Gelecek masada değilse devlet yoktur
Ömer Lütfi METE 09 Temmuz 2008
Savaşta olmadığımız halde acilci bir toplumuz. Hastanelerin acil servislerinde mümkün olan en hızlı şekilde yaralı veya hastaya ilk müdahale yapılır ya, o anlamda acilciyiz...
Her işimizi acil servis mantığıyla yürütme eğilimindeyiz. Bir an önce yapılması gereken iş yapılsın, alınması gereken tedbir alınsın! Mümkünse acilden bile öte, hemen, derhal! Devlet işlerini de bundan ayırdığımız yok. Yönetenler de öyle, yönetilenler de...
Mazeretimiz neredeyse atasözü olmuş: 'Şeytan taşlamaktan ibadete vakit bulamıyoruz.' Oysa şeytan taşlamak da ibadet ya! Bizimkisi, yakındakini taşlarken uzaktakini unutmak! Bu yüzden -100 yıl sonrası için büyük bölgesel ve küresel tasarılar hatta hayaller peşinde olmayı geçtik- 2023 için dahi ciddi bir hedefimiz yok. Türkiye'nin 100 yaşına basacağı gün için bir iki sivil, yarı sivil ve yarı resmi söylem dışında, yürütülmekte olan hangi hamleden söz edebiliriz? Bu durum sadece yetenek meselesi olamaz.
Tarih boyunca sayısız büyük ve ince işler başarmış bir milletin kabiliyetsiz olduğunu düşünmek mantığa aykırıdır. Meselenin püf noktası hayat felsefemiz ve yaşayış tarzımızla ilgili olabilir. Dünyanın geçiciliğine ilişkin kuvvetli bir imanla ömrünü geçiren bireylerin ezici çoğunluk teşkil ettiği bir toplumda devlet işlerinin bile 'gecekondu' anlayışı ile yürütülmesi pek şaşırtıcı değil. Osmanlı hariç, devletlerimizin çok uzun ömürlü olamamasının en temel sebeplerinden biri de herhalde bu özelliğimizdir.
Osmanlı'nın 'devlet-i ebet müddet' deyimini icat etmesi, belki de, geleneksel devlet yıkıcılığımızdan duyulan kaygının karanlıkta ıslık çalmaya dönüşmesidir. Nitekim bu özelliğimizin Osmanlı'yı da etkilemediğini söylemek zordur! Bu asil Türk devletinin kıtalararası güç haline gelişi, İstanbul fethiyle mümkün olmuştur.
Fakat büyük Fatih'ten sonra devletin ve toplumun sürekli kendini tazeleyip yenileyerek ilerlemesi iki asır bile sürmez. 1453'ten iki yüzyıl sonra, büyük düşmanlarının tamamı pek çok bakımdan Osmanlı'dan ileride ve bilgi üretmektedirler.
O çağdan sonra da 'Devlet-i Ali Osman'ın kalan yaklaşık 300 yılı, uzun ömrün yarısı olmaktan çok çözülme, dağılma ve ölüm kalım çığırıdır. Bu da, uzun erimli ve gerçekçi bir çekilme tasarısı dahi uygulayamamak demek...
Kısacası kolay devlet kurup kolay yıkma geleneğimiz bakımından Osmanlı deneyi de kusursuz bir istisna değil! Bugün tarihimizi yüceltenlerimiz ile karalayıp Cumhuriyet'i kutsayanlarımız aynı gündelik bakışta ortaktırlar: 'Yarın önemli değil, dün veya bugün harika ya, ona bak!' Tamam; derviş ne dünü ne yarını düşünsün, vaktin çocuğu olsun.
Fakat 'Devlet, sadece gelecek için var' dense yeridir. Bizde vatandaş da günübirlik yaşıyor, devlet de... Kara gün için üç akçe, beş mermi saklamak, muhtemel bir işgale karşı çete hazırlamak, devleti gecekondu olmaktan çıkarmaz!
Gelecekle ilgili değişik senaryoları olmayan devlet, ha var, yok... Bir vakit 'Devlet insanları sıraya, binaları hizaya sokan güç' demiştim. Şimdi sade tarifimi tamamlayayım: Devlet; insanları sıraya, binaları hizaya, geleceği de masaya koyabilen güçtür!