HAKÎM et-TİRMİZÎ
Abdülfettâh Abdullah Bereke 01 Ocak 1970
Ebû Abdillâh Muhammed b. Alî b. Hasen et-Tirmizî (ö. 320/932)
Velîlik konusundaki görüşleriyle tanınan sûfî.
Tirmiz’de muhtemelen III. (IX.) yüzyılın başlarında doğdu. Hayatını ve geçirdiği ruhî gelişmenin önemli bir kısmını anlattığı Büdüvvü şe?n adlı risâlesinde, “kaderinin mutlu bir tecellisi ve iyi bir hoca” diye tanımladığı bir zatın kendisini ilme teşvik ettiğini söyler. Küçük yaşlardan itibaren kendisinden naklî ve aklî ilimleri öğrendiği bu hocanın bir hadis âlimi olan babası olması çok muhtemeldir. Attâr, arkadaşları tahsil amacıyla seyahate çıktıkları zaman başka kimsesi bulunmayan annesini yalnız bırakıp onlara katılamadığı için çok üzülen Hakîm et-Tirmizî’nin Hızır’la karşılaştığını ve ondan tahsil gördüğünü yazar (Tezkiretü’l-evliyâ?, II, 91-92). Hakîm, Tirmiz ve Belh’te birçok muhaddisten hadis dersleri aldı (Zehebî, A?lâmü’n-nübelâ?, XIII, 439; Sübkî, II, 245) ve seçkin bir Hanefî fakihinden fıkıh öğrendi (Hücvîrî, s. 178). Yirmi yedi yaşında iken hacca gitme arzusuyla yola çıktı. Bir süre Irak’ta kalıp hadis dinledikten sonra Basra yoluyla Mekke’ye ulaştı. Büdüvvü şe?n’de, her gece seher vakti Kâbe civarında dua edip büyük günahlarından tövbe ettiğini, halini düzeltmeye, dünyaya ilgi duymamaya ve Kur’an’ı ezberlemeye muvaffak kılması için Allah’a yakardığını söyler. Hac dönüşü başladığı hâfızlığı memleketinde tamamlayan Hakîm et-Tirmizî, Allah’ı tanımak ve âhirete yönelmek için kitap okumaya ve araştırmalar yapmaya, belde belde dolaşıp bir mürşid aramaya başladı. Bu arada sürekli olarak oruç tutmaya ve nâfile namaz kılmaya devam etti. Âriflerin sözlerinden etkilendi. Ahmed b. Âsım el-Antâkî’nin bir eserinin tesiriyle riyâzet hayatı yaşaması ve çile çekmesi gerektiğine kanaat getirerek bu yolu tuttu. Yalnızlıktan hoşlandığı, tek başına kırlarda gezdiği ve sık sık harabe ve mezarlıkları ziyaret ettiği bu dönemde kendisine yardım edecek samimi dostlar bulamadığını, ıssız yerlerde dolaşmaya devam ettiği sırada rüyasında Hz. Peygamber’i gördüğünü, nihayet Hak ile arasındaki perdenin kalktığını ve ilhama mazhar olduğunu, meclisine gelenlerle sabahlara kadar sohbet etmeye ve Allah’a yalvarıp yakarmaya başladığını söyler (Büdüvvü şe?n, s. 14-17).
Ahmed b. Hadraveyh, Yahyâ b. Muâz er-Râzî ve Ebû Türâb en-Nahşebî gibi büyük sûfîlerin sohbetine katılma imkânını bulan Hakîm et-Tirmizî tasavvuf, ahlâk, kelâm, hadis, tefsir, mezhepler tarihi ve dil ilimleri gibi çok değişik konularda eserler yazmış ve bu eserler ilgiyle karşılanmış; ancak bu durum bazılarının onu kıskanmasına, bazı sözlerini yanlış yorumlayarak kendisini suçlamasına, hatta iftirada bulunmasına yol açmıştır. Nitekim aşktan bahsettiği, halkın ahlâkını bozduğu, bid‘at çıkardığı ve peygamber olduğunu iddia ettiği ileri sürülerek Belh valisine şikâyet edilmiş, vali bu konularda konuşmayacağına dair kendisinden yazılı bir belge almıştır (a.g.e., s. 17, 18). Hakîm et-Tirmizî çektiği sıkıntıların kendisini daha da olgunlaştırdığını, karşılaştığı belâlardan zevk alır hale geldiğini, kalp gözünün açıldığını ve ruhen yükseldiğini hissettiğini, çıkan bir kargaşa sonunda kendisine eziyet edenlerin beldelerinden kaçmak zorunda kaldıklarını, ona hürmet eden insanların sohbetine devam etmeye başladıklarını söyler (a.g.e., s. 19). Mânevî yükselişini genişçe anlattığı Büdüvvü şe?n’de hayatının son dönemi hakkında bilgi yoktur. Ömrünün sonuna kadar eser yazmayı, çevresinde toplanan müridlerin terbiye ve irşadıyla meşgul olmayı sürdüren Hakîm Tirmiz’de vefat etti. Türbesi Tirmiz halkı tarafından bugün de ziyaret edilmektedir.
