Kültürel Milliyetçiliğin Fikir Babası: ZİYA GÖKALP
YUSUF TOSUN 26 Aralık 2006
Kürtler hakkındaki yazıları, bölgede yayın yapan diğer yayın organlarına aynı zamanda bir cevap niteliği de taşıyordu. O, bu yazılarıyla milli birliği kurmanın mücadelesinin vermeye çalışmıştır. Kürtleri Gurmanç, Zaza, Güran, Lenre (Lürre) ve Soran olarak beş sınıfta ele alan Gökalp, onların gelenek-görenekleri hakkında da ayrıntılı incelenmelerde bulunur. Kürt aşiretleri hakkındaki tetkiklerini tam olarak bitiremeden vefat eden Ziya Gökalp, aslında yapmak istediklerini Toker yayınları tarafından basılan "Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler" adlı eserinin sonunda yer alan Aşiretler Nizamnamesi (tüzüğü) yazı taslağında özetle dile getirmiştir. Söz konusu taslakta göze çarpan en önemli husus; sorunların bölgesel olarak ele alınıp, mahalli idarelere yetki verilerek çözüm aranması gerektiği önerisidir.
KİMDİR ZİYA GÖKALP (1876-1924)
Ziya Gökalp, 1876'da Diyarbakır'da doğdu. II. Meşrutiyet'ten başlayarak Türkçülük akımının en büyük temsilcisi sıfatıyla Türk düşünce ve siyaset hayatını kuvvetle etkilemiş, Milli Edebiyat akımı içinde verdiği eserlerle Türk edebiyatının biçim ve dil yönünden yenileşmesini sağlamıştır.
Öğrenimine Diyarbakır'da başlayan Ziya Gökalp, aynı şehirde Askeri Rüştiye'yi (1890) ve Askeri İdadi'yi bitirdi (1894).
II. Meşrutiyetin ilanından sonra, Ziya Gökalp'ın kurduğu gizli cemiyetin yerini Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti Diyarbakır Şubesi aldı. 1909'da partinin Selanik'teki kongresine il temsilcisi olarak katıldı. Bir yıl İstanbul Darülfünunda psikoloji okuttuktan ve Diyarbakır maarif müfettişliği yaptıktan sonra, yeniden Selanik'e gitti. Katıldığı parti kongresinden sonra genel merkez üyeliğine seçildi. Burada Genç Kalemler, Yeni Felsefe, Rumeli gibi dergi ve gazetelerdeki yazılarıyla Türkçülük ve dilde sadeleşme hareketlerinin öncüleri arasında yer alan Gökalp, milli duyguları, tarih bilincini, bilime ve tekniğe değer veren düşünceyi her şeyin üstünde tutan şiirleriyle çevresini geniş ölçüde etkiliyordu. İttihat ve Terakki Genel Merkezi İstanbul'a taşınınca (1912), Gökalp da İstanbul'a yerleşti. O yıl Ergani Madeni’nden Milletvekili seçildi.
Türk Ocağı çevresindeki çalışmaları, Türk Yurdu ve kendi çıkardığı Yeni Mecmua (1917) gibi dergilerdeki yazıları, Türkçülük akımının ilkelerini saptayan ve çağdaş uygarlık karşısında yerli bir senteze varılmasını şart koşan önerileri (Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak 1918), Darülfünun'da okuttuğu toplumbilim dersleri, İttihat ve Terakki'nin yönetici kadrosu üzerindeki etkisiyle Ziya Gökalp, Mütarekeye (1919) kadar uzanan dönemin düşünce ve siyaset hayatına yön veren etkenlerin başında yer aldı. İstanbul'un işgali üzerine tutuklanarak iki yıl Malta'da sürgün kaldı (1919-1921).
1923'te Diyarbakır'dan milletvekili seçildi.
