RÂGIB PAŞA (ö. 1176/1763)
Mesut Aydıner 01 Ocak 1970
Osmanlı sadrazamı, diplomat, şair ve tarihçi.
1110 (1698-99) yılında İstanbul’da doğdu. Asıl adı Mehmed olup Râgıb mahlası ile birlikte Mehmed Râgıb olarak bilinir, ancak daha çok Koca Râgıb Paşa diye anılır. Küçük yaşta kaybettiği babası Defterhâne kâtiplerinden Şevki Mehmed Efendi’dir. Kaynakların hemen tamamı tahsiline ihtimam gösterildiği, akranlarına göre çok iyi bir eğitim aldığı, keskin zekâsı ve parlak yeteneğiyle dikkat çektiği konusunda mutabıktır. Hoca Sâlih Efendi’den Farsça öğrendi, Yûsufefendizâde’den sülüs ve nesih meşketti. Kitâbet, inşâ, hesap ve defter usullerini öğrendiği Defterhâne’de kendisine “Râgıb” mahlası verildi. 1134’te (1722) Osmanlı-İran savaşı sebebiyle bölgeye tayin edilen Defterhâne görevlileri arasında yer aldı. Serasker Ârifî Ahmed Paşa’nın maiyetine dahil oldu ve onun mektupçuluğu hizmetine yükseldi. Revan fethinin ardından umûr-ı mühimme kitâbetine getirildi (1137/1725). Ancak tayin edildiği bölgedeki karışıklıklar yüzünden tahrir hizmeti yapamadı. Kâtiplik, mektupçuluk, defter eminliği gibi görevlerle Köprülüzâde Abdullah Paşa, Bağdat Valisi Ahmed Paşa, Hekimoğlu Ali Paşa gibi seraskerlerin yanında doğu cephesini dolaştı. Böylece ordu riyâseti vekilliği görevine kadar yükseldi, Şah Tahmasb ile yapılacak bir müzakereye kâtip olarak katıldı (1138/1726). İki yıl sonra kısa bir süre Revan defterdarı oldu. Revan muhassıla devredildiğinde İstanbul’a çağrıldı ve cizye muhasebeciliği görevine getirildi. Ardından Bağdat Valisi Ahmed Paşa maiyetinde riyâset ve defter emaneti vekâletlerine memur edildi (1142/ 1730). Ertesi yıl atlı mukabelesi pâyesini kazanarak Bağdat defterdarlığına tayin edildi. O sıralarda Herat’ta bulunan Nâdir Şah’a elçi gönderildi (1732 ve 1733).
Bağdat defterdarlığında ve özellikle Bağdat’ın yedi ay süren zorlu kuşatmadan kurtarılmasındaki başarıları sebebiyle kendisine maliye tezkireciliği ihsan edildi. Hâmilerinden Hekimoğlu Ali Paşa sadârette olduğundan İstanbul’da ikbal yolları açılmıştı. Bu sırada İran seraskerliği yeniden Ahmed Paşa’ya verilince 1148’de (1735) ordu defterdarlığı ve reîsülküttâb vekâletiyle, kısa bir süre sonra da defterdar olarak orduya dahil edildi. 1736’da başlayan Osmanlı-Rus savaşına sadrazamın maiyetinde katıldı. Ordu İsakça sahrasına yerleşmişken gelen hatt-ı hümâyunla bu defa İran ile barış görüşmelerine çağrıldı. Heyetteki resmî görevi Reîsülküttâb İsmâil Efendi’nin tercümanlığı olmakla beraber dinî konulardaki geniş bilgisiyle karşısındakileri etkilemişti. Görüşmelerin ardından sadâret mektupçuluğuna getirildi. Bu görevle ilk defa malî yönetimin dışına çıkmış ve merkez bürokratları arasına girmiş oldu. Ancak asıl iş olarak kendisini yine müzakereler, Rusya ve Avusturya cephesinde yeni görevler beklemekteydi. Nemirow’da Ruslar’la yapılan görüşmelere üçüncü delege sıfatıyla katıldı, Avusturya ve Rusya delegeleri karşısında başarılı oldu. Bu arada kendisine şıkk-ı sânî pâyesi verildi (Zilhicce 1149 / Nisan 1737). Heyetlerle sadrazam arasındaki iletişimi ve Fransa’nın aracılığı ile devam eden barış görüşmelerini reîsülküttâbla birlikte yürüttü. Avusturya’nın da savaşa girmesiyle barış imkânı kalmayınca Osmanlı kuvvetleri Belgrad üzerine yürüdü; önce Adakale, ardından Belgrad yeniden ele geçirildi (1738 ve 1739). Bu iki fetih harekâtında önemli roller oynadı, Avusturya ve Rusya ile yapılan başarılı Belgrad görüşmelerine de ikinci delege sıfatıyla katıldı. 4 Eylül 1739 tarihinde yirmi iki yıl önce Avusturyalılar’ın zaptettiği şehri yeniden teslim alan küçük bir heyetle Belgrad’a girdi.
