MEHMED FEYZİ EFENDİ'DEN FEYİZLER
01 Ocak 1970
FEYİZ 1:
"Ne cebre kayalım, ne i'tizale dalalım, ehl-i sünnette kalalım."
İtikatta, ifrât ve tefrîtten (aşırılık ve gevşeklikten) ictinâb etmek gerekmektedir. Bu ise, ancak Ehl-i Sünnet Ve'l Cemaat'in tensîb buyurduğu; Sahâbe, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn denilen üç hayırlı devre cemaatinin oluşturduğu inanç sistemine inkıyâd ve mutâvaât ile mümkündür. İnsan için yegâne selâmet, bu sistemde karar kılmakla gerçekleşir.
CEBR' inancını oluşturan sistemde, insanın bir varlık olarak taştan farkı yoktur. İnsan hareket eder ama, bu hareketlerinde tamamen kendi ihtiyârı olmaksızın; mecbûri, ızdırâri bir şekildedir ki Allah'ın (onun) hakkında dilemesi ile hareket etmek zorundadır, kulun kendi iradesi yoktur. Cebriyye, bu ifadesi ile kuldan sâdır olan her türlü fiîli Allah'a atfederek, kendilerini temize çıkarmaktadırlar. Halbuki onların bu inancının birçok yönden akla, mantığa ve gerçeğe aykırı bulunduğunu bizzât müşâhede etme imkânımız vardır.
'İ'TİZÂL' fikrinde ise, Allah Teâlâ kulunun fiîline karışmaz. Onu sonsuz bir kudretle techîz etmiştir. Kul dilediğini yapabilir. Yani kendi fiîlinin hâlıkıdır. Bu da birçok yönden bâtıl bulunmaktadır. Zirâ akıl, mantık ve gerçek dışıdır.
Sünnet ehli ise, bu fikre de saplanmamış; Allah'ın yaratıcılığını kabul ederken, kulun da kazanma yeteneğini inkâr etmemiştir.
O bu haliyle ifrât ve tefrît arasında istikâmetini bulmuş, bütün bâtıl ve fâsit inançlardan uzak olarak yerini tespit etmiştir. Artık selefimiz ve bizler 'Sırât-ı mustekîm' derken bu yolu yani; Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat yolunu anlamakta ve böyle telakkî etmekteyiz. Bunun dışında kalan ve ifrât - tefrîtin müdâfîleri olan aşırı uçlara iltifat etmemekte, 1400 küsur senedir Selef-i Sâlihînin ve Dîn-i İslâm'ın gerçek savunucusu ve hizmetkârı olan kahraman ecdadımızın hayat kaynağı ve can iksiri Ehl-i Sünnet yolundan, taviz vermeden yürümekteyiz. Allah'ın izni ve irâdesi yardım ve inâyeti bizi takip ettikçe de yürümemize devam edecek bıkmayacak ve usanmayacağız. Süt nasıl ki barsaklarda kanla pislik arasından karışmadan ve bunlara sürülmeden Allah'ın izni ile ayrışırsa , "Şüphesiz sizin için hayvanlarda da büyük bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz. (Nahl, 66)" ve bedenler için sâfî bir gıda olursa fışkı ve kan mesâbesindeki Cebr ve İ'tizâl'den ayrılır saf ve berraklığı ile, gönüllere ve mahalli îman olan kalbe hayat ve şifâ verir.
O'nun yani Ehl-i Sünnet'in bu özelliği ile, inanmış insanların büyük gurubu azâb-ı elîmden kurtulup Naîm Cennetlerine ehil olmuşlardır.
FEYİZ 2:
"Müsbet düşünelim, müsbet söyleyelim, müsbet hareket edelim."
Zamanımız fitne ve fesâdın bol olduğu, kendine uygun zemin bulduğu ve yayılmaya müsait durumların hazır olduğu bir devredir. Yukarıdaki bu güzel ve esrarlı söz,toplumu nazara alarak, düşüncede, sözde ve harekette hep müsbet olmayı; olumlu davranıp menfî olan tutum ve davranışları bırakmayı,çevreyi telaşlandıran, huzuru ve sükunu bozan şeyleri terketmeyi, söylememeyi ve hatta düşünmemeyi tavsiye etmektedir
Basîretsiz ve uyanık davranmayıp olana bitene ve çevresine bakmayıp, safça;neticenin nereye varacağını îtibâra almadan hareket eden kimseler,sağa sola pervasızca, şuursuzca gidip gelen, henüz gözü açılmamış hayvan yavrularına benzer.
Müsbeti ele almak, müsbetten hareket etmek, nazara daima müsbeti vermektir. Çünkü insan fıtratı nefiyden ziyade isbattan hoşlanır. Müsbet yolu tutmak her zaman için müsbet netice getirir. Müsbet yolda sevgi vardır, müsbette saygı vardır. Müsbette şefkat ve hoşgörü vardır.
Fitne ve fesattan korunma ve kaçınma, düşüncede, sözde ve harekette olmak üzere üç mertebede gerçekleşir.
a)Düşüncede Müsbet Olmak:
Herkes hakkında iyi düşünmek , her olayı iyi yorumlamak kişiyi rahatlatır. Kötü düşünmek, hâdisatı şer olarak tefsir ve te'vîl etmek kişiyi karamsar ve huzursuz yapar. Karşılaştığımız olaylar ve kişilerden de kötü ahkam çıkarmak, onları uğursuz saymak dinimizde merduttur.
İnsanın fikri zikrini oluşturur. Zikrin mahalli ise kalptir. Kalp bir ayna gibidir. Nazargâh-ı rabbanî olmaya da mir'at-ı şeytan olmaya da müsâittir.
Müsbet düşünmenin hikmeti özellikle zamanımızda ortaya çıkmaktadır. Çünkü zamanımızda düşünceleri okuyabilen modern aletler keşfedilmiştir. Kafalarımızdaki gizli fikirler artık gizli tutulamayacaktır. Şayet kafamızda menfi bir düşünce varsa bunun öğrenilmesiyle kişinin şahsına ve etrafına zarar vermesi kaçınılmaz olur. Bunun için de en iyisi kafalarımızda menfî düşünceleri barındırmamaktır.
b)Sözde Müsbet Olmak:
Bilindiği üzere söz lisanımızın malıdır. Lisan ise kalbin tercümanıdır. Bundan ötürü sözde müsbet olmak,fikirde müsbet olmaktan daha önemlidir. Sözlerimizi söylemeden evvel, onu nasıl ifade edeceğimizi düşünmeli, sonra da onu ham olarak değil de tam olarak ifade etmeli ki sözlerimiz arzu edilen hedefe ulaşsın. Aksi takdirde ağızdan çıkan bir söz hiçbir zaman geri gelmez.
c)Harekette Müsbet Olmak:
Hareketlerimizin müsbetliği konusu bize, dinimizde çok önemli bir esas olan ihlâs mevzuunu hatırlatmaktadır. Bir bakıma ihlâs ile hareketteki müsbetlilik aynı anlamı tazammum etmekte ve aynı meseleyi ifade etmektedir. Çünkü ihlas deyince hatırımıza samimiyet, paklık, arınmışlık gibi üstün değerler ve ulvî hareketler gelmekte; yüksek değerli, kutsal olan bir husus gözümüzün önüne serilmektedir.
Hareketteki müsbetlik, fikirde ve sözde olan müsbetlikden çok daha önemli görülmektedir. Çünkü düşünce ve sözde müsbet olunmadığı takdirde doğacak sonuç, genellikle sahibini ilgilendirmektedir. Ama fikrin ya da sözün fiiliyâta dökülmesiyle şahıs, ferdiyetten ikiliğe, cemiyete dönüşmekte, dolayısıyla hareket başkalarını ilgilendirir duruma gelmektedir.
19. FEYİZ
"Mesâil-i Diniyyenin usûlen olsun fürûen olsun, hepsinin derin hüccetleri, bürhânları ve parlak felsefeleri vardır. Basit gösterenler yanılıyorlar."
Bismillahirrahmanirrahim.
Ey yerlerin ve içindekilerin,
Ey göklerin ve özündekilerin,
Ey ötelerin yegâne güçlü yaratıcısı ve yöneticisi,
Ulu Rabbimiz!
Sen varsın ve birsin, sana denk olabilecek hiçbir varlık ve güç yoktur. Öteler ve beriler hep senindir. Hep senin dediğin oldu ve senin fermanların yerine gelecek.
Affını ve bağışını, fazilet ve ihsanını isteriz. Sen daima vermeyi sever affetmeyi istersin. Razı olduğun şekilde muradına bizleri râm eyle Allah'ım. Âmin.
Mehmet Feyzi Efendi Hazretleri bu cümleleri ile, dini konuların ve temellerin basite alınmasının, yüzeyden incelenmesinin birer yanılgı olduğunu anlatmak istemişlerdir. Şer güçlerin Din-i Mübin'i sinsice, kurnazca aslından uzak hale getirdiklerini, Müslüman kesimi buna alet ettiklerini bildirmişlerdir. 'İslam akılcıdır, İslam barışçıdır' gibi sözler, dini küçümsemek ve onu heybetli, azametli görünümünden, parlaklığından, nûrâniyetinden uzak bırakmak demektir. Zira Efendi Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
"Güzel ahlak ancak, kendisinde şuab-ı îmâniyyesini (imanın kısımlarını) ikmal etmiş, kemal-i iman sahibi bir müminde tasavvur olunur."
Mesâil-i Dîniyye:
- 'Dini ilgilendiren konular nedir?' sorusuna:
- 'İnsanı ilgilendiren konulardır' cevabını verebiliriz. Zira din deyince insanı, insan deyince dini hatırlarız. Din insanın varlığı ile ortaya çıkmıştır.
İlk insan ve Din:
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem aleyhisselam'dır. O yeryüzüne indirildiği zaman maddî, manevî ihtiyaçları oluşmuştur. Onu yoktan var eden yüce varlık, ihtiyaçlarını karşılaması için ona ilâhî tâlîmâtı ifade eden bir takım sayfalar vermiştir. İnsanlara dini esasları oluşturan kitaplar, peygamberler gönderilmiştir. (Yunus 57)
Din, insan ihtiyacının yegâne cevabı olduğu için hiçbir toplum onsuz hayatını sürdürememiştir. Yalnız, bu ulvî ve kutsî ihtiyaçlar, yer yer ve zaman zaman şeytânî, nefsânî müdahalelere maruz kalmıştır. Bunlardan bazısı, insan denilen şerefli, izzet ve haysiyetli varlığı, kendisinden daha âdi, hiçbir değeri olmayan varlıklara boyun eğdirmeye çalışmışlardır. İşte bunların kölesi haline gelen bu insanlar cehennem denilen elem verici azâb yerine doldurulacaklardır.
Dinin, şeksiz ve şüphesiz gerçek temeli KURAN'dır. Bu itibarla Kur'an-ı Azimu'ş-şan bir bütündür. Onun, değil bir hükmünü, bir harfini dahi inkâr etmek kişinin tamamen inançsız kalması demektir.
Din-i İslam'ın Meseleleri:
Dinin meselelerinin çerçevesi insan hayatını bile aşan evrenin ötesine ve hatta sonsuz âlemi içine alan bir genişliğe sahiptir. Bu itibarla insan denen biz dinden uzak bir hayat süremeyiz.
İslam dininin meseleleri, başlıca üç ana grupta toplanabilir:
(A) MABDE, (B) HAL, (C) MEAD.
(A) MABDE: Başlangıç.
Varlıkların mevcutluk vasfını kazanmaları evvela ruh ve melekût açısından olmuştur. Her varlığın Hakk'a ve Rabbe bakan, ondan gelen emirlere kulak veren ve algılayan yönüne RUH veya MELEKÛT denir. Varlıkların takdir edilişi irade safhasında oluşmuştur. Onlara ruh ve vücud verilmesi de icad safhasında olmuştur.
(B) HAL SAFHASI:
Cinlerin, insanların, yerlerin ve göklerin arş ve kürsînin yaratılma safhalarına denir. Bu mükemmel, eşsiz ve şaheser nizam ve intizam göstermelik ve oyun olsun diye yaratılmamıştır. (Müminun 115, Duhan 3)
Kur'an-ı Kerim, alabildiğine uzanan yer yüzüne, dağlara, ağaçlara, hayvanlara, akarsulara, denizlere, gemilere, bulutlara, yıldızlara ve bütün kainata nazar ve fikir salınmasını ve derin derin düşünülüp ibret alınmasını emretmektedir. İnsan ve cinler, yüce Rablerine kulluk etmeleri için yaratılmışlardır. (Zâriyât 56-57)
Beden ve dünya aşağı bir mertebedir. Çünkü bu mertebe zıtların bir arada bulunduğu, necaset, habaset, küfür, isyan, nifak, nefis ve şeytan gibi ilâhî hissiyatı rencide eden güçlerin yer aldığı bir mertebedir. İnsan bir bataklığa düşmüştür. Nereye geldiğini fark etmeden gözünü bu yabancı âleme açmıştır.
İşte bu denli garip ve yabancı bir yolcu olan insana peygamberler, kitaplar ve din ile ilahi mesajlar bildirilmiştir. Saadet yurduna tekrar nasıl dönüleceğini anlatan, yol gösteren bu uyarıcılar gönderilmiş. Bu harika yaratıcı güce inanmaları, onu inkâr etmeyip eş koşmamaları emredilmiştir. (Enbiya 30-31-33) İnsanın ilk yaratılışı, öldükten sonra tekrar dirileceği Kelâmullah'ta anlatılmaktadır. (Fussilet 9-11; Hac 5)
Sidretü'l-Münteha:
Yedi kat göğün üzerinde yer almaktadır. Meleklerin ve mahlûkatın bilgisi buradan öte geçememektedir.
