Yarın çok geç olacak!
Ergin Yıldızoğlu 01 Ocak 1970
“İç ve dış dinamikler bizden yana” iddiasıyla başlayan siyasal İslamın AKP rejimi şimdi “içeride dışarıda herkes bize düşman” noktasına geldi; bir süredir de projesini toplumu derinden sarsan “şok”lar üreterek aşabiliyor. Her “şok”tan sonra da toplum biraz daha kutuplaşıyor, dokusu biraz daha çözülüyor. Referandumdan sonra, toplumu yeni bir “şok” bekliyor.
Naziler, haydut devletler filan...
Haziran seçimlerinde “başkanlık projesi” duvara çarpınca ülke yangın yerine döndü. Tanklar kentlere girdi, Suriye iç savaşını anımsatan görüntüler oluştu; yüzlerce insan öldü, yüz binlerce insan yersiz yurtsuz kaldı. Kasım seçimleri AKP’ye hükümeti verdi ama “projesini” canlandıramadı. Sonra, “Allah’ın lütfu” bir askeri darbe girişimi toplumda “şok” yarattı. Bu “şok” sayesinde, Siyasal İslam, projesinin son durağı olacak referanduma, devleti, bürokrasiyi “temizleyerek”, muhalefeti susturarak, OHAL’in olanaklarından yararlanarak gidiyor. Ancak referandum tarihi belli olduktan sonra, “hayır” kampanyası güçlenmeye başlayınca, “hayır”cıları terörist ilan etmek, silah göstermek yetmeyince, momentumu kırmak için yeni bir “şok” gerekti.
Almanya ve Hollanda ile başlayan krizin arkasında işte bu gereksinim yatıyor: Daha düne kadar demokrasinin beşiği olarak bellediği Avrupa Birliği’nde vize serbestisi vaat edilen toplum, birden kendini, Nazi kalıntısı, Faşist, “Haydut devlet” olarak tanımlanan bir Avrupa’nın karşısında, adeta bir “din savaşının” ortasında buldu.
Bu “şok”un yarattığı sarsıntı Türkiye ile sınırlı kalacak gibi de durmuyor. Sarsıntı daha şimdiden Avrupa’da yükselmekte olan yabancı düşmanı, ırkçı-milliyetçi, AB karşıtı dalganın gücüne güç katıyor.
‘Her yer’ dağılırken
Brexit süreci bu hafta fiilen başladı. Hollanda’da Türk ve Müslüman düşmanı VVP çarşamba günü yapılan seçimlere profilini yükselterek giriyor. Fransa’da, bir Frexit vaat eden Ulusal Cephe Partisi ve lideri Le Pen’in, Türk ve Müslüman düşmanı havadan sonuna kadar yararlanmaya kararlı olduğu görülüyor.
Bu süreç Avrupa Birliği’ni, milliyetçi, yabancı düşmanı akımlarla yönetilenulus devletlere doğru, dağılmaya götürüyor. Bu sürece, dağılmanın NATO üzerindeki olası etkilerini, Rusya - NATO dengesindeki olası bir değişmeyi, militarizmin Almanya, Japonya ve ABD’deki yeni canlanma eğilimlerini, Çin’in askeri teknolojisini modernize ederken kendine yeni ekonomik siyasi etki alanları açma girişimlerini de ekledik mi, anlığımızda, kapitalizmin klasik “savaşa giden yol” resimlerinden biri şekillenmeye başlıyor.
Kendi bölgemize bakınca bu “resim” içinde, yeni gelişmelerin yerel riskleri, bu risklerin küresel sonuçlar yaratma kapasitelerini artırdığını görüyoruz. Örneğin, ABD özel kuvvetlerine ait 400+ personel ağır silahlarıyla birlikte Mınbiç’te Kürtlerle Türkler arasındaki kritik koridora girerek ilk kez bayrak gösteriyor. ABD, Rusya’nın aktif olarak bulunduğu, YPG üzerinden Türkiye’nin Kürt sorununa bağlanan bir bölgeye girerken, Rusya da ABD’nin yakın müttefiki Mısır’a, Libya’da ABD ve Avrupa destekli Tripoli yönetimini tanımayan “isyancı general” Haftar’ı desteklemek üzere özel kuvvetler, insansız hava araçları (İHA) birimleri gönderiyor.
Dünyada, bölgede sorunlar giderek daha da karmaşıklaşırken olası hataların maliyeti hızla artıyor. Böyle bir ortamda, Türkiye halklarından iradelerini, 15 yıldır kutuplaştırarak, her dönemeçte “şok”lara dayanarak, yasama, yargı denetiminden kurtularak yönetmeye çalışan, tüm dış politika girişimleri iflas ettikten sonra artık dünyayı “Haçla - Hilal’in” çatışması söylemiyle tanımlayan bir siyasetçinin eline teslim etmesi isteniyor...
Dün yetmez ama “evet” diyenler bugün çok pişman ama, her şey henüz kaybolmadı. Bugün “evet” diyecek olanlar için, yarın çok geç olacak.