26 Ekim 1924'te İstanbul'da öldü.
Yirminci yüzyılda Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli sistematik düşünür; cumhuriyetin resmi politikası haline gelen Türkçülük akımının fikir babası; Türk-İslam-Batı sentezini yapmaya çalışan ve fikirleriyle cumhuriyetin kurucusu Atatürk’e ilham kaynağı olan idol; tarihimiz, edebiyatımız, felsefemiz üzerinde derin etkileri olan toplumbilimci; Hamdullah Suphi’nin "mabedimizin meşalesi", "vatan topraklarının çok derin karıştıran saban", Ahmet Ağaoğlu’nun "Türklere mefkure veren en inançlı Türk", Yahya Kemal’in "milli hazinemiz", Ruşen Eşref’in "tasavvuftan gelen ve Türklere doğu yoluyla batıyı getiren bir düşünür", Nurullah Ataç’ın "görüşlerini empoze edebilen tek düşünür", İ. Hakkı Baltacıoğlu’nun "Durkheim’den sonra en büyük sosyolog" dediği, ölümünün 80. yıldönümünde (26 Mart 1924) gündemdeki yerini ilk günkü tazeliğiyle koruyan Cumhuriyet döneminin en önemli fikir damarı: Ziya GÖKALP…
II.
Modern Türkçülüğün kurucusu Ziya Gökalp, Türkçülüğün önemli kilometre taşlarından biridir. Atatürk onun için; "Etimin ve kemiğimin babası Ali Rıza Efendi ise fikrimin babası da Ziya Gökalp’tır." övgüsünde bulunmuştur.
Türkçülük akımının Anadolu’da ortaya çıkmasından önce, Avrupa’da müthiş bir Türk hayranlığı (Turquerie) başlamıştır. Bu Türk hayranlığının yanı sıra, Türklerle ilgili arkeolojik araştırmalar da yapılmıştır ki, bu akıma da Türkoloji adı verildiğini ifade ediyor Ziya Gökalp.
Ziya Gökalp’e göre Türkçülüğün ilk babaları; Ahmet Vefik Paşa ile Süleyman Paşa’dır. Ziya Gökalp, bu nedenle söz konusu iki şahsa büyük önem atfeder ve büyük boy resimlerini Türkçü kuruluşlarda asmayı salık verir.
O, Türk Milletini yükseltmek anlamını yüklediği Türkçülükle birlikte, Millet kavramı üzerine de hassasiyetle eğilir ve millet, dil, din, ahlak, birliktelik ve ortaklığını arar. Ancak, özellikle dil unsuru, Ziya Gökalp’in Türkçülük tanımını daralttığından, Türkçülerin uzak ülküsünü Turan adıyla tanımlar. Ona göre Turan; "bütün Türk illerini içine alan Türk toplumundan ibarettir."
Ziya Gökalp, kültür ile medeniyet arasında direk irtibat kurar ve kültürü; "Din, ahlak, hukuk, akıl, estetik, iktisat, dil ve fenle ilgili yaşayışların toplamı…" olarak tanımlar. Medeniyeti de aynı tanımlama içinde ele alan Ziya Gökalp, Osmanlı’nın çeşitli sebeplerden ötürü (geçici topluluklardan oluşması, batı medeniyetinin yükselmesi vs.) çökmeye mahkum olduğunu, bunun yerine kurulacak olan Türk devletinin ise, kendi kültürünü korumak şartıyla batı medeniyetiyle irtibata geçmesi gerektiğinin altını çizer. 20. asrın başlarında, Ziya Gökalp’ın fikirleriyle yol alan Atatürk, adeta Ziya Gökalp’in düşüncelerinin uygulayıcısı olmuştur. Atatürk’ün -yukarıda da ifade ettiğimiz gibi- onu fikir babası olarak görmesi boşuna değildir.
Ziya Gökalp’in, batı medeniyetini hedef gösterdiği apaçıktır. Ona göre gelecekte ilerleyecek ve yıldızı parlayacak olan Medeniyet, Avrupa Medeniyeti olduğundan, "Avrupa medeniyetine tam olarak girmek" tek kurtuluş yoludur. Zamanında Tanzimatçıların da batıya yöneldiği, ancak, bunu tam olarak başaramadıkları da ortada. Bunun önemli gerekçesi, Tanzimatçıların, doğu medeniyeti ile batı medeniyeti arasında bir sentez oluşturmak istedikleri, ancak bunu tam olarak başaramadıkları görülmüştür. Ziya Gökalp’e göre, her şeye rağmen Batı Medeniyeti dairesine, Türklüğümüzü ve Müslümanlığımızı korumak şartıyla girmek gerekir. Ziya Gökalp, 20.asrın başlarında ısrarla doğu medeniyetini bırakmamızı önermiştir sürekli. O, düşünceleriyle -hala da bu ve benzeri düşünceler belli kesimler tarafından ısrarla vurgulanıyor- batıyı adeta bir kurtarıcı gibi göstermiştir.