Cennetü'l-Me'va: Bütün ulu meleklerin yerleştiği yer.
Nûn: Kelam-ı Alanın mürekkebi mesabesinde olan varlık.
Kalem-i A'lâ: Levh-i Mahfûz'a yazı yazan kalem. Yazanlar meleklerdir.
Levh-i Mahfûz: Korunmuş levha. Allah Teâlâ'nın takdir ettiği her şeyin yazılı olduğu korunmuş levha.
Kur'an'da, yeryüzünün dört günde, göğün iki gün içinde yaratılıp, sonra arşa yönelindiğinden bahis vardır. Dünyanın üzerindeki göğü yıldızlarla süsledi. Her türlü tehlikeden, şeytanlardan korudu. Eğer dünya üzerinde bu sema olmasaydı, bu günkü ilim adamlarının da kabul ettiği gibi zararlı gazlar, maddeler, parçalanan göktaşları dünya üzerine düşerdi.
Sahra: Yerin temelinde zalimlerin amellerinin yer aldığı ve adına siccîn denilen yerin adıdır.
Allah Teâlâ hazretleri her şeyi yarattıktan sonra arşı azama yöneldi.
Melek, Cin ve İnsanın yaratılış safhalarını ilgilendiren hadisler:
Melekler nurdan, cin ateşten, Âdem aleyhisselam ise Rabbimizin tavsif ettiği şeyden yaratıldı. (Müslim'den) İblis (şeytan) ateşten yaratılmış, Hin denilen melek kabilesine mensup. Melekler nurdan yaratılmışlardır. Cinler safi alevden yaratılmışlardır. İlk defa yeryüzüne yerleşen cinler orada bozgunculuk çıkardılar. Hin denilen meleklerden oluşan bir ordu ile iblis onlar üzerine gönderildi. Vazifeyi yerine getirince iblis gururlandı.
Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
-'Ben kuşkusuz yeryüzünde bir halife yaratacağım.' Melekler hayretle:
-'Cinler gibi fesat çıkaracak kan dökecek birisi mi?' dediler.
Yüce Allah da:
-'Ben sizin bilmediklerinizi biliyorum' buyurdu.
Sonra topraktan Âdem aleyhisselam'ı yarattı. Allah Teâlâ, Âdem aleyhisselam'a ruhundan üfledi. Kan ve et oluştu. Bu oluşum tamamlanmadan Âdem aleyhisselam kalkmak istedi, beceremedi. Bu, insanın aceleci olduğunun işareti idi. (İsra 17) Üfleme işi bitince Hz. Âdem aksırdı.
-Alemlerin Rabbi'ne hamd olsun' dedi.
Allah Teâlâ da ona:
- 'Allah Teâlâ sana merhamet et buyursun' dedi. Sonra da:
- 'Âdem'e secde ediniz' buyurdu.
Melekler secdeye vardılar. İblis secde etmedi ve büyüklendi. Cenab-ı Hakk da onu rahmetinden uzak bıraktı. Hz. Âdem aleyhisselam'a her türlü ismi öğretti.
Âdem Aleyhisselam'ın zürriyetinin zerreler (atomlar) halinde yaratılışı:
Allah Teala Hz. Âdem'in sırtından çıkardığı zürriyetleri parçalara ayırarak ondan bir nesil çıkardı ve sordu:
- 'Ben Rabbiniz değil miyim'? dedi:
Onlar da hep birden:
- 'Evet Rabbimizsin dediler.'
Bu cevap bir ahit olarak Haceru'l-Esved'e tevdi edildi. İşte bunun için Haceru'l-Esved kıyamette tanıklık edecektir.
Allah Teâlâ, Hz. Âdemi'in zürriyetinin bir kısmını cennetlik, bir kısmını cehennemlik yarattığını bildirdi. Hz. Âdem ve Hz. Havva cennette safa içinde yaşarlarken, şeytan hırsından çatlıyordu. Onların cennetten çıkarılıp atılmaları için fırsatlar kolluyordu. Vesvese vermeye başladı. (Araf 20-25'nci ayetler)
"Bu ağaçtan yerseniz melek olacaksınız yahut cennette temelli kalacaksınız, ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin etti. Onlar da bu yemine kanarak yasaklanan ağaçtan yediler. Bu meyve hakkında farklı görüşler vardır: Üzüm, buğday, başak, hurma, zeytin, incir, ilim ağacı, v.s. gibi.
Âdem ve Havva'nın yeryüzüne dönmeleri:
Âdem ile Havva o ağaçtan yedikleri için cennetten çıkarılıp yeryüzüne indirildiler. (Bakara 38-39)
Hz. Âdem ile Hz. Havva cennette ne kadar kaldı?:
Cennette 130 sene veya 43 sene kaldıkları rivayetleri vardır.
Hz. Âdem bir avuç cennet yaprağı ile Hindistan'a indirildi. O yaprakları orada bıraktığı için çok güzel kokulu misk onlardan hâsıl olmuştur. Hz. Havva Cidde'ye indirildi.
Başka bir rivayette Hz. Âdem'in Safa, Hz. Havva'nın Merve'ye indirildiği söylenir. Bu mübarek iki insan pişmanlıklarını dile getirdiler. Çok üzülüp 200 sene ağladılar. 40 sene ne yiyip ne içtiler. Hz. Âdem şöyle dua etti:
- "Ya Rabbi, beni Muhammed (s.a.v.) hakkı için bağışlamanı diliyorum. Bana can verdiğin zaman ben onun ismini Arş-ı Azam'da senin isminle beraber gördüm. 'La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah' yazılı idi. Bunun için onun, senin en sevgili kulun olduğunu anladım."
Yüce Allah (c.c.) da buyurdu ki:
- "Doğru söylüyorsun, o bana en sevgili olandır. Onun için seni bağışlıyorum."
Yeryüzünde ilk yemek ilk elbise:
Yüce Allah Âdem aleyhisselama:
- "Beyti bina edip onu tavaf et" buyurdu.
Böylece haccın gerekliliği öğretildi.
Cebrail aleyhisselam yasaklanan ağaçtan, yedi buğday tanesi getirdi. Hz. Âdem bunları ekti. Onlar hemen büyüyüp çoğaldı. Zorlu bir çalışma ile onları yiyebildi. (Taha Suresi 117)
Hz. Âdem'in ilk giydiği elbise de koyun yününden idi. Hz. Havva ile onu eğirip elbise ve başörtüsü dokudular.
Şayet Havva olmasaydı:
Hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur:
- Eğer, İsrâiloğulları olmasaydı yemek bozulmaz, et de kokmazdı. Havva olmasaydı, hiçbir kadın kocasına itaatsizlik edemezdi.
Etler, İsrâiloğulları'ndaki kötü huylu insanların yüzünden, onları gizledikleri için kokmaya başlamıştır.
Hz. Havva validemiz de yasak ağaçtan yemesini telkin etmiştir.
Hadisi şeriflerde deniliyor ki:
- Kadın olmasaydı erkek kesinlikle cennete girerdi.
Yeryüzünde ilk fesat hareketi (anarşi):
Hz Âdem ve Hz. Havva tövbeleri kabul olunduktan sonra bir araya gelip huzur içinde yaşadılar. Bir kız, bir erkek olmak üzere ikiz çocukları olmaya başladı.
İlk doğan erkek: Kabil,
İlk doğan kız: İklima idi.
İkinci doğumdaki erkek: Habil,
İkinci doğumdaki kız: Lebuda idi.
Artık boy boy dizi evlatlar yetiştiriyorlardı.
Çocuklar büyüdükleri zaman Hâbil'e hayvanlara bakma görevi verilmiştir. Çünkü o çok merhametli şefkatli idi. Kâbil'e de toprakta ekip biçme görevi verilmişti. Çünkü onun yüreği katı ve sert idi.
Hz. Âdem bir gün oğullarına dedi ki:
- "Her erkek kendisi ile birlikte doğmayan bir kızla evlenecek. Kendisi ile doğanla evlenemez. O haramdır" dedi.
Kabil bu taksim şeklini beğenmemişti. Onun gönlü kızların en güzeli İklima'da idi.
- "Ben, bir başkası ile evlenemem. İklima hususunda beni zorlamayın" dedi.
Hz. Âdem aleyhisselam en büyük oğlunun böyle konuşmasına şaşırıp kalmıştı. Yoksa iblis yine iblisliğini mi yapıyordu?
Daha sonra Hz. Âdem oğullarına:
- "İkiniz de Allah'a kurban takdim ediniz. Hanginizin kurbanı kabul olursa o haklıdır" dedi. (Maide 27)
O zamanlar Allah Azimüşşan kurbanı kabul ederse onu yakıveriyorlardı. Bu tecelliye razı oldular. Kurbanlarını Mekke'nin Safa tepesine bıraktılar. Kâbil beğenmediği arpa, buğday saplarından bir demet yapıp getirmişti. Hâbil ise koyunlarının en güzelini getirmişti.
Hâbil'in kurbanı yanmış, Kâbil'inki meydanda kalmıştı. Kâbil Allah'ın takdirine boyun eğmedi. Haset damarı çatladı. Hâbil'in peşinden gelmiş, bakmış ki, kardeşi hayvanlarını otlattığı yerde uyuyor. Şeytan ortaya çıkarak ona akıl vermek için bir hayvanı yakaladı. Başını bir taş üzerine koydu. Sonra bir başka taş alarak başını vura vura ezdi. Kâbil bunu seyrediyordu. Neticede aynı şekilde o da kardeşini öldürdü. (Maide 30-31)
Kâbil korkunç bir cinayet işlemişti. Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere ona, yeri eşeleyen bir karga gönderdi.
- "Bana yazıklar olsun. Kardeşinin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım" dedi.
Hz. Âdem aleyhisselam da Kâbil'i yanından kovmuş, ona beddua etmiştir. Kâbil kovulduktan sonra kardeşi İklima ile Yemen taraflarına gidip ateş gede olmuşlar. Ve daha sonra oradan gelen geçen herkes tarafından taşlandıkları zikredilmektedir. Sonunda kendisi de kör bir oğlu tarafından taşlanarak öldürülmüştür. Böylece mukaddes bir adaletin yerine geldiğini görüyoruz.
Hz Âdem ve Hz. Hava'nın sonları:
Rivayetlere göre; Âdem aleyhisselam nüfusundan 400 bin evladını gördükten sonra vefat etmiştir. Yeryüzünde 957 sene, Cennet-i Ala'da 43 sene yaşayarak, 1000 sene ömür sürmüştür. Vefat edince melekler tarafından yıkanmış, kefenlenmiş, güzel kokular içinde tabuta konup namazı kılındıktan sonra kabrine indirilmiştir. Böylece melekler ölenler hakkında yapılması gereken vazifeleri Âdemoğulları'na göstermişlerdir.
İlk gömüldüğü yer hakkında iki rivayet vardır:
1- Hindistan'da bir dağ eteğinde,
2- Mekke'deki Ebu Kubeys dağında.
Hz. Havva da aynı sene içinde vefat etmiştir.
Nuh tufanında cesetleri bulundukları yerlerden tabutlar içinde gemiye alınmış ve sonra Beytulmakdis'e defnedilmiştir. Şeytan Kâbil'in ateşe tapmasına da muvaffak olmuştur. Kardeşinin kurbanının yandığını hatırlatmıştır. Böylece Allah'tan başkasına tapan ilk insan da Kâbil olmuştur. Kabil'in cehennemde insanların lideri, Şeytan'ın da cinlerin lideri olacağı rivayet edilmektedir.
Hz. ŞİT (ŞİS) PEYGAMBER:
Hâbil öldürüldükten sonra Hz. Adem aleyhisselam ve Hz. Havva, Hz. Şit Peygamberi tek olarak dünyaya getirmişti. Şis: Hibetullah, "Allah'ın hediyesi" anlamındadır. Hâbil'in yerine Allah'ın verdiği armağandır. Hz. Âdem'in Peygamberlikteki vekili idi. Kendisine elli sayfalık bir kitapçık nazil olmuştur. Hz. Âdem'den sonra nübüvvet verilen ilk şahıs olmuştur. İlk defa kalemle yazıyı o yazmıştır.
Yemen illerinde günahlara dalan Kâbil'in evlatları ile mücadele etmiş ve onları yeryüzünün başka yerlerine sürmüştür. Başka bir rivayette de Kâbil'in soyunun Nuh tufanında yok olduğu, sonra gelenlerin Şit aleyhisselamın evlatları olduğu bildirilmektedir. Bir rivayette Hz. Peygamber; 124 bin evliya olduğunu, bunun 313'ünün resul olduğunu ve resullerin ilkinin de Hz. Âdem aleyhisselam olduğunu beyan buyurmuşlardır.
(C ) MEÂD SAFHASI: (Nihâyet):
Kıyamet denen büyük ölüm hadisesi ile başlayan kabir, haşir, hesab, kitab, mizan, sırat, cennet, cehennem gibi uhrevî meseleleri içeren safhanın adıdır. Bu safha, insanoğlunun daima merak ettiği ilgi duyduğu konulardandır. İslam dini bu konulara gereken cevabı vermektedir.
Ölüm istesek de istemesek de gerçekleşecektir. Bu yolun yolcuları kendilerini almaya gelenlere kuzu gibi teslim oluyorlar. Sadece gözlerini yumup, hareketsiz bir eda ile gürültüsüz, patırtısız yola revan oluyorlar. Sanki arkalarından bizim de gelmemizi istiyorlar.
