Evet mi, hayır mı?
Sadi Somuncuoğlu 01 Ocak 1970
Sormak bizden, cevaplamak sizden. Devlet büyükleri (!), siyaset ve toplum önderleri tartışıyor; acaba söylenenlerden ve yaşananlardan hangisi ahlaka, hukuka, gelenek ve göreneklerimize uygun... bunu anlamak için mini bir anket yapalım.
Soru 1) 16 Nisan'da vatandaşların EVET demesi için: İktidar sahipleri ile AKP ve destekçisi parti ve çevrelerin devletin bütün organlarına, hukukuna, siyasi ve mali gücüne dayanarak; kamuya ait alanlarda, camilerde miting ve toplantı yaptığına, büyük şehirleri afişleriyle donattığına, TRT kanallarını ve medya kuruluşlarını, yurt içinde ve dışında uçak, otomobil, salon, kamu personeli gibi her türlü kamu imkânını kullandığına bütün dünya şahittir.
Buna karşılık vatandaşların HAYIR demesi için kendi imkanları ve sınırlı sayıdaki medya desteği ile çalışan bazı parti, STK ve kişilerin; iktidar sahiplerinin, AKP ve destekçisi parti ve çevreler tarafından "terörist", "darbeci", "çukur" ve "vatan haini" gibi, asla kabulü mümkün olmayan ağır saldırılara uğradığı, faaliyetlerinin bazı kamu görevlileri tarafından engellendiği, miting izni verilmediği, otel rezervasyonlarının ve salon toplantı bağlantılarının iptal edildiği, kışkırtılmış topluluklar tarafından saldırıya uğradığı, afişlerinin yırtıldığı gerçeğine bütün dünya şahittir.
Böyle bir yarış adilse EVET, değilse HAYIR deyiniz.
Soru 2) Hukuk ve demokratik yönetim ile dikta yönetimi arasındaki temel fark, devletin kurum ve kurallara göre veya kişiye göre yönetilmesi değil midir? Hukuk ve demokratik kurallara dayanan rejimler, asrımıza; kişiye dayanan rejimler, geçmişe, asırlar öncesine ait değil mi? Soruyu biraz daha somutlaştıralım; Egemenliğin sahibi millettir. Millet egemenliğini, hukuk ve demokratik (parlamenter) rejimlerde devlet eliyle kullanır. Devlet, yasama-yürütme-yargı temelinde yapılanır. Kuvvetler ayrılığı adı verilen bu üç yapı uyum içinde çalışır, birbirine üstünlüğü yoktur. Eğer bu hassas denge bozulursa, tedbiri alınarak düzeltilir. Kişiye dayanan rejimler ise, kuvvetler ayrılığını kabul etmez, bir şekilde kendine bağlar. Böylece de tek başına egemenliği ele geçirir.
Bu açıdan referanduma sunulan teklife bakalım: Tek adam devletin, partisinin, bu yolla (partisi çoğunluğa sahip ise) meclisin, üyelerinin tamamı, kendisi ve meclis (partisi) tarafından atanan yargının da başı olmuyor mu? Bu temel yapı dışında kalan önemli kurumların da, TSK gibi başı tek adam olmaktadır.
Bu durumda, tek adam yönetimine parlamenter veya demokratik hukuk devleti mi, dikta yönetimi mi diyeceğiz? Tercih sizin.
Soru 3) Referanduma sunulan teklifte; "Cumhurbaşkanlığı (tek adam) makamı herhangi bir sebeple boşaldığında... yenisi seçilene kadar yardımcısı vekalet eder ve cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır" deniyor. Özetle, millet tarafından seçilmediği halde ülkeyi tek başına yönetiyor; memurlardan, istediği kadar yeni yardımcı ve bakan adı verilen sekreterler atayabiliyor; yasama, yürütme ve yargının başı oluyor, KHK çıkarıyor. Peki bu yeni tek adam (Cumhurbaşkanı)Türk Milletine karşı sorumluluğu olan biri mi? Hayır.
Tamam da, böyle bir yönetim şekli dünyada, geçmişte ve günümüzde görülmüş mü? Hayır. Tarihimizde var mı? Asla.
Bu eşi benzeri görülmemiş yönetim biçimini hukuk ve demokrasi ile bağdaştırmak mümkün mü? Hayır ise, bunun adına tek adam veya keyfi yönetim denmez mi? Tek adamın keyfine kalan bir idare Türk Milletinin hayrına olabilir mi? Buyurun EVET veya HAYIR deyiniz.
Soru 4) Sürüp giden ve cevaplanmayan bir başka tartışma da; "Koalisyonlar" kötü, "tek parti yönetimleri" iyi tartışmasıdır. Konuya girmeden önce demokratik hukuk devletlerinin bir temel ilkesinin de "uzlaşma" olduğunu söylemeliyiz. Burada benim söylediğim doğrudur dayatmasına yer yoktur. Neyin iyi, neyin kötü olduğuna hem dünyanın hem de kendimizin tecrübelerine bakmamız gerekmektedir. Avrupa'nın gelişmiş ülkelerinin tamamına yakını, yıllardır koalisyonlarla yönetiliyor. Bundan kimsenin şikayeti yoktur. Kendimize dönersek, ekonomi, bölücü terör, eğitim, işsizlik, hukuk, cinayet ve intiharlar, korku toplumu ve kimliğimiz ve dinimizin haline bakalım.
Ekonomi: Çok partili dönem, (35 yılı koalisyonlar) yıllık büyüme hızı 1946-2002 % 5.1- 2003-2016 % 4,6; Kişi başına millî gelir (1998 dolar fiyatlarıyla) 2002, 4,241- 2016, 6.600; Millî gelir GSMH (milyar dolar 1998 fiyatlarıyla) 2002, 280 - 2016, 520 - Toplam borçluluk durumu (milyar dolar), 2002, 201 - 2016, 733; İşsizlik 2002 % 10, 2016 %12.1 (Kay: İlhan Kesici)
Bölücü terör: 1984-1993, tek parti dönemi (Özal'ın ölümüne kadar) 9 yılda sıfırdan zirveye çıktı. 1993-2002, 11 koalisyon hükümeti dönemi (9 yıl) zirveden sıfıra indi, 2003-2016 tek parti dönemi 13 yılda sıfırdan zirveye çıktı. Üstelik Irak ve Suriye'den de kuşatıldık. Sayılan diğer temel değerlerde de, üzülerek söyleyelim ki durumumuz, başta millî kimliğimiz ve yüce dinimizin çok zarar gördüğü açıktır.
Görüldüğü gibi tek parti dönemleri 1950-60 ile 1965-71 hariç memleketimize iyi gelmemiş.
Bu tabloya göre, nasıl bir zihniyet ve kadro tarafından yönetildiğimize bakmadan koalisyon kötü, tek parti iyi demek mümkün mü?
Soru 5) Acaba, "ille de tek adam" yönetiminde ısrar edenlerin yeni Türkiye projesinde, eski Türkiye dedikleri, 1923'ten eser kalacak mı? Egemenlik Türk Milletinin olacak mı?
EVET veya HAYIR seçim size ait.