EZAN
Abdurrahman Çetin 01 Ocak 1970
Sözlükte “bildirmek, duyurmak, çağrıda bulunmak, ilân etmek” mânasında bir masdar olan ezan kelimesi terim olarak farz namazların vaktinin geldiğini, nasla belirlenen sözlerle ve özel şekilde müminlere duyurmayı ifade eder. Aynı kökten gelen müezzin “ezan okuyan kimse”, mi’zene de “ezan okunan yer” (minare) demektir. Ezan kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde “bildiri, ilâm” mânasında geçerken (et-Tevbe 9/3) terim anlamında ezana nidâ kökünün türevleriyle iki âyette (el-Mâide 5/58; Cum’a 62/9) işaret edilmiştir. Ezan sözlük anlamında ve çeşitli fiil kalıplarıyla yedi âyette (Meselâ bk. el-Bakara 2/279; el-A’râf 7/167; el-Hac 22/27), müezzin de yine bu çerçevede “çağrıcı, tellâl” mânasında iki âyette (el-A’râf 7/44; Yûsuf 12/70) yer almaktadır. Hadislerde ise ezan kelimesi terim anlamında hem isim olarak hem de çeşitli fiil kalıplarıyla sıkça geçmektedir (Bk. Wensinck, el-Mu?cem, “ezn” md.; a.mlf., Miftâhu künûzi’s-sün-ne, “ezan” md).
Namaz Mekke döneminde farz kılındığı halde Hz. Peygamber’in Medine’ye gidişine kadar namaz vakitlerini bildirmek için bir yol düşünülmemişti. Medine döneminde ise müslümanlar başlangıçta zaman zaman bir araya toplanıp namaz vakitlerini gözetirlerdi. Bir süre namaz vakitlerinde sokaklarda “es-sa-lâh es-salâh” (namaza namaza!) diye çağrıda bulunulduysa da bu yeterli olmuyordu. Namaz vaktinin geldiğini haber vermek üzere bir işarete ihtiyaç duyulduğu aşikârdı. Bunun için nâkûs (Hıristiyanlarca şimdiki çan yerine kullanılan, üzerine bir çomakla vurularak ses çıkarılan tahta parçası) çalınması, boru öttürülmesi, ateş yakılması veya bayrak dikilmesi şeklinde çeşitli tekliflerde bulunulduysa da nâkûs hıristiyanların, boru yahudilerin, ateş Mecûsîler’in âdeti olduğu için Resûlullah tarafından kabul edilmedi. Ancak bu sırada ashaptan Abdullah b. Zeyd b. Sa’lebe’ye rüyada ezan öğretilmiş, Abdullah da ertesi gün Hz. Peygamber’e gelerek durumu haber vermişti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Bilâl’e ezan cümlelerini ezanda ikişer, ikamette ise birer defa okumasını emretti. Bu arada Hz. Ömer Resûlullah’a gelip aynı rüyayı kendisinin de gördüğünü, ancak Abdullah b. Zeyd’in daha erken davrandığını bildirmiştir (Buhârî, “Ezan”, 1; Müslim, “Salât”, 1; Ebû Dâvûd, “Salât”, 27; Tirmizî, “Salât”, 25; İbn Mâce, “Ezan”, 1; Nesâî, “Ezan”, 1). Bilâl, Neccâroğulları’ndan bir kadına ait yüksek bir evin üstüne çıkıp ilk olarak sabah ezanını okudu (Ebû Dâvûd, “Salât”, 3). Böylece ezan hicrî 1. (622) veya bir rivayete göre 2. (623) yılda meşrû kılınmış oldu. Daha sonra Mescid-i Nebevi” nin arka tarafına ezan okumak için özel bir yer yapıldı.
Ezan sünnet yoluyla meşru kılınmakla birlikte Kur’ân-ı Kerim’deki. “Namaza çağırdığınızda onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranışları onların düşünemeyen bir toplum olmasından dolayıdır” (el-Mâide 5/58), “Ey inananlar! Cuma günü namaza çağrıldığı zaman hemen Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın” (el-Cuma 62/9) mealindeki âyetlerle de teyit edilmiştir.