Sanki huzur dolu bir kapıdan giriyorlar. Gördükleri tablonun etkisi ile gözlerini kapatıp dillerin kilitliyorlar. Mutlak otoritenin hâkim kılındığı bir ortama girdikleri belli oluyor. Zira neşe ile hoplayıp zıplamıyorlar. Yahut elem ile bağırıp çağırmıyorlar. Kuzu gibi kendilerine gösterilen makamda yerlerini alıyorlar. Tabi ki dehşetli bir tablo ile karşılaşanların çehreleri donuk ve sönük oluyor.
KIYAMET:
Bir hayatın başka bir hayatla değiştirilmesi veya bir hayatın bitirilip diğer bir hayatın başlatılması olarak görebiliriz. Ölüm sonsuz bir yokluk değildir. (Mülk 2) Kıyamet iki kısımda incelenebilir. 1- Kıyameti Suğra (Küçük Kıyamet) 2- Kıyameti Kübra (Büyük Kıyamet)
1- Kıyamet-i Suğra (Küçük Kıyamet):
İnsandan ölüm denen gerçeğin zuhur bulmasıdır. Cansızlık halidir.
Canlılığı oluşturan fonksiyonlar iki kısımdır:
a) Ruhi olanı,
b) Bedeni olanı.
A- Ruhi fonksiyonları oluşturan tecelliler:
1-Hayat tecellisi:
Canlılık ve hareketlilik fonksiyonlarının kazandırılmasıdır. Doğuş Hayy, ve tekrar dirilme Muhyi isminin tecellileridir.
2- Halk tecellisi:
Yoktan vücuda getirmesi.
3- Rızık tecellisi:
Yiyecekler vasıtası ile tezahür eder.
4- İlim tecellisi:
Yaratılan varlığa mertebesine göre ilim verilmesi.
5- Hidayet tecellisi:
İlim verildikten sonra takip edilecek yol anlatılır.
6- İşka tecellisi:
Varlıkların bir başkası tarafından hedefinden şaşması için müdahale edilmesidir. Allah'ın onu hedefinden saptırması halk ile olmuştur. Atom bombası ve zehir fıtraten zararlı olmadığı halde, insanların fesat muamelesi onu zararlı yapmıştır gibi.
7- İmraz tecellisi:
Hastalık halidir. Şifa tecellisi zuhur bulmadıkça hastalık iyileşmez.
8- İşfa tecellisi:
Şifa tecellisidir. (Şuara 80)
9- İbka ve İdhak tecellisi:
Varlığın ağlatılma ve güldürülme tecellisidir. (Necm 43)
10- İğna ve İgna tecellileri:
Fakirlik ve zenginlik tecellileridir. (Necm 94)
11- İlhak ve imâte tecellileri:
Perişan edilmesi, öldürülmesi gereken varlıklar için yapılan tecelliler. (Necm 44-50; Bakara 253)
12- İhya ve Ba's tecellileri:
Ölen varlıklara tekrar dirilik bahş etme tecellisidir.
Muhammed Feyzi Efendi hazretleri bu hususları heybetli bir tavırla anlatırlarmış. Bu konuda şunları söylemişler:
"Allah Teâlâ hazretleri her anda bir şandadır. Her an bir işle meşguldür. Bir işi yaratırken diğer işler onu engellemez."
B-Bedeni olan fonksiyonlar:
Hayata etki eden varlıkların zuhur bulması. Bedende görülen haller. Mikrop ve haşarât ile besinlerin bozulması. Dinimiz hem helal hem de temiz olan yiyeceklerin yenmesini emretmiştir.
2-KIYÂMET-İ KÜBRA:
Evren ve içindeki her şeyin hayat damarlarının kesilmesidir. Kıyâmet bizim anlayış sahamıza göre aniden gerçekleşecektir. Her şey toz dumana karışıp bitecektir. Uçsuz bucaksız gibi görünen bu kocaman âlemin ölümü kolay olmayacaktır. Çıkaracağı sesle içindeki tüm varlıkların ödünü koparıp, canını çıkaracaktır. (Naziât 34; Abese 33)
Kıyameti Gerekli Kılan Sebepler:
En önemli sebep; Allah Teâlâ'nın o şekilde istemesi ve takdir buyurmasıdır. Çünkü o her dilediğini yapan iradedir. (İbrahim 27) Yaptığı işte bir sebep göstermeye mecbur değildir. Ancak O, çok merhametli bir zat olduğu için sebep gösterir. (Bakara 207)
Kâinâtın ölümüne bazı sebepleri koymuştur.
a) Her varlığa bir ecel tayin etmiştir. (Taha 129) Onun tayinlerini bozabilecek hiçbir güç yoktur.
b) Her yarattığı varlığa eceline uygun rızk takdir etmiştir.
c) İmtihan gayesine ulaşmış, vasıtalara gerek kalmamıştır. Haklı ile haksızın ayrılması.
d) Kâinâtın bu hali ile insan ve cinlerin her ihtiyaçlarına cevap verememesi, ölümsüz olmak. Hasta olmamak. Göklerde uçmak gibi.
Allah Teâlâ insanı bitmek bilmeyen arzular ile yarattı. Bu âlemi de onun her istediğine cevap vermeyecek biçimde eksik kıldı. Gerçek yurdunu, karargâhını unutmaması için böyle yaratılmıştır.
e) Cenâb-ı Mevla Hazretleri bu âlemde cemâli ile tecelli bulsaydı ne güneş kalır, ne ay, ne yıldız, ne dağ, ne insan v.s. hepsi erir giderdi.
Yüce peygamberimiz buyurmuştur ki:
"Allah Teâlâ bu alemde tecelli buyursaydı yeryüzünde hiçbir canlı hayati seyrini sürdüremez, derhal helak olurdu." Bunun için Allah Teâlâ'nın yüce sıfatlarının bize yansıtılması tam olarak zuhur bulması için bu âlem yetersizdir. O halde yeterlisi lazımdır. Ceza işleyene, yani günahkâra cezası hemen verilseydi imtihan sırrı kalmazdı.
f) Kâinâtta eskime, pürsüme kanunu vardır. Eskiyen, yıpranan bir şeyin yenilenmesi insan tabiatının gereğidir. Allah Teâlâ da eskiyen mülkünü yıkarak yenisini yaratacaktır.
g) İnsanoğlunun yapısında bir şeyden çabucak bıkma usanma özelliği vardır. Yeni şekillere yeni varlıklara ihtiyaç vardır ki, bu surette ilgisi bilgisi heyecan tazelensin.
h) Kıyâmet yaklaşırken yeryüzünde; hayır, hasenat, ibadet kalkacak, putlara tapılıp, zevk ve sefa sürülerek, Allah Allah (c.c.) diyenler kalmayacak. Allah Teâlâ da böyle şerli kimseleri kendi yurdunda fazla barındırmayacak, yerin altını üstüne getirecektir. Efendi Hazretleri, bu dönemde yaşayanlara insan dahi denilemeyeceğini, olsa olsa "nesnas" denilebileceğini ifade etmişlerdir.
Kıyâmetin ve İnsanların Ecellerinin Gizlenmesindeki Hikmetler:
Allah Teâlâ'nın kullarından çok önemli şeyleri gizlemesi yine onlara rahmet içindir. Bir şeyin vakti biliniyorsa ona uzak olan tembellik gösterir. Yakın olan da vakit doluyor korkusu ile aceleci olur.
"Teenni Allah'tan acele ise şeytandandır" buyrulmuştur.
Gizlilik imtihanda esastır.
Ecel gibi, bir şeyin varlığını kesin beyan etmek, kadere inancı da sarsar. Ecelin gizli tutulması ile insanlar daha uyanık olurlar. Cenâb-ı Mevla'nın Kadir Gecesi'ni, Cuma'daki makbul saati, insanlar arasında veli kullarını gizlemesi hep bu esaslara göre olmuştur. İnsanlar genelde gizli olan şeylere daha çok dikkat ederler. İlgi ve merak duyarlar. Kıyâmetin bir diğer adı da "saattir". Ona saat denilmesinin sebebi, her an ve her zaman beklendiği, gizlendiği ve dikkat edildiği içindir.
Kıyâmet alametleri:
M. Feyzi Efendi hazretleri, mümin fertlerin her fırsatta şuurlu olmaları gerektiğini, vukuat karşısında hassas bir eda ile kendilerini hazırlamalarını tavsiye etmişlerdir.
Yüce Rabbimiz kelamında:
Kıyamet hadisesinin, sanki hemen şu anda olmak üzereymiş gibi zihinlerde canlı tutulmasını sağlamıştır.
Yüce peygamberimiz:
"Şu on büyük alameti görmediğiniz sürece kıyamet kopmayacaktır" buyurmuştur.
Bu hususları şöyle saymışlardır:
1- Duman,
2- Deccal,
3- Dabbe(tu'l Arz),
4- Güneşin batıdan doğması,
5- İsa aleyhisselamın inmesi,
6- Ye'cuc ve Me'cuc,
7-8-9- Doğuda, batıda ve Arap yarımadasında yer batması hadiseleri,
10- Yemen'de (Aden bölgesinden) bir ateşin çıkıp insanları belli bir merkeze sürüklemesi),
Diğer rivâyetler:
İnsanı denize atan rüzgârın çıkması. Hicaz'dan ateş çıkması, Şam'a doğru yayılması.
Küçük Alametler:
1- Cehaletin dönmesi,
2- Yasaklanan fiillerin çoğunun yapılması,
3- Farzların çoğunun terk edilmesi,
4- Hadis ve ayetlerin inkârı,
5- Zina ve fuhşiyyâtın açıkça yapılması,
6- Şarap içme kumar oynamanın çoğalması,
7- Adam öldürmenin çoğalması,
8- Erkeklerin azalıp kadınların çoğalması,
9- Âlimlere itibar edilmemesi,
10- Câhil kimselere hürmet edilmesi. Zenginliğinden ve makamından dolayı fetvalarının kabul edilmesi,
11- Lut Kavmi'nin çirkin fiillerinin işlenmesi,
12- Kuraklık ve fakirliğin baş göstermesi,
13- Rahat ve konforun yaygınlaşması,
14- Uzun binaların çoğalması,
15- Ayak takımı kimselere yüksek makam verilmesi,
16- Emanete hıyanetin çoğalması,
17- Sözüne güvenilecek kişilerin çok azalması,
18- Cami ve mescidlerin süslenmesi. İçlerindeki seslerin yükselmesi,
19- İbadetlerin riya ve ucub içinde yapılması,
20- Sapık ve zelil kimselerin Kur'an ve ehâdîsden pasajlar okuyarak halkı doğru yoldan çıkarması.
Daha bunlara benzer çok alametler vardır. Allah Teâlâ cümlemizi, şuurlu ve hassas bir şekilde, gereği ile amel etmeye muvaffak buyursun. Âmin.
Kıyamet alametlerinden bazıları hakkında açıklama:
(1) DUMAN: ve tahlili:
Kıyametin vukuundan önce çıkacak olan bu duman, insanlık için çok çok tehlikeli ve apaçık elem verici bir özelliğe sahip olacaktır.
(Duhan (Duman) Suresi, Fussilet 11)
Günümüzde insanlık için büyük tehlike oluşturan, duman ve buharı andıran şeyler oldukça çoğaldı. Petrol ve onun yapılması ile elde edilen dumanlar, kömür ve benzeri yakıtların dumanları, yerin derinliklerinden çıkan dumanlar, atom santrallerinin havaya yaymış olduğu zehirler, Rusya'da patlak veren olay, bu santrallerden bir tanesidir. Bu atom santrallerinden sızan kısımlar yerleri, gökleri ve denizleri, içindeki varlıkları etkilemektedir.
Yeryüzünde ozon tabakası ile ilgili olarak, normalin üzerinde bir ısınma olacağı, kutuplardaki buzların bir kısmının eriyeceği, yeryüzünde çölleşme rüzgârlarının dehşet verici esintileri ile havada büyük çapta toz duman oluşacağı anlatılmaktadır.
Sigara illeti de bu dumanlardan olan necîs ve habîs bir nesnedir.
Azap ve gazabın yeryüzünde insanlar üzerine çökmüş bir timsali olan sigara dumanından kaçmış ve sakınmış olanlara ne mutlu. Yüce ihsanlar sahibi Rabbimiz bütün insanlığı, özellikle mümin kullarını, bu pis ve murdar dumandan kurtarsın. Âmin.
Yüce Rabbimiz cehennemi, dumanlarla dolu olan bir mekân olarak tavsif buyurmaktadır. Cehennemde dumanın çokluğundan göz gözü görmeyecek. Sigara da bu tabloyu yansıtmakta ve bu vasfı taşımaktadır.
(2) DECCAL:
(Bir tane değil birden fazla olacak.)
Gelecekte çıkacağı belirtilen deccal adındaki şahısların önemli vasıfları:
1- Deccal yalancı olacak.
2- Kafir olacak.
3- Karalayıcı, lekeleyici, iftira edici olacak.
4- Çürük olan birçok fikir ve düşüncelerini, saygı duyulan fikirlerin, düşünce ve inançların içerisine yerleştirecek.
"Zehiri altın tasta sunarlar" hesabında olacak.
5- Toplumun örf ve adetlerini, dinin hak olan birçok unsurlarını gericilik olacak gösterecek, anlatacaklar. Çürük, fakat ilgi çekici fikirlerle toplumun aklını, kafasını, özellikle yeni yetişen nesillerin kafalarını çelmeye, onları kendilerine benzetmeye çalışacaklar.
