EBÜLGAZİ BAHADIR HAN (ö. 1074/1663)
Mustafa Kafalı 01 Ocak 1970
Hârizm (Hîve) Özbek hanı (1642-1663) ve Şecere-i Terâkime müellifi.
Eserinde yer alan bilgilere göre, on iki hayvanlı Türk takviminin Tavşan yılında Rebîülevvel 1012’de (Ağustos 1603) dünyaya geldi. Şiban (Şeybân) Han neslinden gelmekte olup babası Arap Muhammed Han, Hârizm Özbek hanlarının ceddi olan Yâdigâr Han’ın dördüncü nesilden torunudur. Annesi Mihr Bânû Hatun da yine Yâdigâr Han sülâlesindendir. Böylece nesebi baba ve anne tarafından Cengiz Han’a dayanır. Doğumunun, babası Arap Muhammed Han’ın, Batı Sibirya’ya girerek Ürgenç’e saldıran Ruslar’ı imhasından az sonra olması sebebiyle kendisine “Ebülgazi” lakabı verilmiştir.
Ebülgazi Han’ın ilk önemli görevi, babasının 1619’da Amuderya’nın yatağının değişmesi üzerine devlet merkezini Ürgenç’ten Hîve’ye taşımasının ardından getirildiği Kâs valiliğidir. Ertesi yıl kardeşleri İlbars ve Habeş sultanların Uygur ve Nayman boylarına dayanarak babalarına karşı isyan ettikleri sırada babasının yanında yer aldı. Bu mücadelede babası mağlûp oldu ve öldürüldü; kendisi de Buhara hanının yanına kaçmak zorunda kaldı. Ebülgazi Han iki yıl Semerkant’ta yaşadı. Buradaki ikameti esnasında ağabeyi İsfendiyar Sultan önce Esterâbâd’a, oradan da Safevî Hükümdarı I. Abbas’a iltica etmişti. İsfendiyar Sultan, 1623’te kardeşleri İlbars ve Habeş’i bertaraf ederek Hârizm Hanlığı’nın başına geçince kendisine yardımcı olan Ebülgazi’yi ülkenin eski başşehri Ürgenç’in idareciliğine getirdi. Ebülgazi Han üç yıl burada kaldı. Ancak ağabeyi İsfendiyar Han’ın Uygur ve Nayman ileri gelenlerini katlettirmesi üzerine bu boylar Ebülgazi’nin yanına gelerek onu isyana teşvik ettiler. Böylece ağabeyi ile mücadeleye başlayan Ebülgazi Han yenildi ve Türkistan (Yesi) şehrinde oturan Kazak Hanı İşim’e sığındı (1626). Burada üç ay kadar kaldıktan sonra Taşkent hâkimi Tursun Muhammed Sultan’ın daveti üzerine Taşkent’e gitti. İki yıl burada kaldı, ardından Buhara’ya İmam Kulı Han’a sığındı. 1629’da topladığı kuvvetlerle, ağabeyinin Hîve’de bulunmayışından da faydalanarak başşehri ele geçirmeyi başardıysa da Hîve’ye giren İsfendiyar Han tarafından yakalandı ve Safevîler’in elinde bulunan Ebîverd Kalesi’ne sürüldü, daha sonra da yeni tahta çıkan Şah Safî’nin yanına Hemedan’a gönderildi. Kendisine iyi davranan Şah Safî İsfahan’da bir dirliğin gelirini Ebülgazi’ye tahsis etti.
Ebülgazi Bahadır Han’ın İran’daki hayatı on yıl sürdü. 1639 yılında maiyetiyle birlikte kaçmayı başardı ve Bistam üzerinden Balkan dağları bölgesinde oturan Teke Türkmenleri’ne sığındı. Bir süre de Meymene taraflarındaki Ersarı Türkmenleri arasında kalan Ebülgazi, iki yıl sonra daha güvenli bulduğu Mangışlak Türkmenleri’nin yanına gitti. 1641’de bir yıl kadar Kalmuk Hanı Horluk’un yanında bulunan Ebülgazi, 1642’de Hârizm bölgesindeki Özbek ileri gelenlerinin reyi ile aynı yıl içinde ölen ağabeyinin yerine Ürgenç’te han ilân edildi. Ancak daha önce başşehir Hîve’ye Buhara Özbek Hanı (Canoğulları) Nedir (Nezr) Muhammed Han’ın oğlu Kasım Sultan hâkim olmuştu. Bu durum 1645’te Nedir Muhammed’in ölümü ve yerine oğlu Abdülaziz’in geçişinden sonra Buhara askerinin Hîve’den çekilişine kadar devam etti. 1645 yılı başlarında başşehir Hîve’ye gelen Ebülgazi Bahadır Han böylece bütün Hârizm ülkesine hâkim olarak Hîve hanı oldu.
