Aynı masada dört Halepli
Aydın Engin 01 Ocak 1970
Facebook’ta, Twitter’da, mwitter’da fıkra gibi dolaşmış. Bir okurumun, Ali RızaMalkoç’un e-mektubu olmasaydı haberim bile olmayacaktı. Üstelik fıkra filan değil yürek acıtan bir gerçekmiş.
O e-mektubu aynen aktaracağım:
“... Sabah, sebze halinin karşısındaki, müdavimi olduğum amele kahvesine uğradım. Bir masada benim yaşlarda dört kâğıt hurdacısı vardı, muhabbet ettik.
Halepliymişler.
Biri Baas Partisi üyesi, radikal bir solcu, biri Türkmen milliyetçisi, biri Kürt, biri de Arap-Türkmen melezi ve tarikat ehliymiş.
Dediler ki: Abi biz Suriye’de bırak aynı masada oturmayı, aynı caddede bilebirbirimize tahammül edemezdik. Şimdi vatan elden gitti, burada aynı çöplüğükarıştırıyoruz...”
Eğer aynı günlerde bir “Kafe”de, yan masadaki ateşli tartışmaya kulak misafiri olmasaydım aynı masada bir araya gelmiş dört Haleplinin öyküsünü sizlere aktarmaz, acı acı güler geçerdim.
Benimkiler üç kişiydiler. Konuşmalardan anladığım biri Kürt öteki ikisi Türk; ama üçü de solcu, hem de sıkı solcuydular. Erdoğan’a çay ikram etmeyeceğini alenen açıkladığı için gözaltına alınıp tutuklanan bizim “kantinci Şenol” üstüne konuşuyorlardı. Zaten o yüzden kulak kabarttım, çaktırmadan dinledim.
Çevrelerinde “sayın muhbir vatandaş” olmayacağını düşündükleri belliydi, çünkü çay ikramı yapmamaktan daha sert eleştiriler birbirini izliyordu.
İçlerinden bir, “Abi adama bakın yav, aleyhinde konuştun mu içeri attırıyor. Bugidişle biz bu muhabbeti de yapamayacağız” dedi.
Demez olaydı. Sohbet tartışmaya, tartışma sert tartışmaya dönüştü.
- Sayenizde böyle oldu oğlum. Yetmez ama evet deyip adamı devletin tepesine oturttunuz. Şimdi şikâyet hakkınız yok sizin, tamam mı?
Yetmez ama evet, dediği anlaşılan Türk aşağıdan filan almadı.
- Git lan, ne yapacaktık yani? Sizin gibi Evren’lerin, Bahçeli’lerin arkasında kuyruğu girip ‘hayır’ mı deseydik yani? Biz ona değil, işte HSYK’deki al gülüm ver gülüm düzeni kalksın, Evrengiller mahkeme önüne çıksın, Anayasa Mahkemesi’ne başvurma hakkı kazanılsın diye ‘evet’ dedik. Siz 12 Eylül Anayasası aman değişmesin diye ‘hayır’ dediniz...”
“Türkler”in atışmasını kıs kıs gülerek izleyen Kürt kostaklandı:
- Biz boykot ettik. Ne Tayyip’ten yana olduk, ne Evren’den, Bahçeli’den yana...O referandum bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyordu...
Bu defa iki Türk birbirinin sözünü tamamlayarak Kürt’ü fırçaladılar:
- Ayıp be ayıp... Boykotmuş. Hani Türkiye partisiydiniz siz? Sizin başkan bile“Başkanlık sistemine karşı değiliz” demedi mi?
- Demedi tabii? Ne zaman dedi bizim başkan?
- Oğlum biz sizin en büyük başkandan söz ediyoruz. İmralı’daki başkanınız öyle demedi mi?
- Dedi tamam. Ama şartları vardı. O şartlar olmadan başkanlık olmaz dedi o...
Tartışma anayasa referandumundan, “Yetmez ama evet...Yeter ama hayır” tartışmasından Kürt sorununa sıçrayacaktı ki garson “Biraları tazeleyim mi abi” diye sorunca hızı kesildi. Benim de işim vardı, bu keyifli sohbeti yarıda bırakıp çıktım...
***
İki farklı “sohbet”ten çok önemli, sonuçlar çıkaracak değilim.
Örneğin “Bu sohbetler birer demokrasi dersi” diye cümleler kurup “Halepliler aynı caddede birbirlerine tahammül edebilseler; farklılıklarını bir zenginlik olarak kavrasalardı; bizimkiler de ‘Yetmez ama evet dedin... Yetti ama hayır dedin... Bizi ilgilendirmiyordu, boykot ettik’ diye didişeceklerine yükselen, tırmanan ve her gün demokrasiyi bir kez daha katleden saldırıya karşı kol kola girselerdi” gibi çocuksu öğütler verecek değilim.
Ben sadece iki hoş ve anlamlı sohbeti aktarmakla yetiniyorum.
Dileyen dilediği dersi çıkarsın...