6- Din-i İslam'ın sadece ve sadece vicdani bir mesele olduğunu, dileyenin inanabileceğini, dileyenin inanmayabileceğini söyler. Dünya hayatını bir oyun ve eğlenceden ibaret görür. İnsanı hayvandan ayıran en ilgi çekici fark kaygı duyma özelliğidir. Geleceğini teminat altına almak için emek sarf etmeyen bir varlığın hayat felsefesi ne olabilir!
Namus mefhumunu hiçe indirecek. Toplumun ilahi değerlerini imha yoluna gidecek. Özgürlük, eşitlik, insancılık adı altında vesveseler vererek, müminlere sanki insânî muamele görmüyorlarmış havası verecek. Milleti; faize, rüşvete, kumara alıştıracak.
9- Faiz veren ve alan özel mekanlar tertip edecek, şeytânî bir metotla haram yedirecek.
10- İslam'ın ortaya koyduğu hukuk yasalarına gayr-ı insânî diyecek. Kendi arzu ve heveslerine uygun hazırlanan kanunları, Müslüman toplumuna zorla kabul ettirmeye çalışacak. Karşı çıkanlara ağır cezalar verilecek. Bu vasıflara sahip olan her fert, her kim olursa olsun, DECCAL adı ile anılmaya layık olmuştur. Zira Hazreti Peygamber (s.a.v.) birçok hadisleri ile ümmetini uyarmış, onlara, Deccal'a uymamalarını ve direnmelerini öğütlemişlerdir. Çünkü Deccal Peygamber düşmanıdır. Onun prensiplerini yıkmaya çalışacaktır. İslam'ın ve Müslümanların baş düşmanı olacaktır. O halde ona karşı çıkmak, onu reddetmek, ona düşman olmak her müslümana farzdır.
Yüce Rabbimiz DECCAL'in şerrinden bizleri korusun. Amin.
Deccal'e işaret eden ayetler: Kehf 56, En'am 93.
Bu ve benzeri ayetlerde, ilahi kaide ve prensipleri alaya alacak kimselerin geleceği işaret ediliyor. Daha da ileri giderek, kendilerinde ulûhiyet gören, tanrılık iddia eden deccallerin geleceğine işaret vardır.
Hadîs-i Şerif'te Deccal ve özellikler:
Bir rivâyete göre; Deccal'in sağ gözünün yılık vaziyette olacağı, kaşlarının arasında kâfir yazısı bulunacağı bildirilmiştir. Bu yazıyı müminlerin Allah (c.c.)'ın izni ile görecekleri, kâfirlerin göremeyecekleri anlatılmıştır. Yanında su ve ateş bulunacak, yani cennet diye gösterdiği kısım cehennem, cehennem diye gösterdiği kısım aslında cennet olacaktır.
Yine Deccal'in Mekke, Medine dışında her yere gireceği, 70 bin Yahudi'nin ona tabi olacağı bildirilmiştir. Peygamberlik iddia eden Deccal'lerin sayısı otuza yakın olacak, dört tanesinin de kadın olacağı bildirilmiştir. Yalnız ulemânın bildirdiğine göre, belli bir sayısı olmayıp, epeyce çok olacağı için böyle beyan edildiği açıklanmıştır.
Ulûhiyyet dava eden Deccal ise, bir tane olacak. Son derece harika hadiseler gösterecek. İnsanların kendisine toplanmasını sağlayacaktır. Diğer Deccal'lerin yapamadığını istidraç yolu ile gerçekleştirecek. Hz. İsa aleyhisselam yeryüzüne inip bu Deccal'i katledecektir.
Yüceler yücesi Rabbimizden (c.c.) bu muzırr ve şerli mahlûklardan bizleri korumasını, Peygamberimiz (s.a.v.) ve ashabının duaları gibi istiyoruz. Dua ediyoruz. O'na sığınıyoruz. Bizleri korusun. Amin.
(3) DÂBBETÜ'L-ARZ:
Hz. Musa aleyhisselamın asası ile Hz. Süleyman aleyhisselamın mührünü taşıyan tuhaf bir yaratıktır. Mühür ile müminlerin nurlarını, âsâ ile kâfirlerin burunlarını kıracak. İnsanların Hakk'a isyanı neticesinde ortaya çıkarak, iyileri bir çeşit mükâfâtlandırma, kötüleri belli bir ölçüde korkutma hareketleri yapacak. Başı bulutlara değecek kadar görkemli, havada uçacak şekilde kanatları olan, hayvana da benzeyen bir yaratıktır.
(4) Güneş'in batıdan doğması:
Güneş'in batıdan doğduğunu gören herkes iman edecek, fakat bu iman kendilerine fayda vermeyecek. Bu konuda Muhammed Feyzi Efendi Hazretlerinin anlattıkları bilgiler şöyledir:
Bu durumda imana gelenlerin imanı kabul olunmayacak. Ancak bülûğa ermemiş, yeni doğmuş olanların imanları makbul olacak. İman edenlerin hepsi, hadisenin düzelmesi ile yeniden eski hallerine dönecekler. Eskisi gibi çalmaya, çağırmaya devam edecekler. Radyo-televizyon gibi vasıtalar, bu olağanüstü kıyamet haberini, doğal bir hadise olarak haber vereceklerdir.
Müjdeler edecek, işlerin yeniden rayına oturduğunu söyleyip, eğlencelerine kaldıkları yerden devam edeceklerdir. Bu hadiseden hiçbir ibret almayacaklardır. Bundan sonra hayat çok az bir süre devam edecek, sonrası da Kıyamet-i Kübra (büyük kıyamet) olacaktır. Yüce Rabbimiz imdad eylesin. Amin.
(5) İsa aleyhisselamın nüzulü:
Hz. İsa aleyhisselam gökyüzünde, Allah Teâlâ'nın dilediği uhrevî niteliğe hâiz bir âlem içinde, hala hayattadır. O, Yahudiler'in dediği gibi, ölmemiş ve öldürülmemiştir. Yahudiler'in öldürdüğü kişi Hz. İsa aleyhisselama benzeyen bir Yahudi'dir. Hz. İsa aleyhisselam kıyametin yaklaştığı bir zamanda tekrar dünyaya dönecektir. Şam bölgesine ineceği rivayet edilir. Bu inişi ile ilahi gücü sergileyecek, fitne ve fesadı söndürecek, hakkı hukuku getirecek ve insanların dosyasını kapatacaktır. Hz. Peygamber'in soyundan gelecek, velayet dosyasını mühürleyecek bir şahıs olan Mehdi-yi Âl-i Rasul ile buluşacak, değerli görevler yapacak, Deccal-u Ekber'i katledecek, evlenecek, çoluk çocuk sahibi olacak, vefat edince, Hz. Nebi'yi Muhterem Efendimiz'in sağ yanına defn edilecek.
Hz. İsa'nın ref (uzaya yükseltilmesi) ve nüzulündeki (yeryüzüne indirilmesindeki) hikmetler:
1- Allah'ın her şeye kadir olduğunu göstermesi.
2- Allah'ın peygamberlerini düşmanlardan koruması.
3- Ölümsüz, sonsuz hayata inanmayanlara örnek olması.
4- Uzayın ötesinde kutlu bir hayatın oluşu.
5- Meleklerin varlığının duyulması. Hz. İsa aleyhisselam yeryüzüne iki melek ile inecek.
6- Deccal-i Ekber'i ancak peygamberin öldürebileceği.
7- İslam Dini'nin üstünlüğünü, Hz. Peygamber adına onun gibi bir liderin yapması.
8- Yahudi ve Hıristiyanlar'ın din konusunda yanıldıklarının anlaşılması.
9- Savaşların git gide harici silahlarla değil de, insan benliğindeki gizli güçlerle yapılır hal alması.
Ahir zaman ve fizik ötesi silahlar:
Bütün insanlık, maddi silahların kullanılmamasını istemekte, devletle de bu konuda anlaşmaya çalışmaktadırlar. Bütün bunlar belki de ileride insan bünyesinde depo edilmiş gizli güçlerin eğitilerek, ruhani bazı silahların kullanılmasına meydan verecek ve zemin hazırlayacaktır. İnsan denen varlıkta dağları yerinden oynatabilecek, göklere bile hükmedebilecek güçler mevcuttur. Bu güçler peygamberlerde mucize, firavunlarda istidraç yolu ile kendini göstermiştir.
Bu hususta İsa peygamberin (a.s.) seçilmesinin nedenleri:
Hz. İsa aleyhisselamın insanlık arasında çok yaygın ve bilinen ilahi vasfı, O'nun "ruhullah" olmasıdır. Kendisine beşer eli değmemiş bir anneden dünyaya gelmiştir. Hz. İsa aleyhisselam yeryüzüne indiği zaman, onda bulunan ruhani güç ile küfür ehli can çekişmeye başlayacak, iman ehli ise yepyeni hareket ve bereket dolu bir hayata başlayacaktır. Neticede İslam Dini'nin en sağlam din olduğu anlaşılacak, Müslümanların da en aziz varlıklar olduğu herkesçe kabul edilecektir.
Deccal-i Ekber'in öldürülmesi ile (Fetih 28) Arş-ı Azam üzerinde yazılı olan:
-"Kuşkusuz rahmetim gazabıma galip gelir"
Ferman-ı ilâhhiyye'si tahakkuk edecek, insanlığa dehşet veren devre, neşe ve güzellikle kapatılmış olacaktır.
(6) YE'CÜC VE ME'CÜC:
Ye'cüc ve Me'cüc denilen bu ifsatçı kavim; ateş gibi yakıp yıkan, uğradığı ve dokunduğu her şeyin hayati fonksiyonlarını dumura uğratan, bozgun ve azgınlardan oluşmuş bir cemaatin adıdır.
Ayet ve hadislerde beyan edilen çeşitli vasıfları:
Kelamullah'ta iki defa konu edilen bu kavim, daima şer ve fesat sıfatları ile anılmıştır. (Kehf 93-99; Enbiya 96-97) Bu bozguncu kavim, tarihin derinliklerinde de yeryüzünde Allah'ın salih kullarına olmadık eziyetler yapmışlardır. Küfür, zulüm ve dehşet saçmışlardır. Allah Teâlâ kullarının yalvarma ve yakarmalarını nazara alarak, onlara güç, kuvvet, velayet ve nübüvvetle desteklenmiş bir şahsı, Zülkarneyn alehyisselam'ı göndermiş ve bu şerli kavim belli bir süreye kadar set gerisinde hapsedilmiş, kıyamet yaklaştığı zaman yapılan set açılarak, bu şerli kavim yeryüzüne salıverilecektir. Dalgalar halinde yayılacaklardır.
Ye'cüc Me'cüc ve Türkler:
Zülkarneyn aleyhisselam iki dağ arasına rastladığı zaman, Ye'cüc ve Me'cüc fitnesine karşı kendisinnden yardım isteyen bir kavimle karşılaştı. Bu kavmin Türkler olduğu kaydedilmektedir. Türkler ona:
- "Mallarımızın bir kısmını sana vergi olarak verelim mi" dediler. Zülkarneyn aleyhisselam şu cevabı verdi:
- "Benim vergiye ihtiyacım yoktur. Ancak bana kuvvetinizle yardımcı olunuz da sizlerle onların arasına aşılmaz bir set yapalım." Beraberce çalışmaya başladılar.
Böylece muazzam set yapılmış oldu. Bu set Türk yurdunun sınırlarındadır. Bu sınırın berisinde Türkler yaşamaktadır. Bir bakıma bu sınırın bekçisi Türkler'dir. Zamanı gelince set yıkılacak, çok kalabalık ve sürüler halinde olan bu insanlar hayvan tipli haydutları andıracaklardır.
Hadis rivayetlerinde Ye'cüc ve Me'cüc:
Ye'cüc ve Me'cüc, Deccal ve Hz. İsa'nın zuhurundan sonra olacaktır. Allah Teâlâ'nın izni ile, Hz. İsa ve ona inananlar bu varlıkların şerrinden dağa çekilirler. Tüm vadilere Ye'cuc ve Me'cuc dağılır. Rastladıkları her şeyi yerler. Bütün suları içerler. Her yeri yakıp yıkarlar.
Hz. İsa gibi ruhani gücü ve Allah nezdindeki yakınlığı, mertebesi çok olan bir peygamberin yalvarması ile bu şerli kavim yok olacaktır. Yüce Rabbimiz bu korkunç yaratıkların şerrinden tüm inananları muhafaza buyursun. Amin.
(7) Yer Batmaları: "Husüf":
Muhammet Feyzi Efendi hazretleri, yer batmalarının maddi ve manevi olmak üzere iki sebebinin olduğunu beyan etmişlerdir.
Maddi sebepler:
Yeraltından çıkartılan yakıt maddelerinin yerlerinin boşalması ile olan batma.
Nükleer denemelerindeki patlamalar çok uzak yörelerde bile sarsıntılara neden olmaktadır. Zaman aşımı ile oluşan tahribat dünyamızın ayakta kalmasını sağlar. Dağlar, ağaçlar v.s. yıpranmaktadır.
Manevi sebepler:
Bu tür batmalar ve çökmeler dünyanın bir nevi ölüm habercisidir. Muhammed Feyzi Efendi hazretlerinin açıklaması:
- Yapılan sâlih ameller ulvi aleme doğru melekler ile yükseltilir. İşlenen günahlar ise yere çöker. Yerin merkezine doğru gider. Siccîn denilen yer altına giderler. (Mutaffifin 7; Araf 182; Kalem 44) Yeryüzü günahların ağırlığına dayanamayarak yer yer çökmektedir. Rabbimiz muhafaza buyursun. Amin.