Râgıb Efendi 19 Zilkade 1153’te (5 Şubat 1741) reîsülküttâblık makamına getirildi. Pek çok devletle görüşmelerin yürütüldüğü, Osmanlı diplomasi tarihinin en parlak dönemlerinden biri olarak kabul edilen bu dönemde bürokraside de bazı düzenlemelere gidildi. Kaleme ait defterler konularına göre sınıflandırmaya tâbi tutuldu, şikâyet defterleriyle ahkâm defterleri birbirinden ayrıldı ve her vilâyete ayrı ahkâm defterleri tahsis edildi. Böylece sonuçların hızlı biçimde ilgililere ulaştırılması sağlandı. Bu dönemde Teşrifat Kalemi’nde yapılan bazı değişikliklerde onun katkısı olduğu söylenebilir. İran meselesi reisliği döneminde de sürdü, bu meseleyle ilgili olarak yapılan görüşmelerde etkin rol oynadı (1155/1742). Mezhep tartışmaları yüzünden İran ile yeniden savaş durumuna gelindiğinden bu tür kavgalara son verilmesi için Ca‘ferî mezhebinin tanınması yönünde görüşler beyan etti ve bu sebeple dönemin en nüfuzlu şahsiyeti olan Dârüssaâde Ağası Hacı Beşir Ağa ile arası açıldı. Bunun üzerine reislikten azledildi (10 Rebîülevvel 1157 / 23 Nisan 1744) ve vezirliğe yükseltilmiş olarak Mısır valiliğiyle İstanbul’dan uzaklaştırıldı.
Valiliği sırasında ilk defa Mısır’ın seferlere asker yerine para göndermesi kabul edildi. “İrsâliye hazinesi” adıyla İstanbul’a yollanan paranın, Mekke ve Medine’ye gönderilen gılâl-i Haremeyn’in temini için ekonomik durumu ıslah etmeye ve bazı tarımsal düzenlemeler yapmaya çalıştı. Özellikle yıkılan İskenderiye Seddi’nin yeniden inşası ve civarındaki imar faaliyetlerinin yanı sıra Kahire’de de pek çok eser elden geçirildi. Memlük beylerinin yönetimindeki etkisini kırmaya yönelik idarî değişiklikler yapmaya çalışırken bir suikastten güçlükle kurtuldu ve 1161 (1748) yılı sonlarına doğru nişancılık göreviyle İstanbul’a çağrıldı. Aydın ve yöresinde bazı eşkıyanın tenkiliyle vazifelendirilip mâlikâne suretiyle Aydın muhassıllığına tayin edildi. Menteşe, Sığla, Saruhan, Karesi sancağı da onun tasarrufu altındaydı, hatta kendisine çevredeki paşalara buyruldu yazma yetkisi verilmişti. İki yıl sonra Sayda vilâyeti valiliğine gönderilmek istendi. Buraya gitmeyince dört ay kadar sonra bu defa mâlikâne olarak Rakka eyaletine tayin edildi (Safer 1164 / Ocak 1751). Kuzeydoğu Suriye sınırlarına dahil, yukarı Fırat havzası içerisinde yer alan oldukça netameli bir bölge olan Rakka’da Kürt ve Türkmen aşiretleri arasında barışı muhafaza etmeye ve konar göçerleri düzene ve iskâna tâbi tutarak bölgeyi çöl eşkıyasından korumaya çalıştı. 24 Ağustos 1755’te Seyyid Abdullah Paşa ile becayiş yapılarak ticarî önemi yüksek olan Halep eyaletine gitti. Adana bölgesindeki eşkıyanın barınma yerlerinden olan İsakçı ile Bolvadin arasındaki bataklığı kuruttu, bir kanal yaptırıp bu yerleri tarım ve iskâna açtırdı. Özellikle Reyhanlı aşiretinden bazılarını bugünkü Hatay’ın Reyhanlı ilçesinin bulunduğu bölgeye yerleştirdi. Yine Antakya ile Halep arasında İskenderun Limanı’na giden ana kervan yolu üzerine yeni bir köprü ve çevresine yollar yaptırdı, bölgedeki diğer yolları tamir ettirdi. Tarsus Geçidi (Kilikya Kapısı) içindeki Gülek Boğazı’nı tahkim ettirerek yollarını genişletti ve buraya askerler için bir kule ve derbent yaptırdı.