Hakîm et-Tirmizî kendine mahsus bir üslûpla nakille aklı bağdaştırmaya, naklî ilimleri aklî bir temele dayandırmaya çalışmıştır. Özellikle Helenistik felsefeden ve gnostisizmden gelen hikmet anlayışını tasavvufa aktararak bu hareketin yeni bir döneme girmesine katkıda bulunmuş ve bu sebeple “Hakîm” diye anılmıştır (Hakîm et-Tirmizî, Hatmü’l-evliyâ?, nâşirin mukaddimesi, s. 8).
Tasavvufu geniş ölçüde hikmet olarak anlayan Hakîm et-Tirmizî bilgiyi ilim, zâhir hikmet, bâtın hikmet şeklinde üçe ayırmış, daima bilginin son iki çeşidi üzerinde durmuştur. Ona göre tasavvuf sadece mânevî haller değil aynı zamanda hikmetler yani objektif gerçeklerdir. Peygamberlerin ve velîlerin sahip oldukları bilgiler yüce ve gizli hikmetler olup bunlar kendilerine doğrudan Allah tarafından verilir. Hak, adl ve sıdk terimleri Hakîm’in üzerinde önemle durduğu kavramlardır. Hak organlar, adl kalpler, sıdk akıllar için söz konusudur. Hak, adl ve sıdk hem mârifet hem din olduğundan belli bir noktada din mârifetten ibaret olur. Hak şeriat ulemâsının, adl hakîmlerin konusudur; sıdk ise hikmet sahiplerine Allah’ın bir lutfudur.
Hakîm’e göre ruhî faaliyetler ya beşerî çaba veya ilâhî inâyetle (himmet) gerçekleşir. Birinci durumda genel, ikinci durumda özel velâyet bahis konusu olur. Allah’ın hukukuna riayet eden velîler, dinin emir ve yasaklarına uymalarının yanı sıra niyeti düzeltme ve nefis murakabesi gibi mânevî hallere de dikkat ederler. Gerçekten Allah’ın dostları iseler O’nun lutfuyla velîliğin en yüksek seviyesine ulaşırlar. Onlar her zaman iyi iş yapmayı âdet edindiklerinden hatadan korunurlar. Çünkü iyilik yapma kendilerinde tabii bir meleke haline gelmiştir (a.g.e., s. 117-127). Allah’tan ilham alan velî (muhaddes, mükellem) gerçek anlamda bu dereceye sahip olunca aldığı bilgilerin doğruluğundan emin olur. Şeytan vahye yanlış bilgiler karıştıramadığı gibi nefis de velînin ilhamını bozamaz. Velîlik de peygamberlik gibi kesbî olmayıp ilâhî bir lutuftur. Ancak peygamberlerin Allah’tan aldıklarını tebliğ etme görevleri bulunduğu halde velîlik tamamıyla özel bir mahiyet taşır. Bundan dolayı peygamberin mûcize gibi bir delile ihtiyacı olmasına karşılık velînin böyle bir delile ihtiyacı yoktur. “Peygamberlik delil iledir, velîlik delildir” diyen Hakîm’e göre velî ile Allah arasındaki ilişki sevgi, gözetim ve inâyet esasına dayanır. Velîler hayrın ve faziletin canlı timsalleridir. Hak için yaşarlar, kendilerini Allah’a hizmete adarlar. Velîlik tabiatı icabı zamanla sınırlı değildir, her zaman velî bulunur. Velî semadaki ilâhî kemalin yeryüzüne yansımasıdır.
