Bunlar 'hayır'ın ayak sesleri
Servet Avcı 01 Ocak 1970
Cumartesi Sivas'taydık... Daha önce anlaşılan 9 salon, baskılar sonucu iptal edilmişti... 10. salonun sahipleri her türlü baskıya direndikleri için toplantımızı yapabildik...
Benzeri daha önce Denizli'de yaşanmıştı ve referanduma kadar muhtemelen başka illerde de yaşanacak...
Önceki gün Yozgat'ta Sinan Oğan'ın başına gelenler... Daha önce Meral Akşener'in ve Ümit Özdağ'a yönelik sabotaj ve provokasyonlar... Zavallı saldırı teşebbüsleri...
Sözümüz her valiye ve emniyet müdürüne değil, işini partizanca yapana... 28 Şubat sürecinde defalarca yargılanan birisi olarak hatırlatayım:
Onlar ne kadar muktedirlerdi değil mi? Tek komutla bütün yargıyı hizaya çekip, brifingle talimatlandırabiliyorlardı... Sözlerinin üzerine söz söylenemiyordu...
'Havuz medya' yoktu ama 'yavuz medya' vardı... 28 Şubatçıların ağızlarından çıkan ne varsa medyanın manşetindeydi... Millî Güvenlik Kurulu, Meclis'in üzerindeydi ve Başbakanlar, Bakanlar fırçalanıyor, şıpır şıpır terletiliyordu...
Daha Millî Güvenlik Kurulu toplanmadan, alınacak kararlar her dönemde 'büyük' olan gazetelerde ve televizyonlarda yayınlanıyordu... MGK kararları, kurul kendisi -açıklanabileceğine dair- yeni bir karar almadıkça açıklanamazdı ama öyle bir devirdi ki bu, kararlar daha alınmadan açıklanıyordu!.. Yani dönemin Başbakanı ve diğer ilgili Bakanlar ne karar alacaklarını medyadan öğreniyorlardı!..
Sadece yargı bürokrasisi değil, mülkî amirler de buna göre pozisyon almıştı... Hükûmet kendi iradesiyle valiler kararnamesi bile çıkaramıyordu... Çoğu vali kendisini hükûmete karşı değil, 28 Şubat'ın başındaki paşalara karşı sorumlu hissediyordu...
***
Hiç bitmeyecek zannedilen bir dönemdi bu... Kibir ve özgüven öylesine yüksekti ki, İsmail Hakkı Karadayı'dan sonra Genelkurmay Başkanı olan Hüseyin Kıvrıkoğlu'na "28 Şubat daha ne kadar sürecek?" diye sorulduğunda cevabı pek havalıydı: "Bin yıl sürecek!.."
Ne oldu sonra? "Bin yıl sürecek" denilen o antidemokratik düzen bin gün bile sürmeden helâk oldu, kimse sahip çıkamaz hâle geldi... O gün o baskıya 'kurşun askerlik' yapanlar daha sonra günah çıkarmak mecburiyetinde kaldılar ama kimse yemedi... Bir kısmı hesap vermek zorunda kaldı, bir kısmı ise silinip gitti...
Hiçbir dönem kalıcı olmadığı gibi hiçbir şahıs da kalıcı değil... Bugünler de geçecek ve biz baş başa kalacağız... Sonra biliyoruz ki "Bizler emir kuluyduk" diyecekler... Şimdiden söyleyelim, emir kulu değil, Allah'ın ve adaletinin kulu olun!.. O çok eleştirilen tek parti rejimindeki hem il başkanı hem vali olanlar gibi davranmayın... Bugüne çok güvenmeyin ve adaletin mutlaka tecelli edeceğini unutmayın...
***
Bu tür baskılar 'hayır'ı engellemiyor, 'evet'e de yaramıyor... Derdimiz bu değil, derdimiz adâletin onulmaz yaralar alması ve insanlarımız arasında bir arada yaşama iradesine darbeler vurulması...
Yoksa gerçekten bu baskılar ve adâletsizlikler ancak 'hayır'a yarar... Ayrıca 'evet' çıksa bile bu 'evet'i tartışmalı ve gölgeli hâle getirir, 'millî iradenin sonucu' gibi bir masumane kabulü kesinlikle ortadan kaldırır...
Daha önce de ifade etmeye çalışmıştım... Bu seçim çok farklı... İfade ettiğimiz ayrımcılıkların bir handikap olmadığı, 'hayır' lehine sonuç ürettiğini göreceğiz...
Keşke televizyonlar 24 saat kesintisiz 'evet' propagandası yapsa... 'Evet'i savunan gazeteci, sözde hukukçu ve siyasetçilerin tek bir maddeyi savunamayan, savunmaya çalışırken komik düştükleri hâlleri her an seçmenin önüne gelse...
Keşke sahte bal satan, 24 saat dandik telefon pazarlayan, detektör gösterip definecilere hitap eden, çörek otu yağıyla neredeyse ölümsüzlüğü vaat eden kanallar da sürekli 'evet' propagandası yapsa...
"Şehirlerin meydanlarında, caddelerinde ve sokaklarında 12 Eylül anayasasında olduğu gibi sadece 'evet'in propagandası yapılsa, 'hayır' sesi kamu imkânlarıyla bastırılan bir zemine otursa ve vicdanları kanatmaya devam etse" demiştik, öyle de oluyor...
***
Bugün her adâletsizlik ve baskı 'hayır'a katkı sağlıyor... Sahadan istedikleri sonuçlar gelmeyince panikteler ve bu gerçeği göremiyorlar... Mağduriyetle buralara kadar gelip, şimdi başkalarını mağdur duruma düşürmenin yol açtığı çelişkiyi ve bunun doğuracağı sonucu kestiremiyorlar...
Mesele, bu baskılar değil, bu baskıların ve adaletsizliklerin, yarın birlikte mücadele verecek insanların arasına soktuğu fitne ve millet gerçeğinin aldığı darbe...