Bu durumun nasslarla izahı:
Ayetlerde yer alan nasslar:
Birinci Nass: Rum Suresi'nin 41'nci ayeti celîlesinde, insanların işlemiş oldukları fesat hareketleri yüzünden, yeryüzünde ve denizlerde fesat hareketlerinin oluştuğu beyan edilmektedir. Kıtlık, yağmur ve ziraatta verimin azalması, insan ve hayvanların arasında sebebi bilinmeyen ölümlerin artması gibi.
İkinci Nass: Hicr Suresi 74'ncü ayetinde, Lut Kavmi'nin çirkin fiiline karşılık uğradıkları felaket anlatılmaktadır.
Üçüncü Nass: Meryem Suresi 88-91'nci ayet-i kerimelerde; "Allah (c.c.) (haşa) oğul edindi" inancına karşılık, yeryüzü dehşetli bir harekette bulunarak bu çirkin iftiraya lakayt kalmamaktadır.
Muhammet Feyzi Efendi'nin Açıklamaları:
- Âdem aleyhisselam ve evlatları, hangi ağaca uğrasalar meyve elde ederlerdi. Ta ki ademoğlu şirke cüret etti. "Rahman evlat edindi" iddiasında bulundu. İşte o zaman yeryüzü ürperdi ve ağaçlarda diken oluştu.
Dördüncü Nass: Ankebut Suresi 40'ncı ayet-i kerimede çeşitli azap şekilleri anlatılmaktadır. Meryem Suresi'nde geçen "tekâdu" kelimesi yaklaştı anlamındadır. Günahlardan dolayı yeryüzünde oluşan çatlamalar, yıkılmalar kıyametin yaklaştığını bildirmektedir. Yer batmalarının en önemli sebepleri arasında insanoğlunun dağları, denizleri ve hatta uzayı aşan günahlarının çokluğu yer almaktadır.
Ehâdîste Yer Alan Nasslar:
Birinci Nass: Bir beldede zina ve faiz açıkça belirirse, kuşkusuz onlar kendilerine Allah'ın azabını gerekli kılmışlardır.
İkinci Nass: Ganimet muayyen çevrelerin, zenginlerin çıkarı yapıldığı, meclislerde gürültülerin baş gösterdiği, fâsık kimselerin kabilenin başına geçtiği, şarkıcı kadın ve çalgı aletlerinin ortaya çıktığı, şaraplar içildiği; işte o zaman yer batma alametleri başlar. Hz. Aişe validemiz Rasulullah Efendimiz'e sordular: "İçimizde iyiler olduğu halde helak olur muyuz?"
- "Evet, kötülük iyiliğe ve dürüstlüğe galip gelirse, elbette helak olanlarla siz de helak olup gidersiniz."
İnsanoğlunun günahları bu dünyada iken faaliyete geçerek kendilerine değişik açılardan zarar vermektedir. Bağışlanmayanlar âhirete tehir edilir. Yer batmaları da bu gayeye göre zuhur etmektedir.
10- Ateşin Zuhûru:
Yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. (Bakara 27) Bunun neticesi denizde, havada ve karada denge bozulur. Gazlarda yer yer tutuşmalar olur. Neticede önü alınamayacak korkunç ateşler zuhur eder. Şaşkınlık ve korku içinde kalan insanlar çareyi kaçmakta bulurlar.
Ateşin hicaz bölgesinden zuhurunun sebebi:
1- Dünyanın yarıdan fazlasının petrol gazının Hicaz'dan elde edildiği gerçeği patlamalara sebep olabilir.
2- Bir yer batması burada zuhur edince, bölgenin yapısı icabı batma ateşe dönüşecektir.
Büyük kıyamet alametleri ile ilgili birçok yorum ve tesbitler yapılmıştır. Fakat bunlar büyük boylu olayların ancak bir tezahürüdür.
KIYAMET: SAAT:
Kıyamet: Kıyam manasında bir isimdir. Kur'an-ı Kerim'de yetmiş defa adı geçen bu isim ve ifade ettiği olay, dünyada insanoğlunun başına gelebilecek en dehşetli ve en heybetli, en korkunç niteliğe sahiptir.
Kıyametin Kur'an'daki değişik isimleri ve anlamları:
1- SAAT:
Üç manaya gelir. Kur'an-ı Kerim'de 48 defa zikredilmiştir.
a- Bir zaman dilimini, belli bir süreyi ifade eder. Nahl 61'de olduğu gibi.
b- Kişinin kendi ecelinin geldiği zamanı ifade eder.
c- Kıyametin bir adıdır.
Kıyamete "saat" denilmesinin sırrı:
Bunun sebeplerini Muhammed Feyzi Efendi hazretleri şöyle açıklamışlardır:
1- Dünya hayatının çarçabuk geçivermesi.
2- Ahiret hayatına nispeten dünya hayatının süresinin bir tek saat gibi olması.
- "Dünya bir saatten ibaret kısa bir süredir. Şu halde onu ibadetle geçir." (Muhammed Feyzi Efendi)
Bir başka açıdan saatin tahlili:
Kainat ve içindekiler saatli bir bombayı andırmaktadır. Ancak kurucusu ve yaratıcısı tarafından bilinen vakti geldiğinde olanca gücü ile patlayacak. Bu durumda içindeki varlıklar da hayati fonksiyonlarını yitirip hayata veda edeceklerdir. "Her nefis ölümü tadacaktır." (Ankebut 57)
2- SAHHA:
Kıyametin kopması anında Sur'a üfürülmesi ile meydana gelen ve kulakları sağır eden korkunç gürüldü. (Abese 33)
3- TAAMME-İ KÜBRA:
Dehşet ve musibeti ile her şeyi kaplayan anlamındadır.
4- ZELZELE: Zilzal suresi.
RACİFE: Dehşetli ve tahrip niteliği çok fazla olan sarsıntı.
5- RÂDİFE:
Zelzelenin arkasından gelece kolan korkunç sayha ki, kalpleri yerlerinden oynatır. (Nâziât 9)
6- KARİA: Göklerde ve yerde oluşacak çatırtı, dehşetli korkular verecek.
İsrafil aleyhisselam Sûr'a üfürecek ve bu üfürme ile evren içinde korkunç bir ses ve kasırga olacak. Kulakları patlatan, kalpleri hoplatan bu ses güneşin ateşini ve ışığını söndürecek. Gezegen ve yıldızlar rayları (yörüngeleri) üzerinden çıkarak birbirleri üzerine yığılacak. Amansız bir şekilde birbirlerine çarparak paramparça olacaklar. Gökyüzü yıkılacak. Yeryüzü de içindekilerle beraber paramparça olacak.
7-HAKKA: Kıyametin olacağından şüphe olmayan gerçeği ifade eder.
8- VAKIA: Geleceği ve olacağı kesin olan.
9- NEBE-İ AZİM: Büyük haber anlamındadır.
10- HADİS-İ GASİYE: Her şeyi dehşeti ile kaplayan hadise.
Kur'an-ı Kerim'in yedi suresinin kıyametin değişik adlarını taşıdığını görüyoruz. Aniden gelecek bu olayın sürekli olarak zihinlerimizde canlı tutulması gerekmektedir. (Ankebut 53)
Kur'an sahnesinde kıyametin oluşma biçimi:
A- Kıyamet-i Kübra'nın ön hazırlıkları:
B- Kıyamet-i Kübra'nın bizzat oluşumu:
Sur'a bir üfürülüş üfürüldüğü yer ve dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirine çarpıldığı zaman, işte o gün kıyamet kopar. (Hakka 13-17)
Hadis-i Şerif'te:
-"Gözleriyle görmüş gibi kıyamet gününü görmek kimi sevindirecekse, Tekvir, İnfitar ve İnşikak surelerini okusun."
Kıyamet olaylarını şöyle sıralayabiliriz:
1- Güneşin ışığının giderilmesi.
2- Yıldızların saçılıp savrulması.
3- Gökyüzünün paralanması.
4- Dağların toz duman haline gelmesi.
5- Yeryüzünün sallanarak parçalanması.
6- Denizlerin tutuşturulup yakılması.
7- İnsanların havada pervaneler gibi uçuşur olması.
8- İnsanların sallanmaları.
9- Birbirine medet veren varlıkların bu destekten vazgeçmeleri.
10- Çok korkunç gürültünün evreni sarsması.
SUR VE KEYFİYETİ:
Kelâmullah'ta on defa adı geçen bu tabirin manaları:
(1) Allah'ın izni ile İsrafil aleyhisselam, kıyametin kopması ve canlıların tekrar dirilmesi için iki defa üfüreceği, boynuza benzer bir tür borazandır. Bu borazan da varlık âleminde yer almış her insanın sayısınca deliklerin olduğu, üst kısımlarında salihlerin ruhlarını, alt kısımlarında kâfirlerin ruhlarını muhafaza ettiğini öğrenmekteyiz.
(2) Suret kelimesinin çoğuludur. Kıyamette Sûr'a üfürülünce ruhlar bedenlerden sökülecek. Diğer üfürme ile ruhlar kendi bedenlerine tekrar sokuşturulmuş olacak.
(3) Bu manası Sur perdesi arkasındaki tecellidir ki birinci defasında öldürme, ikinci defasında canlandırma şeklinde gerçekleşecektir. Muhammed Feyzi Efendi hazretleri Sûr'un sureti ile fazla ilgilenmemişler, Hakk Teâlâ'nın tecellilerine bağlamışlardır.
Bütün canlılar öldükten sonra Allah Teâlâ'nın izni ile Azrail aleyhisselam, İsrafil, Cebrail ve Mikail aleyhisselamın canlarını alır. Son olarak da kendi canını alır. Yüce Allah o zaman:
- "Bu gün mülk kimindir" diye sorar. Hiçbir varlıktan cevap gelmez. Bunun üzerine zatından zatına bir cevap olarak:
- "Vahid ve kahhar olan Allah'ındır" fermanını buyurur.
Birinci üfürme ile ruhlar bedenlerinden çıkarılıp Sur'da muhafaza edilir. Ruhlar burada arı uğultusu gibi ses çıkarırlar. Deliklerden içeri girmişlerdir. İkinci üfürme ile ise ruhlar bedenlere girer yattıkları yerden doğrulurular, görür, konuşur ve yürür olurlar. Yepyeni, sonsuz bir hayata başlarlar.
Bizler, Yüce Rabbimiz'in ferdiyetini, ehadiyetini, saltanatını, her zaman her nefes takdir ederiz. İliklerimizin en ücra köşelerini varıncaya kadar sindiririz.
BERZAH HAYATI:
Kabir hayatından bahsetmektedir. Onu kastetmektedir. (Müminûn 100) Kabir hayatı ölümle başlayıp tekrar dirilişe kadar devam eder. (Âl-u İmran 169-170)
Muhammed Feyzi Efendi:
- "Berzahta da rızık vardır."
- "Enbiya, şühedâ, kabirlerinde hayât-ı berzahiyye ile hayydırlar." buyurmuşlardır. Bunların kabirlerinde namaz, oruç, Kur'an okumak gibi ibadetleri de yaptıklarını anlatmışlardır.
Kabir hayatı da dünya hayatı gibi baki ve sonsuz değildir. Geçici bir süre içindir. Tam anlamı ile ne ahireti ne de dünyayı ifade etmektedir. Berzah: Dünya ile ahiret arasında bir köprü ve geçiş mahalli durumundadır.
Hadis-i Şerif:
- "Peygamberler kabirlerinde hayattadırlar, namaz kılarlar" buyuruluyor.
BERZAH HAYATININ HİKMETİ:
1- Allah Teâlâ'nın her türlü yaratma tarzına kadir olduğunu göstermesi. (Yasin 79)
2- Her türlü yaratma tarzına kadir olduğunu bildirmesi.
Varlıkla Allah'ın münasebeti devam ediyor.
3- Kuluna kendini tanıtmak:
Neticede: "Hayat için de ölüm için de Allah'a hamdolsun" denilir.
4- İlahi bir gösterge olması:
Dünya hayatı ile âhiret hayatı tam anlamı ile birbirinin zıddıdır. Özellikleri tamamen farklıdır. O halde ikisini andırabilen bir mekâna ihtiyaç vardır. Berzah bu mekânın adıdır.
Tekâmülün bir ifadesi olması:
Berzah hayatı, sâlihler için cennet gibi yüce bir âlemin eşiğine gelmeyi ifade eder. Fâsıklar için de cehenneme inişin bir ifadesidir.
- "Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur."
Saadet ehlinden olanlar, ruhaniler arasına girebilecek bir nuraniyete yükselirken (Beled 9) kâfirler ve şekavet ehlinden olarak tespit edilen bedbaht kişiler, şeytanlar grubuna katılarak karanlıklar vadisine düşerler. (Şura 7)
Dağınıklığın önlenmesi:
Hesap günü geldiği zaman insanların hepsi birden mahşer yerinde toplanacaklardır. Birbirlerinin neler yaptıklarını göreceklerdir. Allah Teâlâ hazretleri her işinde tertipve düzeni sever. Bizlerden de bunu ister. Berzah hayatı da uhrevi hayatın dağınıklığına engel olur.