Ziya Gökalp, Türkçülüğün yeniden şahlanması için programına aldığı önemli açılımlardan biri de, Dilde Türkçülük düşünceleridir. Türk dilinin İstanbul Türkçe’si ile yazılması gerektiğini vurgulamış ve bu amaçla Türk dili üzerine geniş araştırmalarda bulunmuştur.
Ziya Gökalp, Türklerin estetik zevkine hayrandır. Bu hayranlık, özellikle batının, Türklerin estetik zevkine olan hayranlığından kaynaklanıyor aslında. Çünkü Türkler, özellikle el sanatları ve süslemede dünyada üne sahip olmuşlardır. Ziya Gökalp, işte bu estetik zevkin yeniden gün yüzüne çıkarılması ve yaşatılması için çaba sarf etmiştir.
Ziya Gökalp’in dilde ve estetikte Türkçülükten sonra, üzerinde önemle durduğu ve yeniden yaşatılması gerektiğine inandığı Türkçülük projesinin önemli ayaklarından biri de, Ahlakta Türkçülüktür. Eski Türklerde ahlak anlayışını (Vatani Ahlak, Meslek Ahlakı, Aile Ahlakı, Cinsel Ahlak, Medeni Ahlak ve Kişisel Ahlak...) derinlemesine ele alan Gökalp, kendi özüne sadık, yeni bir ahlak versiyonu önermeye çalışır bu düşünceleriyle. Ve sonucu şöyle bağlar;
"Sözün kısası, her milletin yeryüzünde gerçekleştireceği tarihten ve medeniyetten kaynaklanan bir özel görevi vardır. Türk milletinin özel görevi ise, ahlakın en yüksek faziletlerini gerçekleştirmek, yapılmaz sanılan fedakarlıkların ve yiğitliklerinin yapılabileceğini ispat etmektir."
Hukukta Türkçülük, Dinde Türkçülük, Akademide Türkçülük, Siyasette Türkçülük ve Felsefede Türkçülük de bu program içerisinde ele alınıyor.
Söz konusu Türkçülük programını, Ziya Gökalp’ın ölümünden (1924) sonra da Atatürk tarafında genişletilerek uygulanmıştır. Ancak bazı kesimler, bu düşünceleri uç noktalara götürerek suiistimal etmişlerdir. Türkçülüğü adeta bir din, mezhep haline getirmenin sonuçları ise aşikar ortadadır.
Atatürkçülüğün iyi anlaşılabilmesi için, Ziya GÖKALP milliyetçiliğini iyi anlamak gerekir. Çünkü Atatürk Milliyetçiliği, Ziya GÖKALP milliyetçiliğinin içindedir.
Ziya GÖKALP, yeterince anlaşılabilmiş değildir. Onu bir cephesiyle ele alanlar -ki genelde böyle olmuş- yanılgıya düşebilirler. Ziya GÖKALP üzerine inceleme yapan Taha Parla, onun yanlış anlaşılmasına en büyük sebep olarak; "…GÖKALP’i iyi bilmeyenlerin ya da bilerek çarpıtanların kullandığı yarım kanıtlar, daha çok onun kimi özdeyişleri ve kısa şiirleridir." tespitinde bulunur.
17-18 yaşlarında bunalım sonucu intihar girişiminde bulanan Ziya GÖKALP, çok çalışkan bir insandır. 48 yaşında erken ölümünü, bu intihar girişimi sonucu kafasındaki mermiye bağlayanlar olmuştur. Ancak bu kısa yaşamına bile büyük şeyler sığdırabilmiştir. Ziya GÖKALP’in milliyetçiliği, daha çok bir tür kültürel Türkçülüktür. O, bununla dil ve kültürde (Hars) birliği sağlamayı hedeflemiştir. Kızıl Elma şiirleri, tamamen böylesi bir hisle yazılmıştır. Ancak şiirleri yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bütün değil de parça parça ele alındığında yanlış anlaşılmalar olmaktadır. O, bu şiirleriyle "hayal aleminde" bir ideal oluşturmaya çalışmıştır. Manevi bir birlik kurmayı hedeflemiştir. Çünkü Ziya GÖKALP’e göre Türkçülük; Türk milletini yükseltmektedir.