Ezan şu sözlerden oluşur: “Allahü ek-ber” (Allah en büyüktür [dört defa]); “Eş-hedü en lâ ilâhe illallah” (Allah’tan başka tanrı olmadığına şehâdet ederim [iki defa]); “Eşhedü enne Muhammeden resûlullah” (Muhammed”in Allah’ın elçisi olduğuna şehâdet ederim [iki defa]): “Hayye ale’s-salâh” (haydi namaza [iki defal]); “Hayye ale’l-fe-lâh” (haydi kurtuluşa [iki defa]), “Allâhü ekber” (Allah en büyüktür [iki defa]); “Lâ ilahe illallah” (Allah’tan başka tanrı yoktur). Sabah ezanında, “Hayye ale’l-felâh”tan sonra iki defa, “es-Salâtü hayrun mine’n-nevm” (namaz uykudan hayırlıdır) sözü tekrarlanır ki buna “tesvîb” denilir.
Hanefî ve Hanbelî mezhepleri ezanda Abdullah b. Zeyd’den nakledilen bu lafızları esas almışlardır. Şâfiîler de aynı lafızları benimsemekle beraber müezzinin her iki şehâdet cümlesini önce yanındaki kimselerin duyacağı şekilde alçak sesle, sonra da yüksek sesle okuması anlamına gelen “tercî” ilâvesinin bulunduğu Ebû Mahzûre rivayetini (Müslim, “Salât”, 6; Ebû Dâvûd, “Salât”, 28) tercih etmişlerdir. Mâlikîler ve Hanefî mezhebinden Ebû Yûsuf ile İmam Muha-med ise Abdullah b. Zeyd’den gelen diğer bir rivayeti ve Medine halkının uygulamasını esas alarak tekbirin ezanın başında da iki defa okunacağını söylemişlerdir.
İkamet sözleri de ezanda olduğu gibidir; ancak burada, “Hayye ale’l-felâh”tan sonra “Kad kâmeti’s-salâh” (namaz başlamıştır) cümlesi iki defa tekrar edilir (Bk. ikâmet). Şiîler’de ise. “Hayye ale’l-felâh’tan sonra “Hayye alâ hayri’l-amel” (amelin hayırlısına geliniz) cümlesi ilâve edilerek iki defa tekrarlanır. Şiî kaynaklarına göre bu ibare başlangıçta ezan metninde yer almakta iken Hz. Ömer, müslümanların daha çok namaza yönelip cihadı terketmemeleri için onu metinden çıkarmıştır (Bahrânî, VII, 438). Şiî çevrelerde ikinci şehâdet cümlesinden sonra iki defa okunan, “Eşhedü enne Aliyyen veliyyullah” (Ali’nin Allah’ın dostu olduğuna şehâdet ederim) veya, “Eşhedü enne Aliyyen emîrü’l-mü’minîne hakkan” (meşru devlet başkanının Ali olduğuna şehâdet ederim) gibi ifadeler Şîa’nın meşhur ve sahih rivayetlerinde yer almaz ve ezanın sözlerinden sayılmaz. Bununla birlikte bu cümlelerin okunması Şiî âlimleri arasında fiilî bir tasvip görmüş ve yaygınlık kazanmıştır.
Hz. Peygamber ve ilk iki halifesi zamanında cuma günleri sadece hutbeden önce bir iç ezan okunurdu. Hz. Osman devrinden itibaren cuma namazı için halkın önceden uyanlması amacıyla namaz vakti gelince dışarıda da ezan okunmaya başlandı.