KABİRDE HAYAT:
Ruhdan ayrılan bedenin yeni evidir ki, haşr gününe kadar burada, bu evde konuk edilecektir. İnsan kabre konduğu zaman, siyah renkli, mavi gözlü iki melek olan münker ve nekir ölüye:
- "Bu peygamber hakkında ne dersin" diye sorarlar. Şayet mümin ise:
- "Allah'ın kulu ve resulüdür" der, şehâdet getirir. Bunun üzerine ölünün kabri genişletilir. Enine, boyuna yetmiş arşın ışıklandırılır. Sonra kendisine:
- "Uyu" denilir ve kıyamete kadar uyku halinde yatar. (Vakıâ 88-94)
Şayet ölü münafık ise, soruya şu cevabı verir:
- "Ben de onlar gibi Muhammed der, Rasâlullah demezdim."
Bunun üzerine toprağa:
- "Onu sıkıştır" denir.
O da onu kemiklerini birbirine geçesiye kadar sıkıştırır. Azab görür.
KABRİN SIKMASI:
İster mümin olsun, ister şakî olsun kabir sıkması vardır. Muhammed Feyzi Efendi hazretleri bu sıkmayı şöyle izah etmişlerdir:
- Kabir, mü'mini kendisinden uzun süre uzakta kalan ve hasretiyle yanıp tutuşan bir annenin evladını kucağına alıp sıkması gibi sıkar. Kâfir ve fâcir ise azap ve gazapla sıkar. Bu sıkma ile bedeni paramparça olur.
Kabrin ölüye hitabı:
Ölü kabre konulduğunda mezar ona şöyle der:
- "Yazık sana ey ademoğlu, benim hakkımda seni ne aldattı? Benim karanlık, yalnız, kurtların yer aldığı bir yer olduğunu bilmiyor muydun?"
Kabir iyi insan için diyor ki:
- "Ben onun için yeşil bir bahçe olurum. Bedeni nura dönüşür, ruhu Allah Teâlâ'ya yükselir."
Ölülere diriler tarafından gönderilen sevaplar hafiflik ve bağışlanma getirir. Kabir ziyaret edenler, kabirde yatan zatın ikramına mazhar olurlar.
Yüceler yücesi Rabbimiz, ikisine de sevaplar ihsan ederek nesiller arasındaki bağlantıyı sonsuza kadar devam ettirir.
Kabir azabından kurtulma yolları:
1- Kabir azabının çoğunun üzerimize sıçrattığımız idrardan kaynaklandığını Hz. Peygamber haber vermiştir. Ashabını:
- "İdrardan sakının, zira kabir azabının çoğu ondandır" buyurarak uyarmıştır.
2- Hz. Peygamberimiz buyurmuştur ki:
- "Her kim Tebâreke suresini her gece okursa Allah (c.c.) o kimseyi kabir azabından korur."
3- Hadis-i Şerif'te buyruluyor:
- "Kur'an'ı ezberlemiş (içine sindiren) bir kalp sahibine azap olmaz."
4- Doğruyu ve iyiliğin emir ve tavsiye edilip işlenmesi, kötülük ve çirkinliklerin engellenmesi.
Allah Teâlâ hazretleri müminleri her türlü fesat safhalarından muhafaza eder. Ak ve pak olarak huzuruna alır.
Cenâb-ı Mevla'dan isteklerimizden biri de bizleri kabir azabından koruması. Huzuru mahşerde nebiler, sıddıklar, şehitler, Salihler yanında toplamasıdır. Kabul buyursun. Amin.
Kabre giren mümin bir bebek misalidir:
Bir bebek doğduktan sonra kendisine gösterilen sevgi ve şefkatten dolayı bir daha geldiği yere dönmek istemez. Mümin bir kimse de Rabbinin huzurunda nimetlerine erdiği zaman, bir daha dünyaya dönmek istemez. Kabir, müminler için hayırlar ve iyiliklerin yer aldığı cennet şubesi ve menzili durumundadır. Rivayete göre: Kim bir günde 25 defa:
- "Allah'ım bana ölümü ve sonrasını mübarek kıl" duasını yaparsa şehit sevabı alır.
Hayatta olanların amellerinin ölülere gösterilmesi:
Ölüler dünyada kalan akrabaları hakkında bilgi sahibi olmak isterler. Çoluğu-çocuğu hakkında olup bitenleri merak ettiği için, Allah Teâlâ onlara bu fırsatı tanıyor. Onlar amellerin gerçek yüzleri hakkında görünmeyeni görür, duyulmayanı duyar ve bilinmeyeni bilir olurlar. Bunun için berzaha geçen ruhlar bazen sevinir, bazen üzülürler.
Yüce peygamberimiz şöyle haber veriyor:
- "Kuşkusuz sizin amelleriniz ölülerden olan akraba ve aşiretlerinize bildirilir. Kötü amelleriniz yüzünden ölülerinizi kepaze etmeyiniz. Çünkü onlar onlara bildirilir."
HAŞİR OLAYLARI:
Kabirlerden çıkarılma keyfiyetinin adıdır. Birinci sura üfürülünce tüm canlılar ölecek kıyamda duracaklar. Sonra MAHŞER denilen hesaplaşma yerine, MİZAN başına gelecekler. (Zümer 68) Yepyeni biçim ve şekil ile bütün varlıklar ortaya konulacaktır. (Rahman 27, Kasas 88, Âl-u İmrân 185)
Dirilişteki hal ve keyfiyeti:
Yerler, gökler o gün dümdüz olacak. İnsanlar, cinler ve hayvanlar dirileceklerdir. Bunlar amellerindeki duruma göre binitli, yaya ve sürünür halde yürürler. İnsanlar çıplak olacak. Herkes kendi derdine düştüğü için kimse kimseyi görmeyecek veya dönüp bakmayacaktır. Kişi eşinden, anne-baba ve çocuklarından kaçacak. Kabirlerinden kalkışları, nasıl ölürlerse o hal üzere olacak. Şehitler ölürkenki şehadet hali ile, hac esnasında ölenler telbiye getirerek, zikir esnasında ölenler zikir getirerek, ilimle uğraşırken ölenler ilim ile, faiz yiyenler şeytan çarpması gibi, karınları muazzam şekilde büyümüş, dilenciler yüzlerinde et olmaksızın, âyât-ı beyyinâtı göz ardı eden kör olarak dirilecektir. Başka günahkârlar da değişik korkunç görünümlerle yer alacaklar.
Muhammed Feyzi Efendi:
- "Kıyamet, için dışa, dışın içe tebdil edildiği gündür" buyurmuşlardır.
Haşir gününde güneş, yakmak için mahşer halkının üzerine indirilecektir. Salih amel sahibi olmayanlar yanıp tutuşacak. Cehennem de, böğürenler bir canavar gibi kıvılcımlarını mahşer halkının üzerine salıverecek. Bu sırada herkes Allah'a yalvarıp yakaracak. Peygamberler bile:
- "Beni kurtar ya Rabbi, beni kurtar" diye yalvarmak zorunda kalacaklar. Bağıran bağırana, kaçan kaçana. Bir de ne görüyoruz? Sevgili Peygamberimiz Allah Teâlâ'nın ulu, azametli kibriyâsı karşısında secdede:
- "Allah'ım, ümmetim ümmetim" diye yalvarıyor. Kendisi için bir şeyler istemiyor.
Yüce Allah'tan bir nida:
- "Başını kaldır ya Muhammed! Söyle, dinlensin, şefaat et, kabul görsün" buyruluyor.
Keremler ve lütuflar sahibi yüce Rabbimiz, sevgili habîbine, belli bir insana şefaat etmesi için izin veriyor. İnsanlar oradan oraya koşuyorlar. Kendilerine el uzatacak, yardım edecek, şefaat edecek bir kimse arıyorlar. Bunun için Hz. Âdem'e, Hz. Nuh'a ve Hz. İbrahim'e (a.s.) Hz. Musa aleyhisselam'a, Hz. İsa aleyhisselama gidiyorlar. Fakat onlar birer mazeret ileri sürüyorlar. Bunun üzerine dertlerinden çatlamak üzere olan insanlar, Hz. Peygamber'e başvuruyorlar.
Yüceler yücesinin Sevgili Habîbi hemen harekete geçiyor. Rabbu'l-âlemîn'in huzuruna giderek ondan izin istiyor. İzin veriliyor ve bir dediği iki edilmiyor. Âlemlerin efendisi tekrar tekrar secdeye vararak, kalbinde zerrenin zerresinin zerresi ağırlığınca iman bulunan insanın cehennemden uzaklaşmasını sağlıyor.
Rabbu'l-âlemîn'in biricik sevgilisi Efendimiz Muhammed (a.s.) ın:
Alemlere rahmet olarak gönderilmesinin sırrı ve hakikati bizzat yerinde görülmüş ve bilinmiş olacak.
Oku kitabını: Kabirlerinden kalkan insanların, yaptıkları bütün işleri en ince detayına kadar yazan bir kitap kendilerine verilecek. Kötülerin, amelleri kendilerinden ayrılmayacak şekilde en ince detayına kadar yazan bir kitap verilecek. Kötülerin amelleri, kendilerinden ayrılmayacak şekilde boyunlarına dolanacak. Kabirde uzun uzun azablar gören kimse:
- "Ah şuradan bir kurtulsam, köşe bucak kaçar bir mağaraya sığınırdım" diyor. Nihayet kabir yarılıyor. Başını topraktan çıkardı, "oh be, dünya varmış" diyecekti ki, bir de ne görsün. Etrafta dünya falan yok. Her taraf çığlıklar, feryatlar ve zifiri karanlık içinde, kalktığına kalkacağına pişman oldu. Kalpleri hoplatan, gözleri yerlerinden fırlatan, çoluk çocuğu bir anda ihtiyarlatan, hayvanlar gibi olmayı dileten manzara ile karşılaşıyor. Birbiri üzerine yığılmış insan kitleleri. İçlerinden tanıdıkları var. Kimileri çok görkemli, pırıl pırıl parlıyorlar. Etraflarına nurlar saçıyorlar.
- "Al şu kitabını, oku" diye eline bir kitap veriliyor. Birden mosmor kesilerek her şeyi hatırlıyor. Bu kitapta hepsi yazılı.
Kafası arkaya çevrilecek:
Kitabı solundan ve arkasından verilenlerin, kitabını okuyabilmesi için kafası arkaya çevrilecektir.
Mahşerdeki bölükler:
Yüce peygamberimiz buyuruyorlar ki:
- "Siz benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız ve kuşkusuz kırlara, bayırlara çıkar Allah Teâlâ'ya feryad eder, yalvarır yakarırdınız"
"Çoluk çocuğunuzla eğlenemez ve dinlenemezdiniz."
Hz. Ebubekir Hazretleri de:
- "Keşke ben bir meyve olsaydım da yenilip gitseydim" gibi hazin sözler söylemişlerdir.
Sûra ikinci defa üfürülünce, insanlar mahşere bölük bölük getirilirler. (Nebe 18)
- "O ne güzel Mevla, ne güzel yardımcıdır" sözünü dilimizden gönlümüzden çıkarmamalıyız.
Yüceler yücesi Mevla'mız kerem ve lütfunu üzerimizden esirgemesin. Amin.
Kelâmullah'ta seçkin kullar anlatılmaktadır. (Abese 38-39) Onlar defterleri sağlarından verilmiş olarak yürürler ve:
- "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Sen her şeye kadirsin" derler. (Tahrim 8)
Onlara:
- "Müjde, içinde temelli kalacağınız cennetler sizindir" denilir.
Büyük korku veren kıyamet gününde de onlar huzur ve rahat içindedirler. Kim iyilik ederse ona daha iyisi verilecektir. İyilere melekler: "İşte bugün size vaat edilen gündür" derler. (Enbiya 103)
Muhammed Feyzi Efendi Hazretleri de, görüntülerin kişilerde galip olan sıfatlara göre olacağını bildirmişlerdir. Bir kişinin, birkaç korkunç durumda olabileceğini açıklamışlardır.
"Korku gününün dehşetinden Allah'a kavuşmaya inanan ve bu gün için hazırlıklar yapan kişiler kurtulacaktır."
Yüce Rabbimiz lütuf ve ihsanı ile, layık olmadığımız halde bu gruplara ilhak buyursun. Âmin.
Mahşerde bekleyiş:
Rivayete göre, o gün insanlar terler içinde oldukları halde, bin yıl ayakta beklerler. O zaman insanlar:
- "Ya Rabbi, bize neresi layıksa oraya gönder. Şu dehşet ve vahşet yerinden bir kurtulalım" gibi acı temennilerde bulunacaklar. Halbuki, başlarına bir sonra gelecek olan, bir öncekini çok çok aratacak. Allah'ın intikam alıcılığını (kahhâriyetini) anlayacaklar. Onlara:
- "Artık azabı tadınız." (Nebe 30)
- "İnkar edip durduğunuzdan dolayı" buyrulur. (En'am 30)
Çünkü onlar ölüm ve ötesini düşünmemişlerdi. Ne olduklarını, niçin yaşadıklarını, nereye doğru gitmekte olduklarını düşünselerdi, bugün bu korkunç vadide olmayacaklardı.
Safların hazırlanması: (Hesap kitap için)
Allah Teâlâ hazretleri; insanlar, cinler, melekler ve hayvanların en büyük mahkemeye sevk edilmek üzere saflar halinde dizilmelerini ister.
Allah Teâlâ ulu nidası ile şöyle seslenir:
- "Ey kullarım, ben kendisinden başka tanrı olmayan Allah'ım. Hesabı kitabı en hızlı görenim."