Yine ona göre Türkçülük; "Siyasi bir fıkra değildir. İlmi, felsefi, bedii bir mekteptir. Başka bir tabirle, harsi bir mücahede ve teceddüt yoludur." Ziya GÖKALP’in düşünce sisteminde din, ikinci plandadır. Bu durumu onun "Türkleşmek – İslamlaşmak – Muasırlaşmak"’tan "Türkçülüğün Esaslarına" varış sürecinde açıkça gözlemlemek mümkündür. Ziya GÖKALP’in düşünce dünyasının zirveye ulaştığı dönem de, bu süreçte yer almaktadır zaten.
Dünya çapında Ziya GÖKALP’in düşünce sistemi kabul görmese de, kendi içinde önemlidir. Kant üzerine, inceleme yapan Schopenhauer’in; "…büyük bir zihnin eserlerindeki yanlışlık ve yanılgılara işaret etmek, onun değerinin doğru ve tam bir açıklamasını yapmaktan çok daha kolaydır." yerinde tespiti dikkate alınıp Ziya GÖKALP değerlendirildiğinde daha tutarlı/objektif sonuçlara ulaşmak mümkündür. Önyargılı yaklaşımlar, her zaman için kişiyi/toplumu yanıltmaya müsaittir/ler. Çünkü Ziya GÖKALP, Osmanlıdan yeni bir medeniyete geçiş bunalımının yaşandığı bir dönemde, milli değerlere sarılarak çözümler üretmeye ve bunalımdan çıkış yolu göstermeye çalışmıştır. Onun yaşadığı dönemin hassasiyeti ve haleti ruhiyesi onu kaçınılmaz olarak böyle bir düşünce sistemine yöneltmiştir. Çünkü, o daha çok mevcut sosyal hadiselerden yola çıkarak teoriler geliştirmeye çalışmıştır. Onun düşünce sisteminin /felsefesinin dünya çapında yeterince kabul görmemesinin belki de en büyük sebebi söz konusu durumdandır. Kısaca onda doktrin, aksiyondan sonra gelmiştir. Bu nedenledir ki; onun düşünce sistemi yerel olmuştur.
Ziya GÖKALP’in milliyetçiliği, dile ve kültüre dayalıdır. Ancak onun şemsiyesi altında söylem geliştirmeye çalışan bazı kesimler ise onu ırkçı, yayılmacı olarak göstermeye çalışmışlardır. Bu ince ayrıntıyı "Ziya GÖKALP Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm" adlı önemli çalışmayı yapan Taha Parla’da daha net görmek mümkündür.
III.
Osmanlının yıkılması ve Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, Türkiye yeni bir yola girmiştir. İslamiyet’le tanışmadan önce uzakdoğu medeniyeti ile iç içe olan Türkler (Özellikle Çinlilerle), İslamiyet’i kabulüyle birlikte Doğu medeniyetine, Tanzimatla birlikte ise Batı medeniyetine dahil olmuşlardır. Türkçülüğün önemli teorisyenlerinden olan Ziya Gökalp, Türk Töresi adlı çalışmasında; Türklerin İslam ile tanışmadan, yani uzak doğu medeniyeti ile ilişki halindeki dönemindeki yaşantılarını (dil-kültür-töre-din) inceler. Yani Türklerin İslamiyet’ten önceki Dini töresini ve Hukuki töresini genişçe ele alır. Ziya Gökalp, eski Türklerin dini inanışları hakkında da bizi bilgilendirir Türk Töresi eserinde. Ancak bu bilgilendirmenin çoğu, batı kaynaklıdır. Özellikle Durkheim’den alıntılar dikkat çekicidir. Dörtlü inanışa (Yeşil Han, Sarı Han, Kızıl Han, Ak Han) sahip Tisin Türkleri, zamanla Çinlileri de etkilemiş ve Çinliler de bu dörtlü inanışı beşli inanışa dönüştürerek sürdürmüşlerdir. Tisin Türklerindeki dörtlü inanış; yön, mevsim, yer-su, unsur, hayvan sınıflamalarına göre yeni şekiller almıştır zamanla. Bu dörtlü sınıflandırma şöyledir:
Yönler Mevsimler Yer-Sular Unsurlar Hayvanlar
Doğu İlkbahar Gökhan Ağaç Koyun
Güney Yaz Kızıl Han Ateş Horoz Tavuk
Batı Sonbahar Akhan Demir İt
Kuzey Kış Karahan Su Domuz
Türk mantığı da birçok konuda bu dörtlü kategoriye göre şekillenmiştir. Daha sonra Tisin dinine Şamanizm adı verilmiştir.