İslâm’ın şiarı ve müslüman varlığının sembolü olarak kabul edilen ezanı terketme hususunda söz birliği içinde bulunan müslüman bir şehir veya bölge halkına karşı başka bir çözüm şekli bulunamadığı takdirde savaş açılmasının gerektiğine dair ittifak halinde olan İslâm hukukçuları ezanın dinî hükmü konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hanefî ve Şafiî mezheplerindeki hâkim görüşe, Mâliki ve Şia’dan İmâmiyye mezhepleriyle Ahmed b. Hanbel’den nakledilen bir rivayete göre ezan okumak sünnet-i müekkededir. Şafiî mezhebindeki bir görüşe göre farz-ı kifâye, bazı Hanefî âlimlerine göre de vaciptir. Hanbelîler ise bir yerleşim yerinde ezan okunmasını farz-ı kifâye kabul ederler. Cuma namazı kılınan yerleşim merkezleri konusunda Mâlikîler de bu görüştedir.
Mâna ve muhtevası bakımından ezan hem namaz hem de İslâm için bir çağrıdır. Yani ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken diğer taraftan İslâm’ın üç temel ilkesini oluşturan Allah’ın varlığı ve birliği, Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun (felâh) âhiret mutluluğunda bulunduğu gerçeği açıklanmış olur. Yer küresinin güneş karşısındaki konumu ve kendi çevresinde dönüşü ile namaz vakitlerinin oluştuğu göz önünde bulundurulduğu takdirde müslümanlarla meskûn olan her noktada günde beş defa okunan ezanın kesintisiz devam ettiği, bu ilâhî mesajın günün her anında yeryüzünden yükseldiği anlaşılır. Hz. Peygamber’ den nakledilen birçok hadis ezanın mâna ve önemini dile getirmekte ve ezan okumanın faziletlerini belirtmektedir (Meselâ bk. Buhârî, “Ezan”, 4, 9; Müslim, “Salât”, 14-18; Ebû Dâvûd, “Salât”, 60).
Ezan namaz vakti girdikten sonra okunmalıdır; vaktinden önce okunursa iadesi gerekir. Hanefî ve Şâfıîler’e göre ezanın sahih olması için niyet şart değildir; Mâliki ve Hanbeliler ise niyeti şart koşarlar. Ayrıca ezan Arapça sözleri ve bilinen tertibiyle okunmalıdır. Hanefî ve Hanbelîler’e göre ezanın Arapça’dan başka bir dilde okunması caiz değildir. Şafiî mezhebine göre ise Arapça bilmeyen yabancıların ezanı asıl şekliyle okuyabilen birinin bulunmaması halinde kendi dillerinde ezan okumaları mümkündür. Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezheplerine göre ezanda tertip vaciptir; sözlerinin sırası değiştirildiği takdirde yeni baştan okunması gerekir. Tertibi sünnet sayan Hanefîler’e göre ise sıranın bozulduğu yerden alınarak devam edilir. Ezanı erginlik veya temyiz çağına gelmiş bir kimse okumalıdır. Gayri mümeyyiz çocuğun okuyacağı ezan geçersizdir. Ayrıca müezzinin ezan sırasında konuşması mekruhtur. Çokça konuşma veya uzunca susma suretiyle ezan sözleri arasına fasıla girmesi halinde ise baştan tekrar edilmesi gerekir.
Ezan farz olan namazlar için okunur. Camide okunan ezan duyuluyorsa evlerde kılınacak namaz için ayrıca ezan okunmaz. Ezanın duyulmadığı uzak bir mesafede veya yerleşim merkezleri dışında bulunanlar da ezan okurlar. Cenaze namazı ile vitir, bayram, teravih, yağmur duası namazı ve farz-ı ayın olmayan diğer namazlar için ezan okunmaz. Farz namazlar dışında güneş tutulması vb. sebeplerle cemaatle kılınan namazlar için Hz. Peygamber zamanında ezan okunmamış, müslümanlar, “es-Salâte (es-salâtü) câmiaten” (cemaatle namaza geliniz) diye çağrılmışlardır (Buhârî, “Küsûf”, 3, 8; Müslim, “Küsûf”, 4). Yeni doğan bebeğin sağ kulağına hafif sesle ezan, sol kulağına da ikamet okumak menduptur (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 108; Tirmizî, “Edâhî”, 17).