Eyaletlerdeki başarılarıyla dikkat çeken Râgıb Paşa 10 Ocak 1757 tarihinde emîr-i haclık görevi de uhdesinde bulunmak kaydıyla Halep’ten Şam’a tayin edildiyse de bu göreve başlamadan ertesi gün yapılan divan toplantısında vezîriâzamlığa getirilince İstanbul’a döndü ve iki gün sonra III. Osman’ın huzuruna çıkarak sadâret mührünü aldı (9 Cemâziyelâhir 1170 / 29 Şubat 1757). Sadârete gelir gelmez başşehrin asayiş ve iâşe meselelerini halletmeye çalıştı ve öteden beri ilgili olduğu dış ilişkilere önem verdi. Akdeniz ticaretini baltalayan yabancı korsanlara yönelik bazı diplomatik girişimlerde bulundu. Komşu devletlerle ve bilhassa İran’la huzursuzluğa sebebiyet verilmemesini, sınır boylarının muhafazasında dikkatli olunmasını emretti. Uzun müddetten beri sürüncemede kalan Danimarka ticaret muahedesini onayladı. Ancak onu rakip olarak gören Dârüssaâde Ağası Ebûkuf Ahmed Ağa, dayanışma içinde olduğu Kaptanıderyâ Ali Paşa’nın sadâreti için padişahı ikna etmeyi başardı. III. Osman on beş günden beri ağır hasta yatıp ümitsiz bir halde bulunduğundan Dârüssaâde ağası bu sırada Râgıb Paşa’nın azlini sağlamayı istemişti. Bu tertibi haber alan Râgıb Paşa gizlendi, tam bu sırada III. Osman vefat edince görev değişikliği gerçekleşmedi. 16 Safer 1171’de (30 Ekim 1757) III. Mustafa’nın cülûs merasimi yapıldı ve Râgıb Paşa yeni padişahın ilk sadrazamı olarak görevini sürdürdü.
Kendisini sadâretten uzaklaştırmak isteyen Ebûkuf Ahmed Ağa’yı bertaraf ederek Dârüssaâde ağalarının saltanatına son verdi. Bu ağaların silâhlı gücü gibi iş görür hale gelen Baltacı Ocağı’nı da lağvettirip yerine Galata Sarayı’ndan yeni iç oğlanlar getirtti. Geliri en yüksek vakıf olan Haremeyn evkafını ağaların kontrolünden alıp defterdarlığa bağladı. 1761’de yıllardan beri ilk defa bütçe gelirleri giderlerin önüne geçti. Bu icraatı neticesinde iltifata mazhar oldu ve padişahın kız kardeşi Sâliha Sultan’la evlendirildi.
Çeşitli ekonomik önlemler yanında Râgıb Paşa askerî alanda da önemli ıslah çalışmalarında bulundu. Yangın sebebiyle harap olan yeniçeri ve acemi oğlanları kışlalarının inşa işini bitirdi, para piyasalarını elden geçirip maliyeyi sıkı kontrol altına alarak gelirleri yükselttiğinden askerlerin maaşlarının düzenli ödenmesini sağladı. Cephanelikler düzenlendi, Sinop, İstanbul ve Rodos tersaneleri aktif hale getirilerek donanma güçlendirilmeye çalışıldı. Rus ve Avusturya sınır kaleleri takviye edildi. Azak civarının elden çıkabileceği düşünüldüğünden Kafkas cephesine ağırlık verildi ve başta Soğucak Kalesi olmak üzere birçok müstahkem mevki elden geçirildi. Doğu Karadeniz sahillerindeki kaleler, özellikle Anapa, Faş, Sohum tarafları asker ve mühimmat bakımından tahkim edildi ve bölgenin kontrol altında tutulması sağlandı. Askerî teknik sınıfların zamanın savaş usul ve icaplarına cevap verebilecek hale getirilmesi için faaliyetlerde bulunuldu. Çok zamandır âtıl duran Lağımcı ve Humbaracı Ocağı ıslah edilip eski talebeler ve onların çocukları yeniden toplanarak Karaağaç’ta öğretime başlandı. Kâğıthane’de yeni kışlalar, tâlimgâhlar yapıldı, seçme askerler ve sadrazam cündîlerinden yetenekli olanlara Avrupa usulünde atış ve savaş eğitimleri verildi. Bütün eyaletlere fermanlar gönderilerek askerin boş oturtulmaması ve sipahi timarlarında aynı tâlim ve manevraların yapılması istendi.