Tisin(Şamanizm) dininin dört temel unsuru olan ağaç, su, demir ve ateş, hem birbiriyle aynı düzeyde, hem de birbirine karşıttır. Zaten bu karışık durum da, Şamanizm’in ana felsefesini oluşturur.
İl Dini ve İlhanlık Dini ile bu dinlerin Çin dini arasındaki benzerliğe dikkat çeker Ziya Gökalp. Sayılar esası üzerine kurulu eski Türklerdeki bu inanışlar, tamamen hayatlarına girmiş durumdadır. Bu gün Türklerdeki birçok gelenek, görenek bu dinlerin kalıntılarıdır.
Ziya Gökalp, Türk Mitolojisi üzerine de bilgiler verir bize. Türk Yaratılış Destanı, Dokuz Oğuz Destanı, Oğuzhan Destanı, Şane Destanı Ergenekon Destanı, Göktürk Destanı ve diğer Türk destanları hakkında aydınlatır bizi. Türklerin bir de aşk mitolojileri vardır. Güneş Hanım, Çolbu Hanım, Öksüz Kız bu aşk mitolojilerinden bir kaçıdır.
IV.
Türk medeniyet tarihini üç dönem olarak ela alan Ziya Gökalp, (Türkler İslamı kabul edinceye kadar Uzakdoğu Medeniyeti, İslamı kabul ettikten sonra batı medeniyetini kabul ettiği döneme kadar Doğu Medeniyeti, batı medeniyetini kabulden günümüze kadar Batı Medeniyeti) medeniyetleri, milletlerin ortak malı olarak ele alır. Bu anlamda milletlerarası olan medeniyetler, her millette kültürel (hars) farklardan dolayı farklı bir şekil alır. Çünkü kültür, millidir Ziya Gökalp’e göre. Ziya Gökalp bu üç öğeyi (uzak doğu, doğu ve batı medeniyetini) kendi perspektifinden ele alır Türk Medeniyet Tarihi adlı son çalışmasında.
İslamiyet’ten önceki Türk dini üzerine geniş açıklama ve araştırmalarda bulunan Ziya Gökalp, Dede Korkut kitabına dayanarak mantıksal çıkarımlarda bulunmaya çalışır. Ancak bu Türk dini hakkındaki görüşlerin çoğu, efsane ve destanlara dayanıyor ve birçoğunun aslında gerçekle alakası yoktur. Ancak ilginçtir ki, Eski Türk dininde kalıntılar hala devam etmektedir. Ya da günümüzdeki bazı dini inanış ve töreler eski din anlayışıyla irtibatlandırılmaya çalışılmıştır. Söz konusu dini algılayış yorumunda bir zorlamanın olduğu her halükarda kendini hissettiriyor aslında. Çin dini ile karmaşık bir yapı oluşturan böyle bir din anlayışı garipliklerle doludur. Eski Türklerdeki mantığı da söz konusu destan ve mitolojiler çerçevesinde ele alıp inceliyor. Sayılar ve sınıflandırmalardan yola çıkarak, Türk mantık ve felsefesini çözümlemeye çalıştığı da söylenebilir.