"Ey kullarım, bu dehşetli günde sizin için her hangi bir korku yoktur. Belgelerinizi hazırlayın. Cevap vermeniz kolay olsun. Çünkü bugün hesaba çekileceksiniz."
Yüce Peygamberimiz, cennetliklerin mahşer yerinde 120 saf oluşturacağını, bunlardan 80 safının, Muhammed ümmeti olacağını bildirmiştir. Yine Yüce Peygamberimiz'in şefaatinin, ümmetinden şirk koşmayan her ferde ulaşacağı bildirilmiştir. O halde biz Muhammed Ümmeti olduğumuz için ne kadar bahtiyar insanlarız. Onun kıymetini bilmeli, emirlerini yerine getirmeliyiz.
Mahşerde Levh-i Mahfûz kitabı ile elimizdeki kitapların açıklamaları - karşılaştırılmaları:
Levh-i Mahfûz mahşer meydanına arz edilir. Bütün mükellef varlıklar haklarında neler tespit edildiğini bu kitaptan okuyabilerek, ellerine verilen kitap ile mukayese edecekler.
- "Vay bize, eyvah bize. Bu kitap nasıl olmuş da küçük büyük bir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş" diyecekler.
Sorgulama ve mizan:
Kıyamet gününde haşirden sonra yer alan olaylar dizisinden birisi de MİZAN'dır. Günahlar, sevaplar tartılır. (A'raf 6-9, Tekâsür 8) Mahkeme-i Kübra'da sorgulama yapılır.
Nelerden sorulacak:
- Peygamber Efendimiz:
"Kul, şu dört şeyden hesap vermedikçe mahşerden öte bir adım atamaz" buyurmuştur.
1- Ömrünü nerede harcadığından,
2- Bedenini nerede ihtiyarlattığından,
3- İlmini hangi işlerde kullandığından,
4- Malını nasıl kazanıp, harcadığından.
- Kulun ilk sorgusu namazdan olacaktır. Sonra zekât, sonra da diğer ameller gözden geçirilir. Sorgulama tüm insanlara olacaktır.
Hesab olunan azab olunur:
Yüce Peygamberimiz:
- Amel defteri sağından verilen kişi, kolay geçireceği bir hesap ile sevinçle yerine döner. (İnşikak 7-8)
- "İnce ince hesaba çekilen kimse helak olur" buyurmuşlardır.
Yine Nebiyy-i Muhterem Efendimiz buyuruyorlar:
- Ayakta bekleyiş mümin için hafifliktir. Hatta ona bu bekleyiş süresi, dünyada iken kılmış olduğu beş vakit farz namaz süresi kadardır.
Bazı rivayetlerde Muhammed ümmetinden büyük grupların, cennet-i alaya hesapsız, kitapsız, azapsız konulacağını öğreniyoruz.
Yüceler Yücesi Rabbimiz, lütuf ve keremi ile bizlerin de bu gruplar içinde yer almamızı kabul buyursun. Amin.
Kısas (Kulların birbiri ile haklaşması):
Mülk, para yolu ile yapılan haksızlıkların, dünyada iken giderilmesi özellikle tavsiye edilmiştir. Aksi takdirde o günde bu haksızlıklar, haklar ve sevaplar yolu ile giderilecektir. Haksız olan kimse, hak sahibine bedel olarak, sevaplarını verecektir. Sevabı kalmazsa, hak sahibinin günahlarından, hakkı nispetinde yüklenecektir.
Peygamberimiz (s.a.v.), böyle başkasının hakkı yüzünden sevapları giden günahlarla yüklenen kimselere "müflis" demişlerdir.
Cenâb-ı Mevla'dan kuluna yüce bir lütuf:
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri, kullarının bazısının, birbirleriyle hısım olanların arasını bulacak. Hak sahibine cennetini gösterecek. Kardeşini affederse bu cenneti kendisine vereceğini bildirir.
Adam: - "Ya rabbi ben onu affettim" der. Böylece ikisi de cennete girer. Kullar arasındaki hesaplaşmada ilk hüküm kan davaları hakkında olacaktır. Allah Teâlâ hepimizi muhafaza buyursun. Amin.
Bu meyanda sırlı bir mesele:
Muhammed Feyzi Efendi hazretleri kulun iyiliklerinin hak sahibine verilmesi hakkında, şu çok ince ve sırlı meseleyi anlatmışlardır.
- "Mü'minin tasdik nuru vardır. İmanından hâsıl olan ecir hasmına verilmez. Zira bu ona tamamen hakkın bir lütfudur. Kendi kesbi değil ki başkasına verilsin. O başkasına verilenler, kendi kesbi ile olanlardır."
Zira o da verilirse kişi imansız kalmış gibi olacaktır. Son nefesini şehadet getirerek veren kişi, ne kadar günah işlese eninde sonunda cennete girecektir. Cehenneme girse de zamanı gelince çıkarılacaktır.
Cebrail (a.s.), sevabı veya günahı ağır veya hafif gelenleri ilan edecektir. Kazananlar sonsuz mutluluk duyacaklar. Kazanamayanlar üzüntü ve keder içinde kalacaklar.
Ashab-ı A'raf:
İyilik ve kötülükleri aynı gelen kimselerdir. Bunlar iki taraf arasındaki burçlar üzerindedirler. Cennet ehline selam verirler. Cehennemlikleri görünce şöyle derler:
- "Rabbimiz, bizi zalimlerle beraber bulundurma." Bunlar burada biraz kaldıktan sonra cennete en son olarak girerler.
Şahitlerin dinlenmesi: (En'am 21-24)
Kıyamette işlemiş oldukları günahları inkâr eden kâfirler vardır. Onun için yüce Allah onların ağzını mühürleyerek, azalarını konuşturur. Aleyhlerine şahitlik ederler. (Nur 23, Yasin 65, Fussilet 20-23) Toplumlardan kendilerine herhangi bir peygamber gelmediğini iddia edenlere de, Hazreti Muhammed aleyhisselam ve onun ümmeti, o peygamberlere şahitlik edecektir. Kişinin günah işlemesi anındaki eşyalar, Mushaf'ı, Haceru'l-esved ve âlimler de şahitler arasında olacaklardır.
Ey günahları örten (SETTAR) ve Gaffar olan Rabbimiz. Bu isimlerin hürmetine bizleri de bağışla ve günahlarımızı gizle. Bütün organların şahitlik edeceğine inanmamak ahmaklıktır. Cenâb-ı Hakk her şeye kadirdir. Diğer ümmetlere Muhammed ümmetinin şahit tutulması, onun üstünlüğünü gösterir.
Ümmeti Muhammed'in fazileti:
Cenâb-ı Hakk bu ümmet için (Âl-u İmrân 110):
- "Siz insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz." buyurmuştur. (Bakara 143)
- "Böylece sizi, insanlara şahid olmanız için bir ümmet kıldık" buyurmuştur. Hazreti Peygamberimiz de:
- "Ümmetim hiçbir sapıklık üzere ittifak etmez buyurmuşlardır." buyurmuştur.
Yüceler Yücesi Rabbimiz, bizleri de bu hayırlı sınıfa ilhak eylesin. Âmin.
Hazin bir tablo:
Hazreti Meryem ve Hazreti İsa'ya nispet ederek, "üçlü tanrı" sistemine inanan insanlar için yüce Allah, Hazreti İsa'ya şöyle nida edecek.
- "Ey Meryem oğlu İsa, bunları onlara sen mi söyledin?"
İsa aleyhisselamın cevabı:
- "Haşa, seni tenzih ederim. Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Ben onlara o benim de Rabbim, sizin de rabbiniz dedim. Sana kulluk etmelerini söyledim. Sen her şeyi hakkıyla gören ve bilensin. Şüphesiz onlar senin kullarındır. Azabeder veya bağışlarsın." (Maide 116-118)
Sırattan geçiş:
Hesap kitap tamamlandıktan sonra, herkes cehennem üzerine kurulan kıldan daha ince, kılıçtan keskin köprüden geçecektir. Müminler bu köprüye gelince:
- "Esenlikle, esenlikle bizi buradan geçir ya Rabbi diye" yalvarırlar. İlahi takdiri kazananlar yıldırım hızı ile geçerler. Dünyada iken sâlih amelleri gevşeklik ile yapanlar, köprüden yavaş yavaş ve terler dökerek geçerler. Köprüden yüz senede, bin senede geçenler de olacak.
Cehennemin kanca ve pençeleri:
Sırat köprüsünden geçerken cehennemin kanca ve pençeleri, insanların ayaklarına takılma, bünyelerine saplanma tehlikelerini oluştururlar. Allah'ın ikram ve lütfu burada da mümin kullara yetişecek ve kurtulacaklardır.
Cehennemin özel durumu:
Cehennem Cenâb-ı Hakk'ın celal sıfatlarının, kahhar, azizun zuntikam isimlerinin tam anlamı ile tecelli bulduğu yerdir. Sırattan ayağı kayıp düşenler burada yanacaktır.
Cehennem ateşinin merhaleleri:
1- İlk bin senede kızarasıya yanmıştır.
2- İkinci bin senede bembeyaz olasıya yanmıştır.
3- Üçüncü bin senede simsiyah olasıya yanmıştır.
Duman, is, yanık pislikle dolu olacak. Buradan bir tek damla dünyaya düşecek olsa tüm dünyayı oranın pis kokusu istila edecektir. Cehenneme giren kâfirlerin ve zalimlerin bünyeleri muazzam biçimde büyütülecek. Bir azı dişinin, Uhut Dağı kadar olacağı, oturduğu yerin de Mekke ve Medine arası kadar olacağı bildirilmiştir. Onun için cehennem çok büyüktür.
Cehennemin katları: Yedi kattır.
1- Cehennem: Cenâb-ı Mevla'yı bir olarak tanıyan fakat ilahi bir dine tabi olmayanların ve Müslümanların günahkârlarının atılacağı, cehennemin en üst yeridir. Burada cezalandırıldıktan sonra cennete alınacaklardır. Bu mekân da kaldırılıp diğer mekânlara katılacaktır.
2- Leziyy: 'Üzeyir aleyhisselam Allah'ın oğludur' diyen Yahudilerin yanacağı yerdir.
3- Sekarr: Hıristiyanların yanacağı yerdir.
4- Hutame: Gök cisimlerine tapanları ufalayıp, paramparça eden ateştir.
5- Sei'r: Ateşe tapanlar atılır.
6- Cehim: Allah'a ortak koşanlar atılır.
7- Hâviye: En alt tabakadır. Münafıkların yeridir.
Yüce Rabbimiz, iyiliklerimize en az bire on misli mükâfat verecek. Bir suça sadece bir ceza verecektir. Çünkü o Fazl-i Azîm, Ekremu'l-ekremîn, Vâsiu'l-mağfirah gibi vasıflara sahiptir. Rabbimize sonsuz hamdü senalar ediyoruz. Üzerimize feyiz ve bereketini, lütuf ve inayetini göndermesini diliyoruz. Âmin.
Cehennemde özel mekânlar:
a) Hüzün vadisi: Kur'anı sırf gösteriş için okuyanlar için hazırlanmıştır.
b) Hebheb vadisi: Azgın, dikbaşlı ve kibirli kişiler için hazırlanmıştır.
c) Veyl vadisi: İnsanları eğlenceye ve alaya alan, mağrur kişiler için hazırlanmıştır.
CENNET-İ ALA VE NİMETLERİ:
Cennete layık görülen müminler sıratı geçip cennet kapısına gelirler. Oradaki kapıda 'la ilahe illallah Muhammedun rasulullah' yazısını okurlar. Melekler onlara iltifatlar ederek cennete yerleştirirler. (Zümer 73-75)
Burada insan için her türlü lütuf vardır.
1- Kıymetli konaklar saraylar.
2- Meyve ağaçlarının yer aldığı bahçeler.
3- İçecek türleri.
4- Geniş araziler.
5- Su, şarap, süt ve bal akan nehirler.
6- Kıymetli giysiler.
7- Eğlence çeşitleri.
8- Seyahat ve ziyaretler.
9- Yeme içmeler.
10- Süs eşyaları
11- Yemek çeşitleri.
12- İstenilen şeklin elde edilebileceği suret çarşısı ve daha neler neler…
13- Kelamullah'ın okunması ve dinlenmesi.
14- İlim meclisleri.
Hazreti Peygamberin tefsir sohbetleri olacak. Müfessirler hayret içinde kalacaklar. Çünkü:
1- Bu alem bütün sırları açıklayamaz.
2- Kelâmullah bitip tükenmek bilmez.
3- İlim ve marifet Allah'ın önemli nimetlerindendir.
4- Fitnesiz, fesatsız ilim meclisleri bulunur.
5- Nimetler değiştirilir.
6- Maddî çıkarlar yoktur.
Yüce Mevla'mız bizi şevk ve istiğfara muvaffak etsin. Âmin.
Kişinin ameline göre karşılık bulması: (Nebe 26)
Amellere göre cennete veya cehenneme gidilir. Ameller herkesin görebileceği ve göremeyeceği şekilde iki türlü olur.
"Rabbinden korkanlara iki cennet vardır." (Rahman 46)
İki tür cennetin tahlili:
İcra olunan işler, ruhani olur, yahut organlarımızla olur.
Birincisi iç alemde zuhur bulur. Yüce Rabbimiz:
"Gizli ifa edilen amele gizli ihsan verileceğini" bildirmiştir. Ruhani işlenen suçların cezası da gizli olacak. Efendi hazretleri, "dini basit görenler yanılıyorlar" demişlerdir.
