Fırlatılan Anayasa
Güneri Cıvaoğlu 01 Ocak 1970
REFERANDUMDA oylanacak “Cumhurbaşkanlığı sistemine” EVET isterken AK Parti’nin gerekçelerinden biri de “iki başlılık olmayacak...”
Bir de örnek veriyorlar:
“10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, dönemin koalisyon hükümeti Başbakanı Bülent Ecevit’e Anayasa kitapçığını fırlatmasını.”
Gerçekten sadece bu olayın aktörleri için değil, Türkiye için de çok pahalıya mal olan bir olaydır.
Türkiye, çok derin bir “ekonomik krize” yuvarlanmıştı.
20 yıla yakın süre geçti.
Özellikle 18 yaşındakiler de -referandum sandıklarından EVET çıkarsa- milletvekili seçilme hakkı elde edecekleri için gençlere anlatmakta fayda var.
Daha ileri yaşta olanlara da hem hatırlatalım hem de pek de bilinmeyen ayrıntıları yazalım.
Bu seferlik yazı “mutat”tan uzun olacak...
.....................
Merhum Ecevit’in Cumhurbaşkanı seçimleri için bir tutkusu vardı.
“Yüksek mahkeme başkanlarını” aday göstermek isterdi.
Çok önceleri dönemin Danıştay Başkanı’nı Cumhurbaşkanı seçtirmek için diğer partilerle pazarlıklarda dayatmıştı. Süleyman Demirel’in Çankaya’daki görev süresi dolunca dönemin Başbakanı Bülent Ecevit gene bir yüksek mahkeme başkanının Cumhurbaşkanı seçilmesini istedi; dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer’i “aday” gösterdi.
Sezer’in, “adaylığı” değil de o giderse yerine gelmesi ihtimali olan Haşim Kılıç’a karşı “ana akım medyada” alerji vardı.
Yeterince “devrimci” görülmüyordu. (Oysa yıllar geçmiş, bu görüşte olanların hepsini, çok dirayetli bir başkanlıkla mahcup etmiştir Haşim Kılıç.)
HHH
Kamuoyunu oluşturabilecek kanaat önderlerine Ecevit’in kurmayları kapalı kapılar ardında “Kılıç’ın yeni başkan olmayacağının” güvencesini fısıldadılar.
Sezer’i Ecevit’in yanı sıra hükümetin bütün krizlerini “yapıcı yaklaşımları, ılımlı üslubuyla çözen üçlü koalisyonun devamını adeta üstlenmiş olan Hüsamettin Özkan da destekliyordu.”
Sonuç...
Ahmet Necdet Sezer 10. Cumhurbaşkanı seçildi.
.....................
Ve...
Sezer ile hükümet arasında daha ilk günden başlayarak gerilimler sık sık gündeme geliyordu (Sezer’in alınganlıkları ve uslübu ilişkileri zorlaştırıyordu. Ama hukuk kurumları için titizliği ve yolsuzluk konularında hassasiyeti dikkate alınırsa temelde haklı çizgideydi. Dürüstlüğü tartışılmaz olan Ecevit ile diyaloğu keşke, özelli üslupta olabilseydi belki o döneme ait bazı şaibe söylentileri geçmişin karanlıklarında kalmazdı.)
“Anayasa kitapçığı fırlatma olayı” en ses getiren, en dramatik olanıdır. Bir savcı Türkiye’nin enerji dosyasıyla ilgili bir araştırma için yurtdışından bilgi sormuştu. Bunun üzerine Bülent Ecevit’te bir açıklama yaparak devletin Adalet Bakanı ve soru sorulan ülkedeki büyükelçilik atlanarak böyle bir soruşturmanın yanlışlığına işaret etmişti. Şimdi olaya gelelim...
Açıklamadan iki gün sonra Milli Güvenlik Kurulu toplantısı vardı. Protokol şöyleydi. Toplantı öncesi Cumhur-başkanı ve Başbakan baş başa gelir, özel olarak konuşurlardı.
Sonrasında yaver gelir, Başbakan yardımcılarına ve Genelkurmay Başkanı’na “Sayın Cumhur-başkanımız sizlere emrediyor efendim” derdi.
Hep birlikte salona geçilirdi.
Komutanlar, diğer bakanlar ve MİT Başkanı salona daha önce girmiş ve yerlerini almış olurlardı.
HHH
O gün zaten teni esmer olan Bülent Ecevit’in yüzü simsiyahmış. Günler sonra medyaya sızdığına göre baş başa oldukları süre içinde Cumhurbaşkanı tek kelime etmemiş, karşılıklı susmuşlar.
Daha ilk dakikalarda Sezer sert ve buz gibi soğuk bir sesle Ecevit’e dönerek, “Soruşturma yapan bir devlet savcısı Başbakan tarafından nasıl olur da eleştirilir ve bunu kamuoyuyla paylaşır” ekseninde konuşmaya başlar.
Söylemlerine ve üslubuna girmek istemiyorum.
Ama yenilir yutulur şeyler değil. Ecevit, yüzü daha da kararmış bir halde, çok üzgün dinliyormuş. Bir ara Sezer duraklayınca, Ecevit “Bitti mi?” diye soracak olmuş.
Sezer “Hayır, bitmedi” diye cevap vererek hazmedilmez bir üslupla konuşmayı sürdürmüş.
HHH
Ecevit’i babası gibi seven ve sayan, Sezer’in Cumhurbaşkanlığı’nı adeta hazırlayan Hüsamettin Özkan dayanamamış, araya girmiş:
“Sayın Cumhurbaşkanı, eğer konunun bu olduğunu bildirseydiniz anayasalarımızı alır, önümüze koyar, biz de gerekli açıklamaları yapardık!..”
Sezer bunu “sözel” değil “eylemsel” yanıtlamış.
Elindeki Anayasa kitapçığını “İşte Anayasa” der gibi, Başbakan Bülent Ecevit’in önüne fırlatmış. Bu arada bir “nankör kedi” söylemi de o dönemin medyasına yansımıştı.
Sonrasında ne olduğunu, medya vermişti.
Başbakan’ın yanında oturan Hüsamettin Özkan’ın da fırlatılan Anayasa kitapçığını, nasıl geldiyse adresine aynı şekilde göndermiş.
...................
Ecevit artık hayatta değil.
Olayın en ayrıntılı anlatımını herhalde Sezer ve Özkan anılarını kaleme alırlarsa anlatırlar. Ancak... Özkan bu konuda konuşmayı sevmiyor. “Geride kalmış bir olaydır” diye geçiştiriyor.
Ecevit’e olan derin sevgisi ve saygısının bu suskunlukta “asıl neden” olduğunu hissediyorum.
Sezer ise henüz anılarını kitaplaştırmış değil. Bu yazıda o zamandan tutulmuş notları sundum. Ancak... Bu olaydan sonra Cumhurbaşkanı Sezer ve Bülent Ecevit görevlerine devam ettiler.
Resmi protokol gereği bir araya gelindiğinde, -ki çoğu zaman, Ecevit’i Özkan temsil ediyordu- sanki o dramatik sahneler aralarında yaşanmamış gibi devletin işlerini sürdürdüler.
Siyasi kopma olmadı. Ama merhum Ecevit ne yazık ki “kriz yönetimini” iyi yapamadı.
Medyanın karşısına çıkıp “Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasi krizini yaşıyoruz” dedi ve zemberekler boşaldı.
Devletin işleri tarafların kerhen de olsa görevlerini yapması sebebiyle -neredeyse- krizsiz sürdü ama 9 büyüklüğünde bir deprem gibi ekonomik kriz Türkiye’yi salladı.