İslamiyet’ten önce Türk Devlet yapısı, ailesi ve ekonomisi üzerine geniş araştırmalar yapan Ziya Gökalp’in bu düşünceleri, yeni kurulan Cumhuriyetin de tarih, devlet, din, aile, ekonomi anlayış ve altyapısını oluşturan niteliklerdir. Dede Korkut kitabındaki destanların kaynak olarak gösterildiği bu teoriler, yine tamamen efsane niteliğindedir aslında. Kadının ve dinin izlediği serüven daha çok ön plana çıkıyor Türk Medeniyet Tarihi araştırmasında. Türk Medeniyetinin bu ilginç serüvenini biraz da gülümseyerek ve yer yer hüzünlenerek okumak, öğrenmek isteyenlerin Ziya Gökalp’in Türk Medeniyet Tarihine göz gezdirmelerinde fayda var.
V.
Ziya Gökalp, meşhur üç cereyan tezinde; muasırlaşmak (çağdaşlaşmak-medenileşmek), İslamlaşmak, Türkleşmek arasında sıkı bir bağlantı kurmuş ve bunların gerekliliğini ısrarla vurgulamıştır. Üç cereyan fikri, Taha Parla’nın yerinde tespitiyle, birbirinden bağımsız olmayan ve her biri ayrı bir boşluğu dolduran bir bütünün parçaları olarak ele alınıyor Ziya Gökalp tarafından. O bu üç akımla (Muasırlaşmak, İslamlaşmak, Türkleşmek), "Çağdaş bir İslam Türklüğü" yaratmak istenmiştir. Ona göre muasırlaşmaktan kasıt, batının fen ve tekniğini almaktır. Yoksa yaşayış olarak onlara benzemek değil. Aslında bu düşünce, öteden beri hep söylemde kalmış, batının fen ve tekniğini almak üzere Avrupa’ya giden birçok aydın, maalesef ahlakını almıştır. Ve hala da aynı tarz batılılaşma devam etmektedir. Öyle ki, batının haremimize bile girdiği bir dönemde, hala aynı tezi savunanların olması enteresandır.
Ziya Gökalp’in önemli düşüncelerinden biri de, dile büyük anlam atfetmesidir. Dilin geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi gerekliliğine vurguyla, dilin anlam bakımından "çağdaşlaştırılması", terim yönünden "İslamlaştırılması" ve imla, dilbilgisi konularında da "Türkçeleştirilmesi" nin altını çizmiştir.
Bu anlamda Türkleşmenin ve Türkçeleştirmenin ilkin dilde olduğuna işaret ediyor Ziya GÖKALP. Yani; yeni bir medeniyetin dili de yeni olmalıdır ona göre. Medeniyete kendi istediğin anlamı yükleyebilmenin en önemli yolu budur şüphesiz. Nitekim Cumhuriyetin kurulmasının akabinde harf inkılabının yapılması ve Türkçe’ye özel önem verilmesi bütün bunları göstermiyor mu?
Ziya GÖKALP, geleneklerine ve dinine (İslama) bağlı bir medeniyet tasarımı önümüze koyar. Yani; "Çağdaş bir Türk İslam Medeniyeti" ortaya koyma çabasındadır o bu düşünceleriyle. Ya da üçlü bir sentez(Türk-İslam-Batı) peşinde olduğu söylenebilir.
Ziya GÖKALP’ın Türkçülüğü, yer yer İslamcılık ile çakışır. Çünkü ona göre; "Türklerin millet mefkuresi Türklükse, ümmet mefkuresi İslamlıktır." Bu düşüncelerden hareketle Türkçülerin bir ümmet programları olması gerektiğini dile getirir ve başlıca esaslarını sıralar, Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak adlı önemli eserinde.
Ziya GÖKALP, milliyet ve İslam arasında oluşturduğu bağla milliyetçilik yapmaya ve bu mefkureyi açıklamaya çalışmıştır. Osmanlıda etnik grupların ayrılma ve isyan hareketleri kaçınılmaz olarak milliyetçilik akımına yol açmıştır. İşte bundan hareketle Ziya GÖKALP da, bu milliyet cereyanını kendi lehine çevirmeye çalışmıştır. Ve bu düşünceyi bir İslam toplumunda elbetteki dinle bağlarını da irdeleyerek ve zihinlerdeki soru işaretlerini izole ederek savunmak gerekiyordu. Ancak bu ilişkilendirmedeki ince ayrıntı, herkes tarafından aynı hassasiyetle dikkate alınabilecek miydi? Söz konusu milliyetçilik zamanla Irkçılık ve şovenizme dönüşürse, pek de İslamla bağ kurulmuş olamazdı. Niketim Ziya GÖKALP’in söz konusu Türkçülük/Milliyetçilik kuramları, geçen süre zarfında söz konusu sıkıntıyı zaman zaman gündeme getirmedi değil.
