir?” Köle; “Ne diye çağırırsanız odur” dedi. İbrahim bin Edhem; “Ne yersiniz?” diye sordu. Köle; “Ne yedirirseniz odur” diye cevap verdi. İbrahim bin Edhem; “Ne iş yaparsınız?” buyurdu. Köle; “Ne emrederseniz onu” dedi. İbrahim bin Edhem; “Neyi arzu edersiniz?” diye sorduğunda, kölenin; “Kölenin hiç arzusu olur mu? Onun arzu ile ne işi var?” müthiş cevâbı üzerine, İbrahim bin Edhem kendi kendine; “Ey miskin, acaba sen ömür boyu Hak teâlâya böyle kul olabildin mi? Kulluğu bundan öğren” deyip, ağlayarak kendinden geçti.

İbrahim bin Edhem hazretlerine “Allahü teâlâya nasıl kavuşulur?” diye sorduklarında, cevap olarak; “Allahü teâlâyı tanımak isteyen bir kimsenin kalbinden şu üç perde kalkmadıkça O’na kavuşamaz:

1-Ebedî ihsâna karşı, dünyâ ve âhıretin mülkünü ona verseler sevinmemelidir.

2-Dünyâ mülkünün hepsi onun olsa, bunu daha sonra ondan alsalar kaybettim diye üzülmemelidir.

3-Övülmeye ve medh olunmaya aldanmamalıdır” buyurdu.

Kendisinden bir zât nasihat istediğinde buyurdu ki; Altı şeyi kabul edip yaparsan, hiç bir işin sana zarar vermez. Dünyâda ve âhırette rahat edersin. O altı şey şunlardır:

1-Günah yapacağın zaman, Allahü teâlânın sana verdiği rızkı yeme.

2-Ona âsî olmak istersen, O’nun mülkünden çık. Mülkünde olup da O’na isyan etmek uygun olur mu?

3-O’na isyan etmek istersen, gör düğü yerde günâh yapma. Görmediği yerde yap. O’nun mülkünde olup, verdiği rızkı yiyip, gördüğü yerde günah yapmak uygun değildir.

4-Can alıcı melek, ruhunu almaya geldiği zaman tövbe edinceye kadar izin iste. O meleği kovamazsın. Şimdi kudretin var, güç kuvvetin yerinde iken tövbe et. Tövbe edilecek zaman bu zamandır. Zira ölüm çok anî gelir.

5-Mezarda Münker ve Nekir ismindeki iki melek, suâl için geldiklerinde, onları kov. Seni imtihan etmesinler.

Soran kimse dedi ki: “Buna imkân yoktur.” İbrahim Edhem; “Öyle ise şimdiden onlara cevap hazırla” buyurdu.

6-Kıyamet günü Allahü teâlâ; “Günâhı olanlar Cehennem’e gitsin” diye emir edince; “Ben gitmem” de!

Soran kimse; “Bu sözümü dinlemezler” dedi ve tövbe edip ölünceye kadar tövbesinden vazgeçmedi.

Kendisine; “Allahü teâlâ meâlen; “Ey kullarım, benden isteyiniz, kabul ederim, veririm.”(Mü’min sûresi: 60) buyuruyor. Hâlbuki istiyoruz vermiyor?” diye sorduklarında; Cevaben; “Allahü teâlâyı çağırırsınız, O’na itaat etmezsiniz. Kur’ân-ı kerîmi okursunuz, gösterdiği yolda gitmezsiniz. Cenâb-ı Hakk’ın nîmetlerinden faydalanırsınız, O’na şükretmezsiniz. Cennet’in ibâdet edenler için olduğunu bilirsiniz, hazırlıkta bulunmazsınız. Cehennem’i âsîler için yarattığını bilirsiniz, ondan sakınmazsınız. Babalarınızın, dedelerinizin ne olduklarını görür, ibret almazsınız. Ayıbınıza bakmayıp başkalarının ayıplarını araştırırsınız. Böyle olan kimseler, üzerlerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına, gökten ateş yağmadığına şükretsinler. Daha ne isterler? Dualarının netîcesi, yalnız bu olursa yetmez mi?” buyurdu.