Timarlar yoklandı ve asker sayımları yaptırılarak pek çok yeniçeri ortasının yeri değiştirildi. Tophâne-i Âmire balistik değeri yüksek ve kolay hareket edebilen topların üretilebildiği Avrupa standartlarında bir tesis haline getirildi. III. Mustafa’nın savaş yönündeki istekleri öncelikle ordunun ıslahı gerektiği ileri sürülerek ertelendi ve bu dönemde yapılan ıslah çalışmaları daha sonra özellikle Halil Hamîd Paşa dönemindeki planlı ıslah çalışmalarının çekirdeğini oluşturdu.
Sadâreti döneminde Râgıb Paşa memleketin ve İstanbul’un imarına, ıslahına önem verdiği gibi günümüzün şehircilik anlayışına uygun önemli bir adım attı ve Macar mühendisi Reben’in şehrin birçok yerine ait haritalar çıkarmasına izin verdi. Büyük ticaret hanları, özellikle Yeni Han ve süren kıtlık sebebiyle geniş erzak depoları inşa edildi. Çoktandır el atılmayan Edirne sarayları son defa yine bu dönemde tamirat ve tâdilât gördü. 5 Nisan 1760’ta Lâleli Külliyesi’nin temeli atıldı. Padişahın annesi Mihrişah Emine Sultan adına Üsküdar Ayazma’da yaptırılan külliye 1174 Cemâziyelâhirinde (Ocak 1761) cuma günü Râgıb Paşa tarafından ibadete açıldı. Öte yandan Lâleli Camii’nin inşaatına devam edildi, oradan çıkan toprakla Yenikapı-Kumkapı arasındaki sahil dolduruldu ve burası Ermeniler’e tahsis edilerek yeni bir mahalle oluşturuldu.
Râgıb Paşa sadârete geçtiğinde Avrupa’da Yediyıl savaşları başlamıştı (1756-1763). Prusya ve İngiltere ile Fransa, Avusturya ve Rusya arasındaki bu mücadele Osmanlı Devleti’ni de etkiledi. Prusya, Rusya ve Avusturya cephesindeki yükünü hafifletebilmek düşüncesiyle Osmanlılar’ı kendine müttefik yapmak istedi, Adolf von Rexin’i göndererek bir ittifak yapılmasına çalıştı. Avrupa’nın iç işlerine karışıp devleti sonu belirsiz bir mücadeleye atmak istemeyen Râgıb Paşa bu tekliflere mesafeli yaklaştı, tarafları oyalayıp durumu idare etme yoluna gitti. Prusya’nın büyük ümitler vaad eden ittifak tekliflerini İngiltere’nin garantörlüğüne bağlamak istedi. Baskılara karşılık sadece dostluk ve ticaret antlaşması yapmakla yetindi (Zilhicce 1172/ Ağustos 1759).