VI.
Ziya GÖKALP’in sıklıkla vurgu yaptığı konulardan biri de, Kültür ve Medeniyet meselesidir. Çünkü bir toplum, kültür ve medeniyet değişim/başkalaşımına uğruyor o dönemlerde. Ve haklı olarak da bu konunun iyice irdelenmesi gerekiyor o dönemin aydınları tarafından. Bu anlamda Ziya Gökalp’in yazmış olduğu makalelerinden oluşan Hars ve Medeniyet eseri önemli uyarılarla doludur. Hem siyaset, hem de medeniyete ilişkin ipuçları yakalamak mümkün bu makalelerden Harsı (Kültür); fertler arasında uyumu sağlayan kısımların tamamı; Medeniyeti ise; cemiyetleri birbirine bağlayan kurumların bütünü olarak ele alan Ziya GÖKALP; ısrarla Avrupa medeniyetini savunur. Çünkü ona göre milletimizin yükselişinin tek şartı Avrupa Medeniyetine girmektedir. Avrupa Medeniyetini benimsemek, aslında o medeniyetin kültürünü de benimsemek anlamına geliyor. Ancak Ziya Gökalp, bu düşüncede değildir. Bu durumu Ziya GÖKALP, 5 Eylül 1918’de Yeni Mecmua’da yayınlanan bir makalesinin son paragrafında şöyle açıklıyor:
"Bir Hars, içinde bulunduğu medeniyeti temsile çalışmazsa, o medeniyet, o harsı bozar, yok eder. Hars canlı bir varlığı, medeniyet ise o canlıyı besleyen ortama benzer. Bu sebeple, Harsın medeniyeti temsil etmesi ne kadar iyi ise, medeniyetin harsı temsil etmesi o kadar fenadır."
Ziya GÖKALP aslında kültür ve medeniyet meselesinde sanki çelişki yaşamaktadır. Bir yandan Osmanlı, İslam kültüründen, geleneğinden kopulmaması gerektiğini, kendi geçmişimize sahip çıkıp geleceğe uzanmak gerektiğini vurgularken, öte taraftan yukarıda da görüldüğü gibi ısrarla Avrupa medeniyetine girmek gerekliliğini dile getirmektedir. Avrupa medeniyetine girmek, Avrupa kültürünü de almak anlamına geldiğinden, kendi geçmişini örf ve adetlerini yaşatmaya çalışma mücadelesi boşuna değil mi? Cumhuriyetten bu yana geçen bunca süre, bu durumu açıkça ortaya koymadı mı?
VII.
Ziya GÖKALP, Türk Milliyetçiliğinin yaygınlaşması için çok çaba sarf etmiştir. Hem düz yazıları, hitabeleri, hem de şiirleriyle bu fikri, dünyadaki Tüm Türklere aşılamaya çalışmıştır. Yine böylesi bir amaçla yazdığı şiirlerinden biri de Kızıl Elma’dır. Çocukluktan mezara kadar bütün Türklerin yüreklerine Türkçülük aşılama sevdasında olan Ziya GÖKALP’ın her sözü; daha sonraları adeta ülküleştirilmiş ve vazgeçilmezler arasına konulmuştur. Kızıl Elma, şiir diliyle anlatılan bir tarih gibidir. Türk insanına dolaylı mesajlar var bu mısralarda. Osmanlının kaybedilen topraklarına ağıt var... Turan hayali var… Kendi ülküsüne dönüş çağrısı var... İşte birkaç sloganik mısra:
"Kızıl elma yokmuş, fakat lazımmış
Turan hayatına bu bir nazımmış."
