Selahattin PINAR (1902-1960)
Nuri Özcan 01 Ocak 1970
Türk şarkı bestekârı ve tambur icracısı.
22 Ocak 1902 tarihinde İstanbul Üsküdar’da Altunizade semtinde doğdu. Babası, son İstanbul kadısı ve İstanbul İktisat ve Ticaret Mektebi medenî hukuk müderrislerinden Sâdık Efendi, annesi İsmet Hanım’dır. İlk öğrenimine babasının kadı olarak görev yaptığı Çal’da (Denizli) başladıktan sonra babasının Saros ve Edirne’ye tayin edilmesi üzerine öğrenimine buralarda devam etti. Ailece İstanbul’a döndüklerinde bir süre İtalyan Ticaret Mektebi’ne devam ettiyse de mûsikiye olan ilgisi sebebiyle burayı bitiremedi. On dokuz yaşında tamamen mûsikiye yöneldi ve İstanbul’un en gözde gazinoları ile radyoda çok sevilen bir icracı oldu. Atatürk’ün de beğendiği sanatkârlardan olan Selahattin Pınar 6 Şubat 1960 akşamı Kadıköy’de Todori Lokantası’nda öldü. Cenazesi ertesi gün Şişli Camii’nde kılınan namazından sonra Zincirlikuyu aile mezarlığına defnedildi. Ölümünden sonra Mecidiyeköy’de bir sokağa onun adı verildi.
Bestelediği eserler, tamburdaki icrası ve okuyuşu ile dönemin en popüler sanatçıları arasında sayılan Selahattin Pınar annesinin aldığı ud dersleri sırasında mûsikiyle tanıştı. 1914’te Ûdî Sâmi Bey’den ud dersleri alarak mûsiki çalışmalarına başladı. Ancak on dokuz yaşında udu bırakıp tambura yöneldi ve bu sazda kendini kabul ettirerek “Tambûrî Selahattin” olarak tanındı. Sonraları Üsküdar Mûsiki Cemiyeti adını alan Dârülfeyz-i Mûsikî Cemiyeti’nin Atâ Bey (Öztan) tarafından ikinci defa teşkil edilmesi esnasında (1920) kurucular arasında yer aldı. Bu dönemde Kaşıyarık Hüsâmeddin Efendi, Ûdî Sâmi Bey, Ali Rifat Bey (Çağatay), Muallim Kâzım Bey (Uz), Yûsufpaşazâde Enderûnî Celâl Bey ve özellikle Bestenigâr Ziyâ Bey’den faydalandı. Ayrıca Ali Rifat Bey’in reisi bulunduğu Şark Mûsiki Cemiyeti ve Türk Mûsikisi Ocağı kadrosunda bulundu, kısa süre Dârütta‘lîm-i Mûsiki çalışmalarına katıldı.
Düzenli bir mûsiki ve edebiyat eğitimi almamasına rağmen kendine has bir romantizmi olan bestelerinde güfte-melodi uyumunun zarif örnekleri ve ince bir zevkle örülmüş hassasiyetin melankolik ifadeleri görülür. Dört saz eseri ve bir cenaze marşı dışındaki bestelerinin hepsi şarkı formunda olup 150’nin üzerinde şarkı bestelediği, ancak bunlardan seksen dördünü tasnif ettiği söylenir. Bazı şarkılarının usullerinde bile kendine özgü bir tarz sezilir. Onun şarkı üslûbu Hacı Ârif Bey’den kaynaklanan geleneksel şarkı üslûbundan farklıdır. Eserlerinin çoğunun güftelerini Vecdi Bingöl, Fuat Edip Baksı ve yakın arkadaşı Mustafa Nâfiz Irmak’tan almıştır. Ayrıca Yahya Kemal Beyatlı ve Orhan Veli de onun çok takdir ettiği şairlerdendir.
Döneminin film müziği çalışmalarına katılan ve en çok kürdîli-hicazkâr eserleri seven Pınar’ın ilk bestesi de bu makamda, “Mülkün ne yaman şu‘le-i ikbâli karardı” mısraıyla başlayan şarkısıdır. “Kalbim yine üzgün seni andım da derinden” mısraıyla başlayan bayatî, “Bir bahâr akşamı rastladım size” mısraıyla başlayan hicaz, “Beni de alın ne olur koynunuza hâtıralar” mısraıyla başlayan hisar-bûselik, “Hayal deryâsına ben bâzı bâzı” mısraıyla başlayan hüseynî, “Gecenin mâtemini aşkıma örtüp sarayım” mısraıyla başlayan hüzzam, “Yüce dağdan esen rüzgâr, sevgiliye selâm götür” mısraıyla başlayan mâhur, “Bakışı çağırır beni uzaktan” mısraıyla başlayan muhayyer-kürdî, “Ben yürürem yâne yâne” mısraıyla başlayan nevâ, “Ayrılık yarı ölmekmiş” mısraıyla başlayan nişâburek ve, “Aylar geçiyor sen bana hâlâ geleceksin” mısraıyla başlayan rast şarkıları onun en çok sevilen eserlerinden bazılarıdır. Bunlar arasında en uzun ömürlü olacağına, bestekârlıkta yapmak istediklerinin hepsini bu şarkıda gerçekleştirdiğine ve hiçbir teknik noksanlığının bulunmadığına inandığı bestesinin hisar-bûselik şarkısı, en çok sevdiği eserinin ise, “Kalbim yine üzgün seni andım da derinden” mısraıyla başlayan bayatî şarkısı olduğunu söylemiştir. Öztuna, seksen dokuz şarkı ve bir peşrevden ibaret eserlerinin listesini (BTMA, II, 193-194), Mustafa Rona da yetmiş sekiz eserinin güftesini (Yirminci Yüzyıl Türk Musikisi, s. 495-505) vermiştir. Sanatkârın halkı değil, halkın sanatkârı takip etmesi gerektiğini söyleyen Selahattin Pınar sahnede ve plaklarda pek çok sanatkâra sazı ile eşlik etmiş, yumuşak sesiyle sahnelerde okumuş ve plak doldurmuştur. Sahnede sazı ile çalıp okuma şeklindeki icranın ilk defa onun tarafından başlatıldığı söylenir. Aynı zamanda viyolonist olan ve aşırı derecede hassas kişiliğiyle disiplinli bir hayat süren Pınar nazik bir İstanbul efendisi olarak tanınmıştır.