20. FEYİZ:
"Marifetullah'ın neticesi ubudiyettir, ubudiyetin neticesi ise duadır. Bunun için Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz 'dua ibadetin özüdür' buyurdular."
Ayet-i Celîle'de; (Zâriyât 56) bu aleme gelişin ancak kulluk için olduğu belirtiliyor. Muhammed Feyzi Efendi hazretleri, ubudiyetin ancak bilgi ve marifet neticesinde sabit olabileceğini beyan etmişlerdir. Yüce Allah'ın yaratış sebebi için:
- "Bana ibadet etsinler" ifadesini,
- "Beni tanısınlar" ifadesi ile değiştiren tefsirleri tercih etmişlerdir.
Marifet ne derece sağlam olursa, ubudiyet de o derece sağlam ve köklü olur.
Marifetullah: Allah Teâlâ'nın bilinmesi.
Her varlık kendine münasip kapasite ve ölçü ile Yüce Sübhan'ın sıfatlarından ve isimlerinden birer örnek yansıtır. Onların bilinmesi ve anlaşılması ile Hakk Teâlâ'ya marifet hâsıl olur. Marifetullah ister zahir ister batın açısından hâsıl olsun. Kula düşen ilahi inayetin kendisine refik olmasını dilemektir.
Marifetullah'ın oluşumu:
Marifetullah'ın mahalli kalptir. Kalp ezel âleminin sırlarını taşır. Bu sırların en önemlisi iman cevheridir. Yüce Rabbimiz ezel âleminde bunu gönlüne yerleştirmiştir. Bu cevherin iyi bilinmesi, korunması, yüceltilmesi gerekmektedir. Marifetullah sırrına böyle ulaşılır. Bu konuda vurdumduymazlık, laubalilik yapılmamalıdır. Zira ömür sınırlı ve imkânlar kısıtlıdır. Faal duruma geçmeli ve şu kaidelere uymalıdır:
a) İç âleme yansıtılması gereken meseleler. (iman esasları bunlardır)
b) Dış âleme yansıtılması gerekenler. (salih ameller) iki şekilde icra olunur:
1- Emir edilenler: Farz, vacip ve sünnetler.
2- Yasaklanılanlar. : Haramlar, mekruhlar gibi. Dış âleme yansıtılanların evvela iç âlemde onaylanması gerekir.
Kalbin yardımcısı akıldır. Kalp-akıl işbirliği ile muazzam derecelere ulaşılır. Kul o zaman kendisinden istenilenleri tam ve noksansız görür. Akılda "sır ve hikmetler" dizisi oluşur. Kalp bunu "hakikatler" şeklinde algılar. Kelâmullah bu esaslara, "melekût" tabirini kullanır. İmanda marifet derecesine erişebilmek eşyada melekût boyutuna ulaşmak ile mümkündür. Bu, Hazret-i İbrahim aleyhisselamın en belirgin vasfıdır. (En'am 75) Araf 185'nci ayetinde de; "Göklerin ve yerin melekûtuna Allah'ın yarattığı her şeye bakmadılar mı?" buyruluyor.
"Her şeyin melekûtu Allah'ın elindedir." (Mu'minun 88; Yasin 83)
İmanın eşyaya taalluk eden odak noktası onun asli hüviyetini anlamak ve kavramaktır. Bu da ancak Kur'an'ın gösterdiği esaslara uygun olan bir çaba ile olur.
Bu mertebeyi elde eden kimsede huzur hali oluşur. Muhammed Feyzi Efendi hazretleri:
- Her şeyin melekutu Hakk'ın elindedir. Bunu gören kimsede hiç şek ve şüphe kalır mı?
İmanın eşya üzerindeki marifet boyutları:
Yaratılanı anlamak, kavramak YARATANI bilmenin, anlamanın ta kendisidir.
Eşyadaki marifet boyutlarını yakalayabilmek için kalp gözünün açık olması gerekir. Kalp gözü açılınca Marifetullah saltanatı kazanılır. Bunun için Hz. Peygamberimizin yaptığı şu duayı yapmamız gerekir:
- "Ey Allah'ım, bize eşyayı aslı ile göster, göründüğü gibi değil."
Hz. İbrahim aleyhisselam da eşyaya hakkı ve hakikati bulmak için baktı. Hiç kaybolmayan, değişip bozulmayanı aradı ve yüce rabbini buldu. (En'am 78) Marifetullah'ın en yüksek derecesine vasıl oldu.
Marifetullah boyutu beş mertebe üzerine hasıl olur:
1- Şüünat boyutu:
Vahdaniyet sırrının belirmesi.
2- Ef'ali ilahi boyutu:
Fiillerin yüce saltanata ait olduğunun bilinmesi.
3- Esma-ı Hüsna boyutu: Her yüce fiilin, bir yüce ismin tecellisi ile zuhur bulduğunu keşfetmesi.
4- Sıfat-ı ulyâ boyutu: Her güzel ismin tecellisinin yüce bir sıfata bağlı olduğunu kavrama.
5- Zat-ı Akdes boyutu: Bu mertebede hususi manada zatı tecelliye mazhar olunur. Allah'a doğru manevi gidiş sona ermiş olur. Böyle kimseler kulluğun gerçek boyutunu yakalamış olur. Duyu ve duyguları dümûra uğramış olarak meczup olarak kalır. Bizim açımızdan yok olma denebilecek durumdadır. Zatî boyutu onu bir nevi yokluğa itmiştir. Topluma yönelik faaliyet taşımazlar. Onun halini en iyi bilen Rabbimizdir.
Manevi yolculuk:
Eşyadan başlayan, Zat-ı Akdes boyutu ile noktalanan, Marifetullah'ın tahsiline yönelik olarak yürütülen yolculuğa "Seyr İlallah" denir.
Zattan şuunat mertebesine gelmeye "Seyr Minallah" denir.
Mürit ve murat:
Marifetullah'ı tahsil amacı ile "Seyr İlallah" yapan bir ferde mürit denir. Zat-ı Akdes'ini gaye edinmiştir. Bu yol vahdetin Celalli ve Cemalli sırlarının yer aldığı Miraç yoludur. Nurlar âlemine Hicret yoludur. Nebiyy-i Muhterem:
- "Kimin hicretteki maksadı Allah ve Rasulü'nün rızası ise, onun hicreti gerçekten Allah ve Rasulü'nedir" buyurmuştur.
Yüce Rabbimiz'in kendilerine özel rahmetini ehil gördüğü kullara da MURAD denir. Rabbani bir cezbe ve ilahi bir darbe ile bu âlemden melekut âlemine çekiliverirler. Cehaletten ilme, gafletten yakine yüceliverirler. Birden ariflerden oluverirler. Bu ezelde olan takdirdir. Nedeni, niçini sorulmaz. (Bakara 284; Enbiya 23; Âl-u İmrân 74)
Marifetullahın neticesi ubudiyettir:
Marifetullah devletine eren bir erin hayat tarzı, ubudiyet-kulluk olacaktır. Yaratılışın yegâne nedeninin kullukta olduğunu keşfetmişlerdir. Marifetullah cevheri kalbi ilgilendirdiğinden, ağırlık noktasını bu âlem ötesi oluşturmaktadır. Hâlbuki insan, bu âlemde yaşamak zorundadır. Bu âlemde Marifetullah bunun için kendisini ubudiyet olarak arz etmektedir. Muhammed Feyzi Efendi hazretleri:
- "Marifetullah'ın neticesi ubudiyettir" demiştir.
Marifetullah ehlinin bazı vasıfları:
Hakkı hak ile tanır ve bilirler. Arifler, Allah'ı kullarına hicapsız tanıtmaya uğraşan Ehlullah'tırlar. Onlar Cenâb-ı Hakk'ın sevgisi ile beslendiklerinden onları seven hakkı sever, onlara düşmanlık Hakk Teâlâ'ya düşmanlıktır. İç âlemleri huzurlu ve neşe ile doludur. Her şeyi ve her olayı Allah'tan bilirler. Daima Rabbimizin rızasını talep ederler. Kaza ve kadere boyun eğerler. Her belayı bir nimet, her zahmeti bir rahmet bilirler. Ondan gelen eza ve cefalara da sabırla göğüs gererler. Onların tüm arzu ve istekleri, hal ve hareketleri hep Cenâb-ı Hakk'ın sırlarına yöneliktir. Daima ötelerin arzusu ile yanıp yıkılırlar. Hiçbir fert kendini onlar ile ölçüp tartmamalıdır. Onlar Allah namına alırlar, Allah namına verirler. Bu yolda Allah'ın kullarını da uyarırlar. Arifler yeryüzünde Allah Teâlâ'nın paha biçilmez cevherlerinin dellalladırıdır, bayileri gibidirler. Yüce Rabbimiz bizlere de onların himmetlerine ulaştırsın. Âmin.
Ubudiyyetin neticesi duadır:
UBUDİYYET: Kulluk:
Kulluk; kişinin kendini Cenâb-ı Mevla'ya arz etmesi, yaratıcısının ve sahibinin Allah Teâlâ olduğunu ilan etmesi ve hal ve tavırları ile göstermesidir. Her yaptığı ibadette, sanki yeniden doğmuş gibi kendini güçlü bulur. Hayatın tüm sıkıntı ve elemlerini hiçe indiren hakikatlerin temeli burada yatmaktadır. Zira kul bir hiçtir. Varlığı kendi elinde değildir. Varlığı devamlı korunmaya ve desteğe muhtaçtır. Eğer varlığının yücelmesini istiyorsak, sahibini tanıması ona gerektiği gibi bağlanması gereklidir. Kulluk faniliği bırakıp bakiliğe gitmektir. Arif kişiler, izzet ve şeref olarak Allah'a kul olmayı her şeyden üstün görür. Hazreti Ali efendimiz şöyle demiştir:
- "Allah'ım, senin, benim Rabbim olman, bana şeref olarak yeter. Benim sana kul olmam ise benim için iftihar olarak kâfidir."
DUA VE MAHİYETİ:
Dua kuldan, Hakk'a yönelik olarak takdim olunan yalvarma, yakarma gibi kulluğun en güzel ifadesidir.
Dua muhteviyatı ile, marifet boyutunu gösterirken, uygulama ve icra tarzı ile de kulluğun boyutlarını teşhir eder.
Bu nedenledir ki, dua da arifin marifet ve ubudiyet kimliği saklıdır.
Dua marifet ve ubudiyyetin en kısa ve en anlamlı bir biçimde formüle edilmiş şeklidir. En kısa ve öz olanı seçilmiş ve takdir edilmiştir.
Muhammed Feyzi Efendi hazretleri, Araf 55. ayetindeki "Rabbinize gönülden ve gizlice yavarın, doğrusu o, aşırı gidenleri sevmez" duanın adabını şöyle beyan etmişlerdir.
1- Dua tevazu ve boyun eğerek olmalı.
2- Dua gizlice ve gönülden yapılmalı.
3- Yapmacık hallerden kaçınmalı.
4- Dua ibadet olarak yapılmalı. Adet yerini bulsun diye yapılmamalı.
5- Cenab-ı Mevla'dan ısrarla bir şey istenmez. Dua hiddet ve şiddetle yapılmaz. Şiir ve destanla, bağıra çağıra dua yapmak da uygun değildir. Duanın hedefi Vechullah'tır. Yani Allah olmalıdır. Zira duanın icabetçisi, kabul edip, tatmin ettiricisi Allah'tır.
Duanın öz ve ilik niteliğini taşımasındaki sır:
Muhammed Feyzi Efendi hazretleri; Marifetullah, ubudiyet ve dua üçlüsünün önemini belirtmişlerdir. Şöyle buyurmuşlardır:
- "Dua kullukta son noktadır. O, kemik içindeki ilik gibi, dini esaslar içinde yer alır. Her şeyin bir özü vardır. İbadetin özü de duadır."
Yüce Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyuruyor:
- "Dua ibadetin iliği gibidir."
Bilindiği gibi, kan kemiklerin içerisinde yer alan iliklerde oluşur. Kan vücuda hayat ve can verir. Dua da ilahi feyizlerin, lütufların, ihsanların tüm ulvi tecellileri kul üzerinde tezahür etmesidir.
"Hakikati görmeyen gözden, özü olmayan sözden, nuru olmayan yüzden Allah'a sığınırız."
Dua; özün özü ve melekût yurdunun mayalanmış bir cevheridir. Yüceler Yücesi Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
- "Rasulüm, de ki, kulluk ve yalvarmanız olmasa Rabbim ne diye değer versin." (Furkan 77)
Dua; bütün vasıtaların, vesilelerin, basamakların, mertebelerin en sonunda yer aldığından, Cenâb-ı Hakk'la sohbetin esasını oluşturur.
Muhammed Feyzi Efendi hazretlerinin bir başka sözü:
- "İnsanın Marifetullah kesbi yoksa, ihlas kazanmamışsa, ahlak-ı hamide kesb etmemiş ve duası da yoksa hiçbir kıymeti yoktur."
Cenâb-ı Hakk'ın fazlından isteyelim. Bizlere hass rahmetinden ihsan buyursun. Rahmeti ammesinden kâfir, mümin herkes istifade ediyor. Esas hüner, hass rahmetine mazhar olmaktır.
Cenab-ı Hakk, bizleri kendi razi olduğu şeylerde muvaffak buyursun. Âmin.
Edebimizi muhafaza edelim.
Her kusuru kendimizden bilelim.
Bütün mahlûkatı kendinden efdal bil. Derecelerine göre şefkat et.
Kaynak: Musa ÖZDAĞ, Feyizler (Hamle Yay. İst.1996)