İbrahim bin Edhem hazretleri bir gün yatsı namazını kılıp uzun uzun dua etti ve; “Yâ Rabbî! Bana müslüman olarak ölmeyi nasîb et! Sâlihler zümresine kat!” diye yalvardı. Sonra seccadesinin üstünde bir müddet oturup durdu. Tefekküre daldı. Tam o sırada, karşısına temiz kıyafetli, heybetli bir genç dikiliverdi. Yüzü ay gibi parlıyordu. Bembeyaz bir elbise giymişti. Çok güzel kokular sürmüş, gülümsüyordu. İbrahim bin Edhem hazretlerini bir şaşkınlık almıştı. Ona dönüp; “Siz kimsiniz?” diye sordu. Gelen; “Ben melek-ül-mevt’im. Ölüm vakti gelenlerin ruhunu kabzederim” deyince, İbrahim bin Edhem hazretleri daha da şaşırdı. Seccadesinin önüne dikilen bu güzel yüzlü genç, insan olamazdı. Sessiz sedasız gelmiş, karşısına nasıl dikilmişti. Şaşkınlığı devam ederken, Allah iyi kullarının ruhunu alması için Azrail aleyhisselâmı, güzel sûretli bir genç şeklinde göndereceğini, hatırlıyarak ölüm ânının geldiğini anladı. Ziyadesiyle sevinerek; “Allah’ım! Sana sonsuz şükürler olsun” diye dua etti. O esnada, kirâmen kâtibîn melekleri de göründüler. Yaptığı iyi işleri yazmışlar, gösteriyorlardı. Sonra Cennet’teki makamı gösterildi. Bundan sonra da ruhu kabzedildi.

Buyurdu ki: “Öbür dünyâda terazide en ağır amel, burada bedene en zor gelenidir.”

“İşittiğime göre, kıyamet günü insan, daha çok utansın diye tanıdıklarının yanında hesaba çekilir.”

“İlmi, amel için öğreniniz. Çokları bunda yanıldı. İlmleri dağlar gibi büyüdü, amelleri ise zerre gibi küçüldü.”

Her zaman şöyle dua ederdi: “Yâ Rabbî! Beni günah alçaklığından kurtar. Sana tâat (ibâdet) lezzetine ulaştır.”

BALIĞIN AĞZINDAKİ İĞNE
İbrahim bin Edhem hazretleri bir bağda bekçilik yapardı. Bir gün uyuduğunda, ağzında nergis dalı ile bir yılan gelip, dalı sallayarak ona serinlik yaptı.

Kendisi anlattı: “Bağ sahibi bir gün gelip bana; “Tatlı nar getir” dedi. Götürdüm. Ekşi çıktı. Yine “Tatlı nar getir” dedi. Götürdüm. Ekşi çıktı. Yine “Tatlı nar getir” dedi. Bir tabak daha götürdüm. Bu sefer de ekşi çıktı. Bunun üzerine bağ sahibi; “Sübbânallah! Bunca zamandır burada bekçisin, yine narın tatlısını ekşisinden ayırd edemiyorsun” dedi. Ben de; “Benim vazifem bağı beklemek, hiç tatmadığım narın tadını nereden bileyim?” diye cevap verdim. Bağ sahibi; Sendeki bu hâle bakınca, İbrahim bin Edhem’sin diyeceğim geliyor” dedi. Bu sözü işitince tanınmamak için hemen ayrılıp gittim.”

İbrahim bin Edhem (rahmetullahi aleyh) bir gün deniz kenarında oturmuş, elbisesini yamıyordu. Beldenin valisi yanındakilerle birlikte oradan geçerken İbrahim bin Edhem hazretlerinin başında durdu. Vali onu seyrederken şöyle düşündü: “Bak şu dünün hükümdarına! Böyle yapmakla eline ne geçti?”İbrahim bin Edhem, valinin aklından geçenleri anlamıştı. Kaldırıp iğnesini denize fırlattı. Sonra; “Balıklar iğnemi getirin” deyince, bir balık, ağzında İbrahim Edhem’in denize attığı iğneyi getirdi, İbrahim bin Edhem, iğneyi balığın ağzından aldıktan sonra valiye döndü: “Elime bu iğne geçti” buyurdu. “Yâni, ben Allahü teâlâdan gayrı olanları bırakıp, bütün varlığımla O’na döndüğüm için, bu balıkları bana hizmetçi etti ve bana bu kerameti verdi” demek istedi.

Ziyaret -> Toplam : 125,16 M - Bugn : 46796

ulkucudunya@ulkucudunya.com