Son günlerini İstanbul Koska’da bir külliye yaptırarak geçiren Râgıb Paşa 9 Ramazan 1176’da (24 Mart 1763) hastalandı ve 23-24 Ramazan gecesi (7-8 Nisan 1763) vefat etti. Fâtih Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra, bir ay kadar önce açılmış olan kütüphanesinin bahçesine sıbyan mektebinin dibindeki türbesine defnedildi. Râgıb Paşa sadece iyi bir devlet adamı olarak değil nükteleri, zengin kitaplığı, hukuk bilgisi, şairliği ve sohbetleriyle de İstanbul’a ve Osmanlı kültürüne katkıda bulunmuştur. Görev yaptığı her yerde âlimler, mutasavvıflar ve şairlerle dostluk kurmuş, kendisine pek çok kitap ve şiir ithaf edilmiş, Doğu’ya ait engin bilgisi yanında Avrupa’dan kitaplar getirterek Batı âleminden ve fikir adamlarından faydalanmaya çalışmış, İngiltere Kavânîn-i Bahriyyesi gibi askerî ve teknik kitaplar yanında Grotius, Voltaire ve Newton gibi aydınların eserlerini tercüme ettirmiş, din, kültür, sanat adamlarını himaye etmiştir. Ulûm-i garîbeye, ilm-i cifr ve nücûma vâkıf olduğu, Nakşibendîlik’ten icâzeti bulunduğu bilinmektedir. Nebile Hanım ve Sâliha Sultan ile bilinen iki evliliği ve Nâile ile Lebîbe adında iki kızı vardır. Nesli XIX. yüzyılın sonlarına kadar kızlarından devam etmiş, ancak daha sonra takip edilememiştir. Cezayirli Gazi Hasan Paşa, Hamza Hamîd Paşa, Halil Hamîd Paşa, Ahmed Resmî gibi devlet adamlarını himaye etmiş ve yetişmelerine katkıda bulunmuştur. Geride bıraktıklarından 60.000 kese akçeye padişah adına el konulduğu söylense de özellikle kütüphane inşaatından dolayı esnafa borcu çıkmış ve borçları yakınları tarafından zorlukla ödenebilmiştir.
Râgıb Paşa, küçük yaşından itibaren toplamış olduğu kitaplar için Lâleli semtinde döneminin en güzel kütüphanelerinden birini yaptırmış, yanına da bir sıbyan mektebi, çeşme ve sebil ilâve ettirmiştir (bk. RÂGIB PAŞA KÜTÜPHANESİ). Kurulduğunda mektebin hocası, halifesi ve kırk adet talebesinin olduğu ve bunlara paşa tarafından maaş vakfedildiği bilinmektedir. Sıbyan mektebi bugün harap vaziyettedir. Kütüphane avlusunun sağ tarafında günümüzde nisbeten iyi durumda bir çeşme ve yine kütüphanenin kuzeyinde cadde üzerinde perişan vaziyette olup işporta dükkânı olarak kullanılan sebil de mevcuttur. Kütüphanesi için vakfettiği cadde üzerindeki dükkânların çoğu bugün el değiştirmiş durumdadır. Râgıb Paşa ayrıca Aksaray civarındaki Çakır Ağa Mescidi’nin minberini yaptırmış ve Üsküdar Bulgurlu Mescidi yakınında Mehmed Ağa isimli biri tarafından yaptırılan mektebi ve camiyi yeniden inşa ettirmiştir. Eski Odalar yakınında Kemal Paşa mahallesinde ve Boğaziçi’nde Yeniköy civarında Kalender Bahçesi sahilinde iki çeşme ile eskiden padişahların mesiresi olan harap vaziyetteki Kalender Bahçesi’ni ihya ettirerek buraya bir namazgâh yaptırdığı bilinmektedir.
Eserleri. 1. Münşeât-ı Râgıb. Reîsülküttâb iken hazırladığı telhislere daha sonra çeşitli görevlerde iken kaleme aldığı siyasî-edebî tarzdaki seçme yazılarının da eklenmesiyle Ahmed Nüzhet Efendi tarafından tertip edilmiş bir inşâ mecmuasıdır. Baş tarafında Ahmed Nüzhet Efendi’nin kaleme aldığı kısa biyografisi yer alır. Divanının baş tarafında basılmış olmasına rağmen (Bulak 1253) pek çok kütüphanede Telhîsât ve Münşeât adı altında Râgıb Paşa’ya ait karışık pek çok yazıyı ihtiva eden yüzlerce yazması mevcuttur. Münşeât’ta bazan müstakil bir eser gibi yazma nüshalarına rastlanan Fethiyye-i Belgrad ile Huneyniye ve Tâifiye adlı risâleler de vardır. Bunlardan Huneyniye ve Tâifiye, Hekimoğlu Ali Paşa’nın isteğiyle Nâbî’nin Zeyl-i Siyer’ine zeyil mahiyetinde yazılmış edebî değeri olan bir eserdir. Hz. Peygamber’in seferlerini konu alan ve tamamlanamayan bu eserin nüshaları İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (TY, nr. 5711, 7355). 