Kızıl Elma bir hayal ülke…
Hem var, hem yok.
Onu, içinde büyütmeli her
Türk Ziya GÖKALP’e göre.
"Demiş ki: Nereye girmişse Hilal
Orası Turan’dır onu geri al."
"Düşman ülkesi viran olacak
Türkiye büyüyüp Turan olacak"
Görüldüğü gibi Ziya Gökalp’in şiirleri sloganiktir. Ziya Gökalp’i, sadece şiirleriyle ele alanlar yanılgıya düşebilirler. Çünkü şiirlerinde, ırkçılığın ön plana çıktığı ve şoven duyguların hakim olduğu apaçık görülüyor.
Ziya GÖKALP, bütün hayatını, mücadelesini Türklüğün yücelmesine adamıştır. Dolayısıyla şiir alanında da aynı hedef doğrultusunda şiirler yazmıştır. Ziya GÖKALP’te şiir, bu anlamda kayda değer şiir kitaplarından biri olan Yeni Hayat’ın önsözünde ifade ettiği; " Biz siyasi inkılabı yaptıktan sonra, ikinci bir görevle karşı karşıya kaldık; Sosyal İnkılabı hazırlamak."düsturunun önemli bir adımıdır. İşte, Ziya GÖKALP’te şiir, söz konusu "Sosyal İnkılabın" bir parçası olarak ele alınmalıdır. Türkçülüğün yirmi beş kuralının şiirleştirildiği Yeni Hayat, şiir tadından çok siyasi bir havaya sahiptir. Bir anlamda Türkçülük düşüncesinin nazımlaşması da diyebiliriz Yeni Hayat’a.
VIII.
Ziya GÖKALP, Diyarbakırlı olması ve bir toplumbilimci olması hasebiyle Kürtlere karşı da ilgisiz kalmamıştır. I. Dünya Savaşı akabinde batılılar tarafından Balkanlar’da ve Ortadoğu’da hortlatılan Milliyetçilik fırtınası, zaten can çekişen Osmanlı imparatorluğuna vurulan son darbe gibidir. Özellikle İngiliz ve Fransızlar tarafından Kürtler de aynı darbeye dahil edilmek ve Osmanlıdan koparılmak istenmiştir. Hem Fransız ve İngilizlerin bölücü propagandalarına karşı bir uyarı, hem de sosyolog kimliğinin verdiği sosyolojik yaklaşım dürtüsü, Ziya GÖKALP’in "Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler" yapmaya itmiştir. Kürtler hakkındaki yazıları, bölgede yayın yapan diğer yayın organlarına aynı zamanda bir cevap niteliği de taşıyordu. O, bu yazılarıyla milli birliği kurmanın mücadelesinin vermeye çalışmıştır. Kürtleri Gurmanç, Zaza, Güran, Lenre (Lürre) ve Soran olarak beş sınıfta ele alan Gökalp, onların gelenek-görenekleri hakkında da ayrıntılı incelenmelerde bulunur. Kürt aşiretleri hakkındaki tetkiklerini tam olarak bitiremeden vefat eden Ziya Gökalp, aslında yapmak istediklerini Toker yayınları tarafından basılan "Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler" adlı eserinin sonunda yer alan Aşiretler Nizamnamesi (tüzüğü) yazı taslağında özetle dile getirmiştir. Söz konusu taslakta göze çarpan en önemli husus; sorunların bölgesel olarak ele alınıp, mahalli idarelere yetki verilerek çözüm aranması gerektiği önerisidir.
IX.
Ölümünün 80. yıldönümünde (26 Ekim1924) hala fikir ve düşünceleri ile bu topraklarda yaşayan Ziya Gökalp, doğru/objektif anlaşılmayı bekliyor aslında. Eleştirel bir gözle irdelenmesi ve hak edildiği yere konulması gerekiyor. Diğer bir çok isim gibi Ziya Gökalp de dokunulmazlar arasından çıkartılıp, çıplak/objektif bir gözle ele alınmalı ve onun üzerinden ucuz siyaset yapanların maskeleri düşürülmelidir. Ve en önemlisi; yeni neslin böylesi fikir ve edebiyat damarlarından istifadesi sağlanmalıdır.