UZANIP KALIVERMEK DE VAR GÜNÜN BİRİNDE
01 Ocak 1970
İSMAİL GERÇEKSÖZ (1925 - 4.4.1980)
Aslen Bursa'nın Köprühisar köyünden olup İzmir'de doğmuştu. 55 yaşında, evli ve dört çocuk babasıydı. Ailece, İstanbul-Acıbadem'de oturuyordu. Gazeteci, şair ve yazar olup Türk Edebiyatı Vakfı'nın kurucularındandı. İlhan Darendelioğlu'nun şehadetinden sonra Ortadoğu Gazetesi'nin başyazarlığını üstlenmişti. İstanbul MHP. İl Yönetim Kurulu üyesiydi ve Basın Müşavirliği görevini yürütüyordu. 1973 seçimlerinde Bursa'dan, 1977 seçimlerinde de İstanbul'dan MHP milletvekili adayı olmuştu. 1961-1976 yılları arasında kaldığı Almanya'da mütercim olarak çalışırken, Avrupa'da Ülkücü Hareketi örgütledi.
Olay günü, sabahleyin oğlu ile birlikte evinin önünde, komünist militanlar tarafından düzenlenen silahlı bir saldırı neticesi şehit düştü. Aynı olayda oğlu da ağır yaralanmıştı. Cenazesi, Aksaray Valide Camii'nde kılınan namazdan sonra götürüldüğü memleketi Bursa'da toprağa verildi.
İSMAİL GERÇEKSÖZ HAKKINDA
1925'te İzmir'de doğan İsmail Gerçeksöz, 4 Nisan 1980 tarihinde şehit edildiği sırada kurucuları arasında olduğu Türk Edebiyatı Vakfı'na ait Türk Edebiyatı Dergisi'nin Teknik Yönetmenliğini ve Ortadoğu Gazetesi'nin başyazarlığını yapıyordu.
İlk ve ortaöğrenimini İzmir, Manisa ve Bursa'da tamamladıktan sonra 1946 senesinde erken yaşta hayata atılarak Bursa'da gazetecilik yaptı. Bursa Hakimiyet Gazetesi'nin 5 yıl Yazıişleri Müdürlüğü'nü, sahibi olduğu Bursa Ekspres Gazetesi'nin de 7 yıl başyazarlığını yürüttü. Bursa Gazeteciler Cemiyeti'nin ve Gazeteciler Sendikası'nın kurucuları arasında yer aldı. Uzun yıllar Tanin, Vatan, Yeni İstanbul ve Tercüman gazetelerinin Bursa muhabiri olan Gerçeksöz, 1961'de Almanya'ya gitti. Hannover'de Continental Fabrikası'nda mütercimlik yaptı. Stern Dergisi'de çalışırken, Ülkücü Hareketi'n Avrupa'da örgütlenmesi için gayret gösterdi. 1976 yılında yurda döndüğünde Millet Gazetesi'nin başyazarlığı'nı yaptı.
Türk milliyetçiliği fikrinin seçkin bir kültür adamı olan İsmail Gerçeksöz, Ülkücü Hareketin örgütlendiği 1960'lı yıllarda davayı geniş kitlelere ulaştıran Arif Nihat Asya, Emine Işınsu, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Yavuz Bülent Bakiler, Yetik Ozan (Turgut Günay) gibi tanınmış Ülkücü şâir ve romancılar arasında yer alır.
Şiir ve yazıları 1944'ten itibaren Demet, Uludağ, Sanat ve Edebiyat, Şadırvan, Bizim Türkiye, Çatı, Kaynak, İstanbul, Hisar, Devlet, Ortadoğu, Millet, Türk Edebiyatı gibi gazete ve dergilerde yayınlandı. Eserlerinin bir kısmını Aşık Sazından Şiirler (1944) Bursa'nın Destanı (1951) Yaşayan Ağaç (1952) Gökbayrak (1954) İkinci Dönüş (1972) adı altında kitaplaştırmıştı.
Babasından arapça ve farsça dersleri alan Gerçeksöz daha küçük yaşlarda edebiyata ilgi duydu. Şiirlerinde genellikle duygulu bir ton içinde vatan ve millet sevgisini işleyen, serbest vezinli epik bir eda ile milli ve tarihi konuları ele alan, halkımız ve memleketimize olan hayranlıklarını dile getiren İsmail Gerçeksöz, sade bir dil sade ve yalın bir üslup kullanmıştır.
