Yumuşak iniş
Aslı Aydıntaşbaş 01 Ocak 1970
Hollanda Başbakanı Mark Rutte, önümüzdeki haftalarda yapılması beklenen bir zirvede Binali Yıldırım’la görüşmeyi planladıklarını söylemiş. Umarım bu randevu gerçekleşir. Türkiye’nin Avrupa’yla köprüleri at
ması, kimsenin çıkarına değil. Ne toplum, ne hükümet, ne de ekonomi. Hele muhalif çizgide duran yazar, siyasetçi, düşünür, akademisyenler için, kendini dünyaya kapatmış bir Türkiye, hiç iyi haber değil...
Binali Yıldırım, aklı selim sahibi bir siyasetçi. Türkiye’nin ne ekonomik, ne de siyasi olarak artık bu kadar gerilimi kaldıramayacağının farkındadır diye düşünüyorum.
İçeride de, dışarıda da sürdürülemez bir gerilim hattında yürüyoruz. Sadece Hollanda, Almanya değil; Amerika’yla da, Irak’la da, Suriye, Mısır’la da aramız limoni. İsrail’le sadece bir ateşkes var. Rusya’yla yaşanan dostluk, Moskova’nın koyduğu kurallar çerçevesinde. Türkiye’nin 10 yıl önce tırnaklarıyla kazıyarak yarattığı imaj, bugün yerlerde.
Ve işin kötüsü, bu düşmanlıklar gittikçe yapısal hale geliyor.
Peki vatandaş ne diyor? Medyada tek hâkim renk olduğu için bunu ölçmek mümkün değil. Ama hababam pompalanan ‘İkinci Kurtuluş Savaşı!’, ‘Kahpe Batı!’, ‘Hepsi bizi bölmeye çalışıyor’ söylemlerinin, bir noktadan sonra etkisinin azaldığı ortada. İktidar partisinin gençlik kolları ve medyadaki sen-ben-bizim oğlan dışındaki sıradan vatandaş, her gün yedi düvele meydan okuyan Türkiye resmini şaşkınlıkla izliyor.
Gel gör ki devlet erkânı o havada değil.
‘Devlet’ denilen yapı son birkaç yıldır yaşanan siyasi travmalarla öyle bir ruh haline girdi ki, kendini her daim savaş halinde sayıyor. Ankara’daki psikoloji, otoriterleşen rejimlerde sıkça gördüğümüz iç ve dış düşmanlarla bitmeyen bir mücadele durumu... Şaka değil; son dönemde konuştuğum birçok bürokrat, Türkiye’nin bir düzine dünya gücüyle örtülü bir ‘savaş’ yaşadığını düşünüyorlar. Hepsi bize düşman, hepsi bizi bölmek istiyor, hepsi Türkiye’yi karıştırıyor. İslamcı gelenekten gelen siyasiler zaten çoktan ‘medeniyetler savaşı’ tezine inanmaya hazır. Darbe sonrası ulusalcılar ve milliyetçiler de işin içine girince, inanılmaz izolasyonist ve Batı karşıtı bir devlet geleneği var karşımızda. Yeni Ankara düsturu bu...
‘Yeni’ dediğim, aslında bildiğimiz, o çok tanıdık eski Türkiye işte...
Ama Türkiye gibi yarım asırdır Batı’yla entegre olmuş, halkının ciddi bir bölümü Batı değerleri ve hayat tarzını içselleştirmiş bir toplumda, Batı karşıtlığı üzerinden yeni bir oyun kurgulamak, nereye kadar sürdürülebilir? Ona-buna kafa atan ruh hali, kalıcı mı yoksa referandum öncesi taktiksel bir durum mu?
Bütün bunların cevabını hep birlikte göreceğiz.
Ancak şu net. Hükümet bir noktada hem Avrupa’yla, hem de Irak ve Suriye gibi bölgedeki diğer hasmane bulduğu ülkelerle ‘yumuşak iniş’ yapmak mecburiyeti hissedecek. Ekonomiden savunmaya kadar bir dizi sıkışmışlığı aşmanın başka yolu yok. Türkiye gibi karmaşık sosyolojisi ve kıymetli arazisi olan bir ülkenin, sadece Katar ve Barzani’yle ittifak yapıp bütün dünyaya kafa tutması akılcı değil. Sürdürülebilir değil.
Eninde sonunda toparlanmak zorundayız...
Umarım o gün gelene kadar her şeyi kırıp dökmüş olmayız...