Ertesi yıl Hezâresp şehrinde ziyafet bahanesiyle topladığı Türkmen ileri gelenlerinden 2000 kadarını katlettirmesi Türkmenler’le arasının açılmasına sebep oldu. Nitekim bu olaydan hemen sonra Tecen ırmağı boyunda oturan Türkmenler’le başlayan savaşlar 1648’de Kahir Hoca, 1651’de Bayraç Bey idaresindeki Türkmenler’le, 1653’te ise Eymür ve Sarık Türkmenleri’yle kesintisiz devam etti. Ebülgazi Bahadır Han Türkmenler’in ancak Mangışlak’ta oturanlarını sindirmeye muvaffak olabildi. Ayrıca 1649, 1653 ve 1656’da üst üste gelen Kalmuk akınlarına karşı Hârizm ülkesini korumayı başaran Ebülgazi, Buhara Özbek Hanlığı’na karşı 1655 ve 1662’de akınlarda bulundu. 1663’te oğlu lehine tahttan çekildikten kısa bir süre sonra vefat etti.
Ebülgazi Bahadır Han Hârizm ülkesinin ekonomik yönden çöktüğü, gerilemenin had safhaya ulaştığı ve cehaletin hüküm sürdüğü bir dönemde hükümdarlık yapmıştır. 1620’den önce Safevî ülkesinde, Kazak Hanlığı’nda, Buhara ve Semerkant Özbekleri yanında, Hazar ötesi Türkmenleri arasında ve İdil boyu Kalmuk hanının yanında kalan, bu münasebetle bilgi ve tecrübe sahibi olan Ebülgazi, İran’da yaşadığı on yıl boyunca şiir yazabilecek seviyede Farsça ve Arapça’sını geliştirmiş, hatta Kalmuk hanının yanında Moğolca da öğrenmişti. Ebülgazi Bahadır Han bu bilgilerini iki değerli eserinde toplamış, böylece tarihçi bir hükümdar olarak tanınmıştır.
Eserleri. 1. Şecere-i Terâkime. Ebülgazi Bahadır Han, 1659’da tamamladığı bu eserini Türkmen ileri gelenlerinin ricaları üzerine ve herkesin anlaması için Arapça ve Farsça’dan uzak olarak sade Türkçe ile yazdığını belirtmektedir. Eserde Türkmenler’e dair bilgiler bulunmakta, Oğuz Han ve neslinden, Türk damga ve ongun kuşlarından bahsedilmekte ve âdeta bir “Oğuznâme” metni verilmektedir. Ebülgazi Bahadır Han Şecere-i Terâkime’yi yazarken sözlü ve yazılı kaynaklardan faydalanmış, özellikle Türkmen boyları arasında dolaşan rivayetleri, beylerin ve hocaların ellerinde bulunan şecereleri değerlendirmiştir. Yazılı kaynak olarak ise Reşîdüddin Fazlullah’ın Câmi?u’t-tevârîh adlı Farsça umumi tarihini, bunun da özellikle “Oğuznâme” kısmını kullanmıştır. Ancak Şecere-i Terâkime’deki “Oğuznâme”de Câmi?u’t-tevârîh’te olmayan bilgiler de bulunmaktadır. Şecere-i Terâkime’nin birçok nüshasından üçü Taşkent, ikisi Aşkabâd, biri Leningrad kütüphanelerinde bulunmaktadır. Türkmen boyları arasında özel ellerde de nüshaları vardır. Bunların en iyisi ve en eskisi, Taşkent’te bulunan ve A. N. Kononov tarafından yapılan neşre esas olan nüshadır. Leningrad nüshası da eserin sağlam bir metnini vermektedir. Şecere-i Terâkime nüshalarının muhteva bakımından birbirine uymayışı, Türkmenler arasında öteden beri dolaşan şecere rivayetlerinin farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Her müstensih kendi bildiği rivayeti esere ilâve etmiş, böylece çeşitli şecereler ortaya çıkmıştır. Şecere-i Terâkime, müellifinin akıcı, zengin ve renkli üslûbu ile XVII. yüzyıl Çağatayca’sının parlak bir örneğidir. Nüshaları arasındaki mukayese, XVII. yüzyıldan itibaren Türkmen ve Özbek lehçelerinin tesiriyle klasik Çağatayca’nın eski gücünü kaybettiğini göstermektedir. Hatta bu nüshaların, müstensihinin mensup olduğu lehçeye göre bile farklılık arzettiği dikkati çekmektedir. Şecere-i Terâkime Tumanskiy tarafından Rusça’ya çevrilmiş ve 1892’de Aşkabâd’da çok az sayıda basılmıştır. Ayrıca 1903’te yine Aşkabâd’da Türkçe-Farsça-Rusça olarak yayımlanan Mâverâ-yi Bahr-i Hazer mecmuasının ilk sayısından itibaren tefrika edilmeye başlanmış, fakat sonu gelmemiştir. Böylece kitap uzun süre Türk tarihiyle uğraşanların istifadesinden uzak kalmıştır. Eseri kaynak olarak ilk kullananlardan Barthold, 1929’da neşrettiği