1980 öncesinin vatan ve millet kavgasında Türk milliyetçiliği cephesinde komünistlere karşı fikri ve kalemiyle mücadele eden Gerçeksöz şehadetinden kısa bir süre önce Türk Edebiyatı Dergisi'nde yayınlanan "Sona Doğru" isimli şiirinde sanki akıbetini anlatmıştı. Günün birinde kahpe tuzaklardan atılan kızıl kurşanlarla hedef olarak şehit düştü.
SONA DOĞRU...
Hani bir şarkı takılır ya insanın dudaklarına
Eski, yarı unutulmuş, kırık dökük
Bir kaç mısra dil ucunda döner durur da!
Nice baharlar alıp gitmiştir en güzel düşlerini
Sonra yapraklar sararır, çiçekler kurur da!..
Sille yemiştir kişi felekten,
Eşe dosta gülümseme zorluğu bir yana
Yürek olmadık acılarla yoğrulur da!
Upuzun gölgelerde bir akşam güneşi,
Camlardan odalara vurur da!..
Çoktan bitmiş kadehinde son yudum,
Meyhane boş, masa tarumar,
İlk yudumlardaki mutluluk kaybolur da!.
Bir köşede meyhaneci uyukluyordur,
Son müşteri hala oturur da!.
Ya da istasyon boşalmış,
Son tren çoktan gitmiştir.
Yolcu koskoca dünyada kaybolur da!
Karanlığa uzanan saat kulelerinden,
Oniki'ler hep birden vurur da!.
Budur işte feleğin bize oyun oynamışlığı,
Unun elenip eleğin duvara asılmışlığı,
Nefes daralır, dizler iki adım da yorulur da!
Uzanıp kalıvermek de var günün birinde ansızın, olur da!
Şehadeti yazdığı şiirdeki gibi gerçekleşen İsmail Gerçeksöz bu mısraları yazdığı zaman yayınlanan bir başka şiirinde Recep Haşatlı'nın şehadetini, "Bir Şehidin Ardından" şiiri ile ebedileştiriyordu.
BİR ŞEHİDİN ARDINDAN
-Mehrum Recep Haşatlı'nın aziz hatırasına ve şehit düşen bütün ülkücülerin ruhlarına-
Duydum ki en güzel şarkılarda ölmüşsün
Kanın vatan vatan sızmış toprağa
Gece yarılarında yağan kar gibi..
Ulu Peygamberin savaşlarında,
Teke tek dövüşen pehlivanlar gibi.
Bir yükselmiş bir yükselmişsin ki,
Gökyüzüne çevirdik gözlerimizi
En büyük, en parlak yıldızı arar gibi
Duydum ki en güzel düşlerde ölmüşsün
Bu dünyada sevgilere kapanırken gözlerin
Öbüründe bekleyenin var gibi
Mavi ve muhteşem boşluğunda gecelerin
Işıklı bir yıldız kayar gibi..
Duydum ki en büyük inançlarda ölmüşsün
Bir bayrağa sarmışlar fâni gövdeni
Bayrağı bir daha renge boyar gibi
Tekbir sedâlarını duyar gibi...
BİR ŞEHİT KONUŞUYORDU
Yıldız ışıklariyle aydınlanan
Karanlık geceleri çekip üstümüze
Öldük bir meydan savaşının akşamında
Künyemizi düştüler ,
Şehit diye...
Bir unutulmuş köy Anadolu'da
Patika yolları kıvrılıp bükülen
Ayrılık bir gözyaşıydı arkamızdan dökülen
Ağıt diye...
Büyük şehirlerin meydanlarında
Mermere yansımış bir hatırayız şimdi
Meçhul Asker anıtına adımızı yazdılar
Yiğitler diye...
BİR VATAN KALDI
Düştük yollara yeniden,
Arkamızdan geçmiş zaman kaldı.
Kıt'alar ötesindeydi hudutlarımız,
Şimdi Edirne, Kars, Ardahan kaldı.
Geçen gözlerimden bayraklar,
Devletler, ihtilaller.
Her biri ufalıp toprağa karışan
Kaleler şimdi.
Ve Yemen'de, Sina'da ölenlerin ardından
Saçı ak, iki gözü iki çeşme
Ağlayan kaldı.
