‘Anayasa’ mı ‘Babayasa’ mı?
Meriç Velidedeoğlu 01 Ocak 1970
Şu sıralarda hangi “TV” kanalının haber saatini açarsak açalım, “TBMM”de milletvekillerinin -sövmeğe, dövmeğe dahası ısırmağa dek varan- kavga görüntüleriyle karşılaşıyoruz.
Kuşkusuz bu görüntüyü yaratan milletvekillerinin büyük çoğunluğu, önerilerini -Başkan’ın isteklerini- kabul ettirmek için, “çoğunluk diktası”nı kullanan “AKP” milletvekilleri; “AKP” iktidar icraatının bir parçası da bu.
Eğer içlerine ana muhalefetten bir “kadın” milletvekili karışmışsa, ortalarında kalmışsa, “vay haline!”...
“12 Ocak” günkü, “anayasa değişikliği” görüşmeleri sırasında “CHP” Kocaeli Milletvekili Fatma Kaplan Hürriyet’e yaptıkları saldırıyla “AKP” Milletvekilleri M. Elitaş ve A. Gündoğdu bunun son örneğini ortaya koydular...
Fatma K. Hürriyet, üzerine hırsla gelen bu iki milletvekili için, “gözlerindeki o ‘kin’i gördüm!” sözleriyle, “bireysel bir hukuk başvurusu” yapmayacağını, “çünkü bu, millete, demokrasiye, insan haklarına, özgür düşünceye yapılmış bir saldırı. Dolaysiyle milletin haklarını koruma altında yürütmek istiyorum (...) ama ne yazık ki ‘kimi kime yargılatacağız’ (...) bir babayiğit hâkim çıkıp da bir “AKP”liyi yargılayabilir? Yargılayamaz!” diyerek yaptığı bu vurgulama, “AKP”nin “15 yıllık” iktidarı sonunda, ülkeyi nasıl bir duruma, nasıl bir uçurum kenarına getirdiğinin acı bir göstergesi...
Ve artık böyle bir iklimde yapılacak “temel yasa” da, kuşkusuz “anayasa” olamaz; olsa olsa bir “babayasa” (!) olacaktır ki, bunun da anlamı, “laik, çağdaş bir hukuk devleti” oluşturmak değildir herhalde; ne dersiniz?
Konuya başka bir anlatımla yaklaşmayı denersek, “hukuk”un temel direğinin “adalet”, adaletin içeriğininde de “eşitlik” olduğu -gerçek- hukukçularca her fırsatta ortaya konur; sanırım bunu anımsamak gerekir.
Ve yine kısaca dile getirilirse, “kitaplı her üç din” de, inananlarının hem inançlarını, hem de toplumsal yaşamlarını günlük yaşamlarını düzenleyen kurallarında, “şeriat”larında kimi eşitsizliklerin yer aldığı bilinir; başta “cinsel eşitsizlik” (kadın-erkek ayrımı) olmak üzere...
İşte tam da bunu noktada “laiklik”ten söz edilir ki, bunun için ilk adımın da, her toplumun (ulusun) “kendi kutsal kitabını kendi dilinden” okumasıyla atılacağı görülür; ilkin “16. yy”da Hıristiyanlar kutsal kitapları “İncil”i (Ahdi Cedit) kendi dillerine çevirirler. (Reformation)
Böylece, “İsa’nın hakkı İsa’ya Kayzer’in hakkı Kayzer’e!” ait olduğu yavaş yavaş olsa da anlaşılır; özü, “değişim” olan yaşamın, “değişmez” kurallarla düzenlenemeyeceği iyice ortaya çıkmasıyla da “1789 Fransız Devrimi” ufukta belirmeğe başlar.
Ve ister istemez, “laiklik”, “demokrasi”, “hukuk devleti”, ümmet yerine “ulus”, kul yerine “yurttaş”, kuşkusuz “Yurttaşlar Yasası” (Medeni Kanun), “Evrensel İnsan Hakları”, “sosyal devlet”, “kadın hakları”, “güçler ayrımı” vö’ler, “Batı” toplumunda yerlerini birer birer alacaklardır.
Öte yanda, kitaplı (vahy) üç dinin sonuncusu olan ve müminlerinin tüm yaşamını, en ince ayrıntılarına dek düzenleyen “İslam”ın (Hilafet’in) temsilciliğini üstlenen “Osmanlı Devleti”, “18. yy’da belirgin olarak başlattığı “çağdaşlaşma” atılımları, “Din elden gidiyor!” çığlıklarıyla, iç ve dış kaynaklarca “din” kullanılarak hep kesilmişti; toplumsal yaşamın, güncel yaşamın yüzlerce yıllık değiştirilemez kurallarla düzenlenmesinden yararlanarak.
“1789 Fransız Devrimi”yle bir bakıma -özellikle laiklik ilkesi yönünden- eşlenen “1923 Türk Devrimi”ni yaşayan Türkiye’de “94 yıl” sonra bir “rejim” değişikliğiyle istenen “Başkanlık Sistemi” ile yıllardır, “demokrasi”yi istediği durakta inebileceği bir “tramvay”a benzeten, “hem laik, hem Müslüman olunamaz!”, “Elhamdülillah şeriatçıyım!”, “Hedefimiz İslam Devleti!” diyen “Cumhurbaşkanı Recep Tayyib”i -bir bakıma “Halife Başkan!” yapmak için mi ülkemiz “alt-üst” edilmektedir?
Bilmem ki ne dersiniz?