Daha çok “hatmü’l-evliyâ” konusundaki fikirleriyle dikkati çeken Hakîm et-Tirmizî’ye göre nasıl bir hâtemü’l-enbiyâ (peygamberlerin sonuncusu) varsa bir de hâtemü’l-evliyâ (son velî) vardır. Hâtemü’l-evliyâ sadece velîlerin en sonuncusu değil aynı zamanda makamı en yüce, mertebesi en yüksek olanıdır; ondan daha mükemmel bir velî yoktur (a.g.e., s. 336-354). Hakîm et-Tirmizî’nin velîlik konusunda ortaya koyduğu bu görüşler kendisinden sonra mutasavvıfları geniş ölçüde etkilemiştir. Özellikle Muhyiddin İbnü’l-Arabî onun bu nazariyesine büyük önem vermiştir.
Hakîm, Hatmü’l-evliyâ? ve ?İlelü’ş-şerî?a adlı eserlerinde ileri sürdüğü fikirleri yüzünden suçlanmış, hatta bazılarına göre Tirmiz’den çıkarılmasına bu fikirler yol açmıştır. Velîleri nebîlerden üstün görmek, hiç kimsenin bilmediği ve duymadığı tarzda Allah sevgisinden bahsetmek, eserlerine mevzû hadisler almak ve bid‘atçılık yapmakla suçlanan Hakîm (Sübkî, II, 245; İbn Hacer, V, 308) bu tür konuları hayalinden bile geçirmediğini söyler (Büdüvvü şe?n, s. 18).
Çok erken başladığı yazı hayatını ömrünün sonuna kadar devam ettiren Hakîm’in eserlerinin önemli bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır. Kendi ifadesine göre kitaplarını tasarlayarak ve önceden karar vererek değil mânevî hallerin baskısı altında kaldığı zaman teselli bulmak için yazdığından, kolay anlaşılır bir üslûpla telif etmekle beraber bir konuyu anlatırken başka bir konuya yer vermekten ve düzensizlikten kurtulamamıştır. Yaşadığı dönemde tasavvuf ve felsefe terimlerinin henüz belirginleşmemiş olması da bir ölçüde müphemliğe yol açmıştır.
Kendisinden sonraki sûfîler üzerinde etkili olan Hakîm et-Tirmizî’nin görüşlerini benimseyenlerin oluşturduğu gruba Hakîmiyye adı verilmiştir. Ebû Bekir b. Verrâk ile Hasan b. Ali el-Cevzecânî bu hareketin önde gelen simalarıdır (Sülemî, s. 221, 246).
Gazzâlî, özellikle İhyâ?ü ?ulûmi’d-dîn’in “gurur” bahsinde (III, 367-402) geniş ölçüde Hakîm et-Tirmizî’nin Kitâbü’l-Ekyâs ve’l-mugterrîn’inden, İbn Kayyim el-Cevziyye Kitâbü’r-Rûh’ta onun el-Furûk ve men?u’t-terâdüf’ünden faydalanmıştır (Muhammed İbrâhim el-Ceyûşî, IQ, XX- XXII/3, s. 106-114). İbn Atâullah el-İskenderî, şeyhi Mürsî ile Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî’nin Hakîm’e büyük değer verdiklerini, sözlerinden geniş ölçüde faydalandıklarını ve kendisini en büyük velîlerden saydıklarını bildirir. Bizzat İbn Atâullah’ta da bu tesir mevcuttur. Bahâeddin Nakşibend’in Hakîm’i büyük bir velî olarak tanıdığı ve zaman zaman onun ruhaniyetine teveccüh ettiği nakledilir (Câmî, s. 118, 119; Münâvî, II, 45). Hücvîrî’nin gönlünü fetheden Hakîm et-Tirmizî, İbnü’l-Arabî’nin hayran olduğu ve tesirinde kaldığı bir mutasavvıftır.
