Katar olayı ve İhvan örgütü
Sadi Somuncuoğlu 01 Ocak 1970
İslam dinini siyasi bir ideolojiye dönüştürüp, buna göre yönetmek istedikleri devleti ele geçirmeye çalışan örgütlere "Siyasal İslamcılar" denilmektedir. Bunlardan yol olarak terörü seçenler çoğunlukta. En eskisi de, Birinci Dünya Harbi'nden sonra ortaya çıkan "Müslüman Kardeşler (İhvan)" örgütüdür. İsimleri güzel de, ideolojileri ve yaptıkları pek değil. Çünkü İslam bir ideoloji dini değildir, siyasi rejim de getirmemiştir. Hür olarak yaratılan insanı ve toplumu muhatap alır, her türlü baskıyı reddeder, ezeli ve ebedi mesajlarıyla siyasetin üstündedir. Dürüstlük, adalet ve güzel ahlakı kurtuluş yolu olarak görür.
Zaman içinde bütün Arap ülkelerine yayılan ihvan grupları, önce kendi ülkelerinde sorun kaynağı olmuşlardır. Görüşleri itibarıyla birbirlerine benzediklerine bakarak bir bütün oldukları, bir merkezden yönetildikleri söylenemez. Farklı özellikleri ve farklı mücadele tarzları vardır. Günümüzde de, yaşanan pek çok acı ve kanlı çatışmaların ana unsuru olarak görülmeleriyle, en büyük zararı İslam dinine, kendi ülkelerine ve kardeş toplumlara vermektedirler.
Bir de; İhvanın türevleri diyebileceğimiz IŞİD, NUSRA, EL-KAİDE ve TALİBAN ile Haçlılara taşeronluk yapan KCK/PKK/PYD/YPG gibi etnik-bölücü çeşitleri var. Tamamen terörist olan bu örgütler, Afganistan'dan Suriye'ye kadar uzanan ürpertici çatışma ve savaşlarla, Orta Doğu'yu kan gölüne çevirmektedir. Siyasal İslamcılar kendilerini, "dünyanın öbür ucundan gelerek insanlarımızı, ülkelerimizi ve kaynaklarımızı doymak bilmez bir şekilde sömüren emperyalistlere karşı savaşmak zorundayız" şeklinde savunmaktadırlar. İyi de savaşın tarafları kimler bakmak gerekmez mi? Akıl ve silah emperyalistlerden, bu tamam. Sormak gerekmez mi: Akan kan ve kaybedilen can, birbiriyle savaşan bölge insanından değil mi? Yıkılan devlet, bölünen ve harabeye dönen ülke kimin? Aşiretler, etnik gruplar, siyasal İslamcılar neden, emperyalistlerle değil de birbirleriyle kanlı bir savaş içindeler? Sonuçta kaynakların el değiştirmesi ve köleleşme olmayacak mı?
Emperyalistlerin hazırladığı bir de plan var, adı: BOP. Gizli-saklı da değil, her şey açık; 22 İslam ülkesi bölünecek diye haritasını da ilan etmiş! Bakıyor, görüyor, ama anlamıyoruz; idrakimiz kurumuş. Sömürgecinin projesine, kasabın bıçağını yalayan boğa gibi sarılanlar da eksik değil. Tarihi kendi ömrüne hapsedenler de "tam zamanı" deyip fütuhata çıkıyor. Sömürgecilerle adeta "kader birliği" yapmış meydanlara sığmıyor, kükreyen arslan(!) gibi "ben" diyor, alay ediyorlar farkında değil. Demek "akıl tutulması" böyle bir şey... Gelin buna geri kalmışlık diyelim de kurtulalım...
Bu tablonun ışığında Katar olayına bakalım.
1981'de Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Bahreyn ve Katar arasında "Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi" kuruldu. Konsey içinde çeşitli sorunlar yaşandığı biliniyordu. Buna rağmen, hafta içinde Suudi Arabistan'ın başını çektiği Körfez İşbirliği Örgütü üyeleri ve Mısır'ın, Katar'la ilişkileri kesme ve yaptırım uygulama kararı alması sürpriz oldu. Kararın gerekçesi olarak, Katar'ın Orta Doğu'da terörizmi finanse etmesi, desteklemesi ve üye ülkelerin iç işlerine karışması gösterildi. Krizin ABD Başkanı Trump'ın, Suudi Arabistan'da bulunması ve 100 milyar doları aşan silah satışı anlaşması sonrasına rastlaması dikkat çekiciydi. Ancak ABD'nin Katar'da önemli bir askeri üssünün bulunduğu ve Katar'ın baş döndüren zenginliği karşısında, Trump'ın açık şekilde tarafını belli edecek bir siyaset takip etmesi beklenmemelidir. Durumu idare etmeye çalışacağı, düşünülmelidir.
Bu kriz nasıl bir seyir takip edecek, bunun değerlendirmeleri yapılıyor. Ancak, Katar'ın durumu, Körfez ülkeleri arasında farklı bir geçmişe sahip olması, son yıllarda bölgede yaşanan gelişmelerde farklı bir siyaset takip etmesi dikkate alınarak yorumlanmalıdır. Bu bakımdan krizin derinlerde olduğu, çözüm yolunun kolay bulunamayacağı düşünülmelidir. Ne var ki, "saray darbesi" gibi bir durumla karşılaşmış olmayalım. Biraz geriye giderek hatırlayalım: Katar, Arap Baharı'nda Fas, Tunus, Libya, Mısır ve Suriye'de, hep İhvan örgütünü destekleyen bir tutum gösterdi. Bu görüşün, Erdoğan'ın siyaseti ile bire bir örtüştüğünü söyleyebiliriz. Özellikle Katar Emri Tamim bin Hamad es Sani Mısır'da, Erdoğan gibi İhvan lideri Mursi'yi desteklerken, Suudi Arabistan, Sisi'ye milyarca dolar yardımda bulunmuştu. Irak'ta ve 2011'den beri Suriye'de ise, Esad'a karşı İhvan ve Nusra, hatta IŞİD'i desteklediği bilinmektedir.
Bu olay karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Katar'ın yanında yer alması, iki lider arasındaki ilişkilerin tabiatına uygundu. Nitekim, ivedi bir şekilde yapılan iş birliği anlaşması çerçevesinde Katar'a 5 bin kişilik askeri bir gücün gönderilmesi kararı bunu gösteriyor. Demek ki, taraflara sağduyulu olmayı tavsiye etse de Türkiye, Katar tarafında yer almaktadır.
Bir tarafta; Mısır, Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün Yemen, İsrail, Suriye, Tobruk Libya'sı ve Maldivler; öbür tarafta, Katar, Türkiye, İran, Irak, Umman.
Türkiye olayda aklını kullanarak samimi bir arabulucu olmalı, İhvan ipoteğinden çıkıp, millî faydayı öne almalıdır.