2. Fethiyye-i Belgrad. Avusturya ile 1151 (1739) yılında yapılan savaş neticesinde Belgrad Muahedesi ve bu muahedeyi imzalayan Sadrazam Hacı Mehmed Paşa’nın iktidar ve ehliyetine ait bilgileri ihtiva eden eser I. Mahmud adına yazılmıştır. Belgrad antlaşmalarını müteakip bir fethiyye-zafernâme şeklinde pek çok ülke ve vilâyete gönderildiğinden esere birçok yerde rastlanmaktadır. Bazı nüshaları Fethiyye-i Râgıb adıyla da geçmektedir. Eser üzerinde Fatma Çiğdem Uzun Sakarya Üniversitesi’nde bir yüksek lisans tezi yapmıştır (2000). 3. Tahkik ve Tevfîk. İran Hükümdarı Nâdir Şah ile Osmanlı Devleti arasında meydana gelen barış müzakerelerinin geçmiş devirlere göre emsali görülmemiş bir keyfiyet arzetmesi sebebiyle I. Mahmud bu konuların müstakil bir eser halinde yazılmasını istemiş ve bu iş için olayların içindeki Râgıb Efendi’yi görevlendirmiştir. Nâdir Şah’ın ortaya çıkışından itibaren İranlılar’la yapılan bütün görüşmeleri detayıyla anlatan Râgıb Efendi bu eserin Sünnî ve Şiî mezhepleri arasındaki anlaşmazlıkların ortadan kalkmasına, her iki İslâm devletinin birbiriyle yakınlaşmasına, hatta tek devlet halinde birleşmesine vesile olmasını temenni etmiştir. Eser üzerinde Ahmet Zeki İzgöer tarafından bir yüksek lisans tezi hazırlanmış ve basılmıştır (İstanbul 2003). 4. Dîvân-ı Râgıb. Râgıb Paşa şiirlerini bir divan halinde toplamamış, bunlar sonradan Müstakimzâde tarafından tertip edilerek divan haline getirilmiş ve Münşeât’ı ile birlikte basılmıştır (Bulak 1253). Eserde devrin büyükleri için yazılmış birkaç kaside yanında birçok tahmîs ve gazelden meydana gelen şiirler yer almaktadır. Bilhassa gazeller kısmı daha çok hikemî özelliğiyle tanınmış ve sevilmiştir. Divanın yazma nüshaları dünyanın pek çok kütüphanesine yayılmıştır. Eser üzerinde Ömer Demirbağ Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde bir doktora tezi hazırlamıştır (1999). 5. Mecmûa-i Râgıb Paşa. Arapça, Farsça, Türkçe manzum ve mensur edebî yazılarla Râgıb Paşa’nın kendisine ait resmî ve gayri resmî yazıları içine alır. Baş tarafında alfabe sırasıyla değişik konularda mısra ve beyitlere yer verilmiştir. Ardından çeşitli nazım şekillerinde yazılmış altmış beş kaside gelir. Bunlar genellikle devlet ileri gelenlerine hitap etmektedir. Müellif hattı nüshası Murad Molla Kütüphanesi’nde (nr. 1468) kayıtlı olan eser edebiyat araştırmacıları için önemli bir kaynak olup paşanın divanından sonra üzerinde durulması gereken en önemli kitabıdır. 6. Sefînetü’r-Râgıb ve defînetü’l-metâlib. Çeşitli fenlerden bahseden Arapça ansiklopedik bir eser olup müsveddesi kendi el yazısı ile Râgıb Paşa Kütüphanesi’ndedir (nr. 1489). Bulak’ta basılmış olan (1282) eser üzerinde Lübnan’da bir çalışma yapılmış ve karışık bir düzenle üç cilt halinde basılmıştır (bk. bibl.). 7. Aruz Risâlesi (Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 740). 8. Tercüme-i Matla-ı Sa‘deyn. Abdürrezzâk es-Semerkandî’nin 704-874 (1305-1470) yıllarını içine alan İran Moğolları’na ait Farsça tarihinin dörtte birinin çevirisidir; ancak bu tercüme kayıptır. 9. Tercüme-i Ravzatü’s-Safâ. Mîrhând’ın meşhur eserinin çevirisi olup eksik kalmıştır ve kayıptır. Bazı yerlerde Râgıb Paşa’nın Çin tarihini anlatan bir kitap üzerinde çalıştığı belirtiliyorsa da bununla ilgili henüz ciddi bir kayıt bulunamamıştır.