Ülke zordaysa çözüm bu mu?
Servet Avcı 01 Ocak 1970
Madem ülke zorda ve madem geldiğimiz aşama artık 'beka'yla ilgili... Madem birlik olmamız lâzım ve madem Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da dediği gibi millî seferberlik şart...
O halde açık konuşmakta fayda var: Ülkemizde nüfusun yaklaşık yüzde 20'si Alevîlerden oluşuyor... Kaba bir oranlamayla 15 civarında Alevî vali olması daha şık durmalıyken, sormak lâzım, bir tek Alevî Vali atanmış mı? Yoksa neden yok ve bu yokluktan 'millî birlik' çıkar mı?
Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı, Genel Müdür vs. nedir oran? Sonra kardeşlik ve millî birlik edebiyatı!..
Bir ağabeyimiz hatırlattı: Bu ülkede adında 'Türk' olan büyük bir sendika var; Türkiye Kamu-Sen... Kaç İl Sağlık Müdürü, kaç Millî Eğitim Müdürü, kaç okul müdürü, kaç başhekim bu sendika üyeleri arasından seçilmiştir? Ya da bu sendikaya üye kalarak bu makamlara atanma veya orada kalma oranı nedir? "Sıfır veya sıfıra yakın" dersek abartmış olur muyuz?
Ortada devasa bir problem var ama biz Cumhurbaşkanı'nı da 'partili' yapmanın derdine hapsolmuşuz... Yarın Allah korusun, sokaklara yayılabilecek şekilde Meclis'i geriyoruz... Oldu olacak tek parti dönemindeki gibi valileri de il başkanı, veya il başkanlarını da vali yapalım da meseleyi kökten çözmüş olalım!..
***
Ülke gerçekten zorda ve millî seferberlik şart... İyi de uygulama böyle mi olmalı? Etnik yoğunluklu ateşin kıyısındaki bir ülke kendisini ateşten böyle koruyabilir mi?
Bir kere, işe girişlerde, istisnaî iş kolları hariç, mülâkat sistemi varsa, partizanlığın bu kadar yükseldiği bir dönemde asla adâlet yoktur... Bu uygulama ihtiyaç sahipleri arasında içten içe öfkeyi biriktirir...
Demokrasilerde, Alevîler de dâhil, hiçbir mezhebin, cemaatin, tarikatın veya bir başka grubun 'kamu imkânlarını paylaşma kontenjanı' yoktur elbette... Buna karşılık bunların bazılarına paylaştırılıyor ve neredeyse 'özerk alanlar' oluşturuluyorsa, bazıları da tamamen dışlanıyorsa, bu durum ileride doğabilecek sıkıntının kuluçkaya yatırılması demektir...
Ehliyet ve liyakatin ölçü olmaktan çıkıp, yakınlığın, partizanlığın, paranın en belirleyici referans olduğu düzenlerde millî birliğin sağlanabildiğine dair yeryüzünde tek bir örnek yoktur, olamaz da...
Millî birliği gerçekten arıyor musunuz? O zaman yokluğu da varlığı da adaletle paylaştıracaksınız... 'Klan'ınızdan olmayanlara 'öteki' muamelesi yapmayacaksınız... Yakanızdaki rozetten çok daha büyük değerler olduğuna inanacaksınız ve kardeşliği orada arayacaksınız...
***
Ülkeyi yönetenlerin görmesi lâzım: Toplumsal kesimler arasındaki hoşgörü azalıyor, gerilim artıyor... Millî birliğimizin bu yönde törpülendiğini ve bunun artması durumunda dış etkiye açık biçimde düşmanlığa dönüşebileceğini fark etmek gerekiyor... Bunu fark etmek için ülkenin alev topuna dönmesini bekleyeceğiz?
Yıllardır ara ara bu konuya temas ediyorum ve 'İslâmcı'ya can sıkıcı sorular'da yazmıştım... Toplumu oluşturan farklı kitlelerin birbirine tahammülsüzlük eşikleri gittikçe düşmekte, gerilim yüklü toplumsal adacıklar oluşmaktadır... Bir arada barış içinde yaşama duygusu son yıllarda böylesine gerilerken, 'kendi taraftarlarını bloke etme' esasına dayanan kutuplaştırmanın buradaki payı nedir?
Farklı kesimlerin veya bireylerin, kendilerini ifade, temsil ve kamu imkânlarından faydalanma konularında 'adaletsizlik mağduru' gibi gördükleri bir düzen, işte o 'toplumsal adacıklar'ın artmasına ve diğerlerine karşı husumet beslemesine yol açıyor...
Ülkede gerilimin yükseldiği bu denli açık bir gerçekken, etrafımızdaki ateşin içeriyi etkileme potansiyeli bu kadar yüksekken, kardeşliğimizi tahkim etmek ve aramızdaki tahammül duygusunu geliştirmek bizler için tercihten öte bir mecburiyetken, bu dilden, bu hırstan, bu öfkeden gerçekten millî birlik çıkarabilir miyiz? Artık herkesin ifade ettiği 'bekâ sorunu'nu bu yöntemle aşabilir miyiz?
Hayır, hayır, hayır!..
***
O gün Hz. Ömer(ra) Şam Valisi'ne "Adâleti yık, câmiyi yıkma" demedi... "Câmiyi yık, adâleti yıkma" dedi... Biliyordu çünkü, adâlet yoksa din de yoktu...