Muhtasar Türkmen Kavmi Tarihi adlı kitabını yazarken Tumanskiy tercümesinden faydalanmıştır. Leningrad nüshası ise 1937’de Türk Dil Kurumu tarafından tıpkıbasım olarak Ankara’da yayımlanmıştır. Fakat eserin en mükemmel neşri, en eski tarihli Taşkent nüshası esas alınarak ve öteki nüshalarla karşılaştırılarak Rus Türkoloğu A. N. Kononov tarafından gerçekleştirilmiştir (Rodoslovnaya Türkmen, Moskova-Leningrad 1958). Kononov bu yayımında eserin Rusça tercümesini ve gramerini de vermiştir. Şecere-i Terâkime’nin son neşri Muharrem Ergin tarafından Türkiye Türkçesi’ne çevrilerek yapılmış, baskıya Kononov metninin faksimilesi de eklenmiştir (Ebülgazi Bahadır Han, Türklerin Soy Kütüğü [Şecere-i Terâkime], İstanbul, ts.). 2. Şecere-i Türk. Şecere-i Türkî şeklinde de anılan eser, XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Şiban Özbek hanlarının (Şeybânîler) tarihine dairdir. Bu hanların neseplerini de veren müellif eserini ölüm tarihi olan 1663 yılına kadar getirmiş, kalan kısmını ise oğlu Enûşe Bahadır tamamlamıştır. Ebülgazi, Şecere-i Türk’ün baş kısımları için Reşîdüddin’in Câmi?u’t-tevârîh’inden, diğer kısımlar içinse Timurlular döneminde yazılmış müellifi bilinmeyen Mu?izzü’l-ensâb adlı bir kitaptan faydalanmıştır. Şecere-i Türk Batı dünyasında erken tanınan ve itibar edilen bir kitap olmuştur. Eser 1717’de, Sibirya’da esaret hayatı yaşamakta olan İsveçli Strahlenberg tarafından bulunmuş, yine bir İsveçli olan Schenström tarafından Rusça bilen bir imama tercüme ettirilmiş ve buna dayanarak 1721’de Almanca’ya çevrilmiştir. Daha sonra eserin aslını ve bu tercümesini Alman bilgini Messerschmid Göttingen şehrine getirmiştir. Burada Barenn tarafından Fransızca’ya çevrilmiş ve Dr. Bentinck tarafından açıklamalarla birlikte iki cilt halinde yayımlanmıştır (Histoire généalogique des Tartares traduit du manuscrit Tartare l’Abulgazi Bagadur Chan, La Haye 1726). Ardından Rusça ve İngilizce tercümeleri yapılan fakat pek itibar görmeyen eser 1780’de Göttingen’de Almanca olarak neşredilmiştir (Ebulgazi Bagadur Chans Geschichtsbuch der Mugalisch-Mongolischen oder Mongolischen Chane). Bu arada Ruslar eserin başka nüshalarını da bulmuşlardır. Tarihçi Ch. Frähn ile Kazanlı âlim İbrâhim Halfin 1825 yılında eserin aslını Latince bir önsözle Kazan’da yayımlamışlardır (Abulgasi Bagadur Chani Historia Mongolorum et Tartarorum). Bu neşre dayanarak G. Sablukov tarafından yapılan Rusça tercüme 1905’te gerçekleştirilmiştir. Kazan baskısını esas alan Ahmed Vefik Paşa eseri Osmanlı Türkçesi’ne çevirmiştir. 28 Eylül 1863-23 Şubat 1864 tarihleri arasında Tasvîr-i Efkâr gazetesinde kısmen tefrika edilmiş olan bu tercüme 1864 yılında kitap haline getirilmiştir (DİA, II, 151). Baron Desmaisons ise o güne kadar bulunan bütün nüshaları karşılaştırarak bir cildi Türkçe metin, diğer cildi Fransızca tercüme ve hâşiyeler olmak üzere eseri iki cilt halinde yayımlamıştır (Histoire des Mogols et des Tatars, St. Petersburg 1871, 1874). Eserin bu neşre dayanarak Abdülallâm Feyzhanoğlu tarafından Kazan Türkçesi’yle, Rıza Nur tarafından Türkiye Türkçesi’yle yapılmış başka basımları da vardır. Ebülgazi Bahadır Han eserinde her ne kadar kendisinin ilk tarihçi hükümdar olduğunu söylemekteyse de 1550’de Hârizm’de kendi atası olup bir tarih yazan, fakat eseri günümüze ulaşmayan Dost Sultan’ı unutmuş görünmektedir. Ayrıca Yâdigâr Han’dan başlayarak devrin Hârizm Özbek hanlarının yanında vezirlik yapmış ve eserini 1551 yılında tamamlamış olan Ötemiş Hacı’nın tarihini de görmediği anlaşılmaktadır. Ebülgazi Bahadır Han’ın eserleri destanî mahiyette olmakla birlikte Orta Asya Türk tarihi ve Türkler’in soyuyla ilgili çok değerli birer kaynak durumundadır.