ELBE KIYISINDA
Elbe'nin kıyısında bir köy,
Bize değil bu çan sesleri.
Uzak bir hâtıradır şimdi.
Pırıl pırıl ezan sesleri.
Elbe'nin kıyısında bir köy,
Damları sivri-külâh
Uzanır ta nehre kadar,
Cıvıl cıvıl insan sesleri.
Durgundur, kirli sarıdır Elbe
Adına ne türkü yakılmıştır, ne kurban
Alır götürür sessizce uzaklara
Sularında kaybolan sesleri.
AL GÖTÜR
Al götür rüyasız gecelerimi,
Yorgun, uykular içinde derin.
Hülyasını kuramadığım samanyolları sizin olsun
Gecelerimi süsleyen bundan böyle
Yalnız yıldızlar olsun...
Ben el değmemiş güzellikler içinde büyüdüm.
Kuşların yuvalarını insanlardan gizlediğince
İnsanların, aşklarını diğerlerinden
Öyle güzel, içli ve derinden...
Al götür!
Bir çuval gibi bomboş günlerimi
Yağmurlu gecelerde daha güzel parıldasınlar
Bundan böyle,
Bütün ateşböceklerine selâm söyle...
VEHİM
İnsanlar gülüyordu alabildiğine
Veya bana öyle geliyordu
Nehirler, denizlere dökülüyordu...
Kuşlar kanat çırpıyordu havada.
Denizler çalkantı içinde bazan
Uzak minarelerde ezan,
Meyhanelerde şarkılar vardı
Şarkılar kaldırımlara dökülüyordu
Veya bana öyle geliyordu...
İçimi buruyordu yalnızlık, unutulmuşluk.
Dağlarda kar eriyor, izler kayboluyordu.
Uzakta dost yüzleri sıcak,
Ellerime, saçlarıma bir şeyler oluyordu.
Veya bana öyle geliyordu...
KUVAYI MİLLÎYE RUHU
Yılanların yuvalarında uyuduğu saatlerde,
Ağaçların ve çocukların büyüdüğünce,
Tek şarkı olacağım söylenen, Türkiye üstüne.
Tek düşünce...
Önünde durulmayan fırtınalar gibi,
Kuşaklarımı aynı saflara iteceğim.
Ya başı dumanlı dağlar gibi duracağım,
Ya büsbütün biteceğim...
Yılanların yuvalarında uyuduğu saatlerde,
Dağ yollarından, patikalardan aşacağım.
Gizli bir haber gibi kulaktan kulağa,
Ankara'ya ulaşacağım...
Çocukların ve ağaçların büyüdüğü saatlerde,
Her yürekte yeniden vuracağım.
Bin yıl içinde -Üçüncü ve son defa-
Bir daha yıkılmamak üzere bir devlet kuracağım.
Adını "Cumhuriyet" koyacağım...
MALAZGİRT SAVAŞI
Malazgirt ovasında toz duman,
Zaman, altın meyvesini veriyordu.
Yemin etmiş elli bin kahraman,
Çeyrek milyonu yere seriyordu...
Asyadan doğan güneşin altında,
Bizanslı karlar gibi eriyordu...
Malazgirt bir şölendi aslında,
Bir millet gerdeğe giriyordu...
Ve güneş çekilirken dağların ardında,
Yiğitler murada eriyordu...
Mağrur imparatoru Doğu Roma'nın,
Huzurda Sultana hesap veriyordu.
BİZİMKİLERİN YÜZLERİ
Bu yüzler bizimkilerin yüzleri:
Gurbette göbeği kesilmişlerin.
Hangi pencerede bir yanık türkü varsa,
Muhakkak yüzlercesi istasyonlardadır;
Günlerden Pazar'sa…
Müzelerdeki savaş tablolarında,
Balkan'ın herhangi bir dağında,
Bu yüzleri görürsün,
Bu yüzleri görürsün,
Madeni bir ay, kaşına düşmüş kalpağında...
Veya Çanakkale hatırası eski bir resimde
Gülümser kundaktaki oğluna
Yıllar yılı duvarda
Top başında "hazır ol" duruşunda
Pos bıyıkları rüzgarda...
Bu yüzler bizimkilerin yüzleri:
En derin uykularında uyanık
Kafkas dağlarının rüzgarından sert,
Yemen çöllerinden uyanık.