Eserleri. 1. Hatmü’l-evliyâ?. Nübüvvet ve velâyet meselesinin ilk defa düzenli ve etraflı bir şekilde ele alındığı eser yirmi dokuz bölümden meydana gelmektedir. Müellif eserin dördüncü bölümünde tasavvufî mahiyette 157 soru sormuş, son derece önemli ve derin olan bu sorular hakkında herkesin konuşamayacağını, konuşmasının doğru olmayacağını anlatmak için de bunları cevapsız bırakmıştır. Daha sonra İbnü’l-Arabî bu soruları cevaplandırmak için el-Cevâbü’l-müstakim ?ammâ se?ele ?anhü et-Tirmizî el-Hakîm adlı bir eser yazdığı gibi el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’de de (II, 40-139) bu soruları daha ayrıntılı bir şekilde cevaplandırmıştır (ayrıca bk. Hatmü’l-evliyâ?, s. 142-326). Velîliği nebîlikten üstün görmekle suçlanan ve bu yüzden Tirmiz’den ayrılmaya zorlanan Hakîm’in ne Hatmü’l-evliyâ?da ne diğer eserlerinde velîliği nebîlikten üstün gördüğüne dair bir ifade vardır. Takıyyüddin İbn Teymiyye, Hakîm et-Tirmizî’nin bu görüşünün bazı kimselerin hâtemü’l-evliyâ oldukları iddiasıyla ortaya çıkmalarına yol açtığını söyler (Mecmû?u fetâvâ, XI, 223, 227, 263, 372, 444). Hatmü’l-evliyâ? Osman İsmâil Yahyâ tarafından yayımlanmıştır (Mecelletü’l-Meşrık, LIV, 387-470; LV, 245-276; Beyrut 1965). 2. Büdüvvü şe?n. Hakîm et-Tirmizî’nin otobiyografisi olan bu risâleyi Osman Yahyâ (Hatmü’l-evliyâ?ya yazdığı mukaddime içinde, s. 14-32) ve Muhammed Hâlid Mes‘ûd (IS, IV, 332-343) neşretmiştir. 3. ?İlelü’ş-şerî?a (?İlelü’l-?ibâdât, ?İlelü’l-?ubûdiyye, Kitâbü’l-?İlel, Keyfiyetü’s-salât ve’s-sivâk). Hakîm et-Tirmizî bu eserinde Allah’ın nuru ile bakan bir kimsenin şer‘î hükümlerin illet ve hikmetini kavrayabileceğini söyler. Bu görüşünü İsbâtü’l-?ilel adlı eserinde nazarî olarak söz konusu eden Hakîm ?İlelü’ş-şerî?a’da bunun nasıl uygulanacağını örneklerle göstermiştir. İlâhî emir ve yasakların bağlı olduğu bir sebebin bulunmadığını, bunlardan amacın insanların denenmesi olduğunu ileri sürenlere karşı bu tezi savunması, onun bütün dinî hükümleri akılcı bir yaklaşımla yorumladığı suçlaması ile karşılaşmasına sebep olmuştur. Eserin bir nüshası Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi’ndedir (Haraççıoğlu, nr. 806, vr. 78a-104b). 4. Hakikatü’l-âdemiyyîn (Kitâbü’r-Riyâze fî ta?alluki’l-emr bi’l-halk). Hakîm et-Tirmizî, hadis ve tasavvuf gibi ilimlerle aklî ve felsefî ilimleri bağdaştırmaya çalıştığı bu eserinde naklî ilimlerin doğruluğunu felsefî usulle ispatlamaktadır. Eser Abdülmuhsin el-Hüseynî tarafından yayımlanmıştır (Mecelletü Külliyyeti’l-âdâb, II, 50-108). 5. el-Menhiyyât. Eser, özellikle dinin yasakladığı her şeyin ardında yasaklamayı gerektiren bir sebebin bulunduğunu göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Müellife göre her yasağın bir gerekçesi vardır; ancak bu gerekçeler farklı olduğundan yasaklar da farklıdır. Bazı hususlar haram olduğu, bazıları da edebe aykırı bulunduğu için yasaklanmıştır. Bu tür yasaklar hidayet yolunda olan kulun bu yoldan sapmaması için getirilmiştir. Hakîm et-Tirmizî, bu eserinde fıkhî hükümleri ruhî gayelere bağlayarak zâhirle bâtın arasındaki sıkı münasebeti göstermeye çalışmış, ancak çağdaşları bu yolda onu takip edememişlerdir. Eser Ebû Hâcir Muhammed es-Saîd (Beyrut 1985) ve Muhammed Osman el-Huşt (Kahire 1986) tarafından neşredilmiştir. 