Müezzinin sesinin gür ve güzel olması, ezanı ayakta ve yüksekçe bir yere çıkıp dinleyenlerin tekrarına imkân verecek şekilde yavaş okuması, sesin daha güçlü çıkmasına yardımcı olacağı için şehâdet parmaklarının uçlarını kulaklarına götürmesi veya ellerini kulaklarının üzerine koyması, kıbleye yönelmesi, “Hayye ale’s-salâh” derken yüzünü sağa, “Hayye ale’l-felâh” derken de sola çevirmesi, dinî hassasiyet sahibi ve abdestli olması müstehaptır.
Ezanı İşiten bir müslüman müezzinin sözlerini ondan sonra tekrar eder. Ancak, “Hayye ale’s-salâh” ve “Hayye ale’l-felâh’ta bunların yerine “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” (bütün değişimler, bütün güç ve hareket Allah’ın iradesiyle mümkündür) cümlesini tekrar eder. Sabah ezanında ilâve edilen, “es-Salâtü hayrun mine’ n-nevm” cümlesine de, “Sadakte ve berirte” (doğru ve haklı söyledin) diye karşılık verilir. Ezan okunduktan sonra özürsüz olarak namaz kılmadan camiden çıkmak Hanbelîler’e göre haram, Şâfıîler’e göre de mekruhtur.
Ezanın bitiminden sonra Hz. Peygamber’in öğrettiği ve şefaatine vesile olacağını haber verdiği şu dua okunur: “Allahümme rabbe hâzihi’d-da’veti’t-tâmme ve’s-salâti’l-kaime âti Muhammeden el-vesîlete ve’l-fazîlete ve’b’ashü makamen mahmûdeni’llezî vaadteh”(????? ?? ??? ?????? ?????? ??????? ??????? ?? ?????? ??????? ???????? ?????? ?????? ??????? ???? ?????) Ey bu mükemmel davetin ve daimî çağrının (veya kılınacak namazın rabbi olan Allahım! Muhammed’e sana yaklaştırıcı her türlü vesileyi ihsan et, onu faziletlerle donat. Onu -Kur’ân-ı Kerîm’inde- vaad ettiğin övgü makamına yücelt (Buhârî, “Ezân”, 8).
Ezanla ilgili hükümler fıkıh kitapları içinde ayrı bir bölümde ele alınmakla birlikte bu konuda bazı âlimler müstakil eserler de telif etmişlerdir. Bunlar arasında Ebü’ş-Şeyh’in (ö. 369/979) Kitâbü’l-Ezân, Abbâd b. Serhan el-Meâfirî’nin Risale fi’l-ezân (Resâ?ilü fi’l-fıkh ve’l-luga içinde, nşr. Abdullah el-Cübûrî, Beyrut 1982, s. 37-85), Kadî İyâz’ın Nazmü’l-burhân ?alâ sıhhati cezmi’l-ezân, Emîr es-San’ânînin Teşnîfü’l-âzân biesrâri’l-ezân (nşr. Abdullah Muhammed el-Habeşî, Beyrut 1407/1987) adlı eserleri zikredilebilir. Mısırlı edip ve düşünür Abbas Mahmûd el-Akkad, Dâ?i’s-semâ? Bilsl b. Rebâh: mü?ezzinü’r-Resûl adlı eseri içinde (Kahire 1945) ezana da bir bölüm ayırmıştır. Dikkate değer edebî bir güzellik taşıyan bu bölüm İngilizce’ye çevrilerek yayımlanmıştır (Lahore 1978). Ayrıca Lebîb es-Saîd’in el-Ezân ve’l-mü?ezzinûn (Kahire 1970) ve Seyyid Abdürrızâ Hüseyin el-Celâlî’nin el-Ezân ve’l-mü?ezzin (Necef 1972) adlı risâleleriyle Ebû Hatim Üsâme b. Abdüllatîf el-Kavsinin Kitâbü’l-Ezân (Kahire 1408/1987) adlı eseri bu konuda kaleme alınmış diğer çalışmalardır.