‘Trump krizi’ üzerine spekülatif düşünceler
Ergin Yıldızoğlu 01 Ocak 1970
Bu “tuhaf” Trump krizine, ABD’de “dış politika paradigması” krizini aşacak bir “Büyük Strateji” arayışı bağlamında bakabiliriz.
“Soğuk Savaş”tan sonra bütün “Büyük Strateji” üretme çabaları başarısız oldu. Ancak, ABD yönetici sınıfı her seferinde, Clinton ve Bush başkanlıklarının II. döneminde olduğu gibi, yeni bir “Büyük Strateji” üzerinde, çeşitli çıkar grupları arasındaki çelişkileri aşarak uzlaşmayı başardı.
Bu kez ortada hâlâ yeni “Büyük Strateji” yok. Aksine bir belirsizlik, hatta yeni başkanın bir başka ülkenin “kuklası” olduğuna ilişkin iddiaların yarattığı bir skandal var. Bu skandala, yakından bakınca da karşımıza ekonomide “küreselleşme”, siyasette de Rusya çıkıyor.
Küreselleşmeden sonra...
Financial Times’dan Martin Wolf, “Dünya düzensizliğine uzun, sancılıyolculuk” başlıklı yazısına “küreselleşme dönemi biterken, yeni dönemi korumacılık ve çatışma mı belirleyecek” sorusuyla başlıyordu (05/01/2017). “Trump krizini” şifreleri de bu saptamanın içinde. Bir alıntı da, Prof. James Kurth’un “11 Eylül”den 10 gün önce yayımlanmış bir denemesinden (Kurth o zaman, ABD Harp Akademileri Savaş Stratejileri bölümü başkanı): “On yıldır, ABD’nin dünya düzenine ilişkin büyük projesi küreselleşmeydi... küreselleşmeABD için, ABD de dünya için o kadar merkeziydi ki, Soğuk Savaşı izleyendönemin adını bu kavram koydu... ABD liderleri küreselleşmeyi, serbest piyasanın, açık sınırların, liberal demokrasinin, hukuk düzeninin yayılması olarak tanımladılar.” (The National Interest 01/09/2011) Kısacası Kurth’un “Küreselleşme biziz” saptamasının gösterdiği gibi ABD hegemonyasının adıydı küreselleşme. Ve gerek neo-liberalizmin özelliklerine, gerekse de mali krizin sergilediklerine bakınca, “küreselleşme mali sermayenin hegemonyasıaltında inşa edilmişti” diyebiliyoruz.
Şimdi, küreselleşme biterken, Financial Times’dan Münchau’nun vurguladığı gibi, yükselen popülizmin önünün kesilebilmesi için “mali sermaye ile sanayisermayesinin çıkarlarının aynı şey olmadığının görülmesi”... dolayısıyla da mali sermayenin hegemonyasının kırılması gerektiğine ilişkin bir yaklaşım güçleniyor. Halen egemenliğini korumaya çalışan ABD merkezli mali sermaye de bu yaklaşıma direniyor.
Güçler dengesi...
Wolf’un “Yerini korumacılık ve çatışmalar mı alacak” sorusu ise bir “güçlerdengesi dönemine” girildiğini gösteriyor. Burada da, mali sermayenin bu kez, Soğuk Savaşın ardından (Soğuk Savaş kalıntısı güvenlik mantalitesinden de yararlanan) “Doğu Bloku topraklarının kullanıma açılarak paylaşılması projesi”nin sonuçlarıyla karşılaşıyoruz.
Şimdi, bir taraftan bu paylaşımın sınırlarına gelinmesinin ötesinde, bir süredir Rusya bu sınırları geri itiyor. Diğer taraftan Çin, mali, askeri ve teknolojik bir güç olarak hızla yükseliyor; kendi yakın çevresinden öte, Latin Amerika’dan Avrupa’ya, Afrika’ya, yeni nüfuz alanları ediniyor.
Rusya’nın ekonomik, askeri, teknolojik açılardan, nüfus, mekân ölçeği bağlamında ABD hegemonyasının yerini alarak kendi “küreselleşmesini” kurma olasılığı yok. Buna karşılık Çin çok farklı bir gelecek senaryosu sunuyor.
Bu koşullarda ABD’de bir yaklaşım, klasik jeopolitiğin kuralları gereğince, Rusya’ya, Çin’in yükselişini dengeleme sorunu bağlamında bakıyor. Sanayisermayesinin çıkarları açısından da Rusya’nın doğal kaynakları, teknoloji, yatırım gereksinimi, tüketim potansiyeli, kısacası Batı kapitalizminin kapasite fazlası, talep yetersizliği sorununa bir çare olma şansı da bu jeopolitik yaklaşımı destekliyor. Trump’ın Rusya politikası da bu yaklaşıma yakın gibi duruyor.
Sanırım, ABD’de sermayenin “küreselleşmeci-‘liberal’- emperyalizm” eğilimi ile “ulusalcı -güçler dengesi- emperyalizm” eğilimlerinin “Büyük Strateji” oluşturma mücadelesine tanıklık ediyoruz.