Bir krizden öbürüne
Ergin Yıldızoğlu 01 Ocak 1970
Liberalizmin iflası, Brexit, Trump, “alternatif-sağ” ya da yeni faşizm, korumacılık eğilimleri, “savaş korkusu”, gittikçe sıklaşan kitlesel protestolar, dinci terörizm, dünya ekonomisinin merkezlerinde çok tehlikeli bir dönemin başladığına işaret ediyor. David Harvey’in “yön değiştirme krizi” (switching crisis) kavramı bu dönem üzerinde düşünmeye yardımcı olabilir.
‘Yön değiştirme’ krizi
Bir sermaye birikim rejiminin krizini yöneten model tükendiğinde yeni rejim arayışları gündeme gelir. Var olan rejimi destekleyen, yeniden üreten kurumların, sermayenin örgütlenme biçimlerinin, mekânlarının, yönetici kadroların, çalışanların ve tüketicilerin duyarlıklarının bu arayışlara direndiği görülür. Bu direniş, bir “yön değiştirme krizine” yol açar. Bu krizi aşabilmek için yasaların, devletin kadrolarının, siyasi seçkinlerin değişmesi gerekir; bu bağlamda fiziki ve simgesel şiddet gündeme gelebilir.
“Yön değiştirme krizi” sırasında, hem sermaye sınıfı ile işçi sınıfı arasında; hem de sermaye sınıfının, sermayenin hareketinin farklı anlarında (üretken –fiziki/simgesel-, ticari, dolaşım, finans gibi) ve mekânlarında (ulusal, yerel ve küresel) yaşayan farklı kesimleri arasındaki çelişkiler derinleşir. İşçi sınıfının farklı kesimlerinin çıkarları da çatışabilir. Sınıfların, siyasi kararların alınma süreçleri üzerindeki göreli etkinlikleri değişmeye başlar. Benzer bir değişim sürecini uluslararası düzeyde, emperyalist devletler-bağımlı devletler, yükselen güçler arası ilişkilerde de izleyebiliriz.
Üç yaklaşım
Günümüzde, birbiriyle çelişen arayışlara ve direnişlere ilişkin bir “yön değiştirme” krizinden söz edilebilir. Bir yaklaşım, eski neoliberal küreselleşmeci, rejimi, halkın tepkilerini yatıştıracak kimi reformlarla korumak istiyor (liberal demokratik-muhafazakârlık). İkinci yaklaşım, iç içe geçmiş projelerden oluşuyor. En genel proje, emekçi sınıfların tepkilerini ırkçı, dinci, eski “güzel (aslında olmayan) günlerin” nostaljik fantezileriyle yedeğine alarak krizi ulusal zeminde aşmaya ilişkin. Faşist özellikler sergileyen bu “proje” gerilemekte olan Batı egemenliğinin Hıristiyan değerler üzerinden restorasyonunu hayal eden dinci, beyaz, erkek, ırkçı, Trump yönetiminin, “Holocaust” açıklamasında ortaya çıktığı gibi anti-semitizme kadar giden bir başka yaklaşımı içeriyor. Onun içinde de bu ikisinden yararlanarak ABD’nin küresel üstünlüklerini yükselen büyük güçlere karşı koruma projesi var.
Bir üçüncü yaklaşım, bu iki yaklaşımın önerdiği seçeneklere “Hayır” diyor. Bir “negatif diyalektikle” ilerleyen bu yaklaşımın içinde, faşizme, emperyalizme giderek kapitalizme karşı direnişin tohumları filizleniyor.
Dahası, bu yaklaşım, kapitalizmin var olan rejiminin, ekonomik, siyasi, kültürel, ekolojik, hatta psikolojik tüm sorunlarını, ırkçı, dinci nostaljilere kapılmadan, bilimsel-teknolojik gelişmeleri de kucaklayarak ortaya koyduğundan, yeni bir sermaye birikim rejiminin olasılıklarını da içinde taşıyor.
Kadınların Trump’ın kadın düşmanı politikalarına karşı ve 70’ten fazla ülkede yankılanan görkemli protestoları. Trump’ın Müslümanları hedef alan faşist yasaklamalarına karşı ABD’de havaalanlarında, sokaklarda, İngiltere’de çeşitli kentlerde meydanlarda yaygın, kendiliğinden protesto eylemleri bu üçüncü yaklaşımın örnekleri. İnsanlığın geleceği açısından bir umut vaat eden bu yaklaşımı geliştirmek gerekiyor. Ancak, geliştirmenin yolu da öncelikle “sol”un geçen yüzyıldaki “altın çağına” ilişkin nostaljiden (deneylerin bilgisinden değil) kurtularak kapitalizmin ve işçi sınıfının kriz içinde geçirmekte olduğu dönüşümlerle uyumlu yeni mücadele, örgütlenme biçimleri, söylemleri üretebilmesinden geçiyor.