6. Nevâdirü’l-usûl fî ma?rifeti ahbâri’r-Resûl (Selvetü’l-?ârifîn ve bustânü’l-muvahhidîn). 291 hadisin şerhini ihtiva eder. Hakîm et-Tirmizî, diğer hadis kitaplarından farklı bir mahiyet taşıyan bu eserinde her birine “asıl” adını verdiği 291 konu başlığı tesbit etmiş, her başlığın altına bir hadisin şerhini yapmış ve konu başlığına uygun sonuçlara ulaşmaya çalışmıştır. Bu eserde müellifin asıl maksadı hadis rivayet etmek değil sözü edilen esasları açıklamak ve temellendirmektir. Mustafa b. İsmâil ed-Dımâşki’nin Mirkatü’l-vusûl li-Nevâdiri’l-usûl adlı hâşiyesiyle birlikte yayımlanan eserin (İstanbul 1293) tahkikli basımını Mustafa Abdülkadir Atâ gerçekleştirmiştir (I-II, Beyrut 1992). Yûsuf Abdurrahman el-Mar‘aşî eserde geçen hadisler üzerine müstakil bir çalışma yapmıştır (Fihristü ehâdîsi Nevâdiri’l-usûl, Beyrut 1987). 7. el-Furûk ve men?u’t-terâdüf. Müellif bu eserinde, eş anlamlı gibi görünen bazı kelimelerin eş anlamlı olmadığını, aralarında az veya çok bir anlam farkı bulunduğunu ispatlamaya çalışır. Eser dil ilimlerini ilgilendiriyor gibi görünürse de müellife göre konu itikadî ve fıkhî birçok mesele ile de yakından ilgilidir. Bu hususun açıklığa kavuşturulmasıyla bu meselelerin çözümleneceğini söyleyen Hakîm, eş anlamlı kelimeler arasındaki nüansları tesbit etmek için çeşitli örnekler vermiştir. Eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Ayasofya, nr. 1975, 1b-102b).
Hakîm et-Tirmizî’nin yayımlanmış diğer başlıca eserleri şunlardır: Sıfâtü’l-kulûb ve ahvâlühâ ve hey?etü terkîbihâ (nşr. A. J. Arberry - Ali Hasan Abdülkadir, Kahire 1947); Kitâbü’r-Riyâze ve âdâbü’n-nefs (nşr. A. J. Arberry - Ali Hasan Abdülkadir, Kahire 1366); Edebü’l-?âlim ve’l-mu?allim (nşr. Zâhid Kevserî, Kahire 1358); Beyânü’l-fark beyne’s-sadr ve’l-kalb ve’l-fu?âd ve’l-lüb (nşr. Nicholas Heer, Kahire 1958; A Sûfî Pyschological Treatise. A Translation of the Beyan al-Farq bayn al-Sadr wa al-qalb wa al-Fuad wa al-Lubb, trc. Nicholas Heer, MW, LI [1961], s. 25-36, 83-91, 163-172, 244-258); es-Salât ve makasıdühâ (nşr. Hüsnî Nasr Zeydân, Kahire 1965; nşr. Behîc Gazzâvî, Beyrut 1986); el-Hac ve esrâruh (nşr. Hüsnî Nasr Zeydân, Kahire 1969); Tahsîlü Nezâ?iri’l-Kur?ân (nşr. Hüsnî Nasr Zeydân, Kahire 1970); Menâzilü’l-?ubbâd mine’l-?ibâde (Menâzilü’l-kasıdîn ile’llah) (Kahire 1977; nşr. M. İbrâhim el-Ceyûşî, Beyrut 1990); Tabâ?i?u’n-nüfûs (nşr. Ahmed Abdürrahîm es-Sâyih - Seyyid el-Cemyây, Kahire 1989); el-Mesâ?ilü’l-meknûne (nşr. M. İbrâhim el-Ceyûşî, Kahire 1977); el-Emsâl mine’l-Kitâb ve’s-Sünne (nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî, Kahire 1395/1975; nşr. Mustafa Abdülkadir Atâ, Beyrut 1989); ?İlmü’l-evliyâ? (nşr. Sâmî Nasr Lutf, Kahire 1983); el-?Akl ve’l-hevâ (nşr. Ahmed Subhi Furat, ŞM, V [1963], s. 119-133); er-Red ?ale’r-Râfıza (nşr. Ahmed Subhi Furat, ŞM, VI [1966], s. 37-46).