Bizi bağışla Necmeddin Öğretmen…
Adnan İslamoğulları 01 Ocak 1970
Kusurumuza bakma Necmeddin Yılmaz Öğretmen, seninle pek ilgilenemedik. Günlerce PKK'nın elinde rehin kaldın, bir türlü fırsat bulup da seni sosyal medyada gündem yapamadık… Bu arada sana işkence yapılmış ve günler sonra öldürülüp bir dereye atılmışsın… DNA testi için de zaman gerekiyordu ve senin şehâdetin bu arada 15 Temmuz sene-i devriyesine denk geldi, Allah seni inandırsın dönüp de sana bakamadık pek… Bu CHP var ya bu CHP, ahh bu CHP var ya, aynı günlerde tutturdu bir Adalet yürüyüşü diye… Ankara'dan İstanbul'a kadar yürüdü adam. Adalet de adalet… Baştan pek sallamadık ama yürüyüş günden güne kalabalıklaşınca mecburen vaktimizin bir bölümünü de o yürüyüşe ayırmak zorunda kaldık. Malûm sosyal medya boş bırakılacak bir alan değil, oradan adalet yürüyüşüne salça olmamız gerekiyordu. Bir de yürüyüşün sonunda İstanbul Maltepe'de miting yaptılar, kardeşim meydanı tıka basa doldurdular iyi mi! Tabii meydanın enini, boyunu, metrekaresini hesapla, metrekareye kaç kişi düşer, oradan miting kalabalığını çıkar… Topla, çıkar, çarp, böl derken günlerce uğraştık, en sonunda meydanda 170 bin kişinin ya var ya da yok olduğunu tespit ettik, bunu sosyal medyadan binlerce paylaşımla duyurduk. Gerçi İstanbul Valisi bir ara şaşırıp alanda 1 buçuk milyon kişinin olduğunu açıkladı ama Allah'tan hemen o da gerçek hesapları gördü ve 170 bin kişiye bağladı mevzuyu…
İşte Necmeddin Yılmaz Öğretmenim, böyle sıkışık günlere denk geldi şehâdetin. Pek de ilgilenemedik seninle…
Hele bir de İstanbul ve Ankara'daki 15 Temmuz etkinlikleri girince araya hepten unuttuk seni… Milyonlarca insan aktı meydanlara. Gerçekten bak, milyonlarca insan aktı meydanlara… Sabahlara kadar toplandık… Hatta bir gece kulübü 15 Temmuz Partisi düzenleyecekti ama sosyal medyadaki eleştirilerden vazgeçmek zorunda kaldı… Görmeliydin o muhteşem kalabalıkları.. Köprüdeki o ihtişâmı görmeliydin… 15 Temmuz şehitlerimizi andık, isimlerini okuduk tek tek… Bağışla bizi Necmettin Hocam, ama seni hatırlayamadık o telâşeler ve heyecan arasında…
* * * * *
OHAL uygulaması Türkiye'nin Güneydoğu'sunda geçerli değil mi?
Diyarbakır'da Kürdistan Bağımsızlık Referandumu Çalıştayı yapılıyor, Azadi Hareketi, PAK, PDK-Bakur, PDK-TPSK ve ÖSP gibi bölücü terör örgütü PKK ile ortak hareket eden gruplar çalıştaya katılıyorlar, sonuç bildirgesi yayınlanıyor. Bildirgede, "Referandumdan sonra özgürlük dâvâmız Kürdistan'ın dört parçasında da yeni bir aşamaya varacaktır. Dosta da düşmana da Güney Kürdistan'ın yalnız olmadığını göstermeliyiz. Ve gerçekte yapılacak olan referandum aslında dört parça Kürdistan'ın referandumudur" deniliyor.
Şimdi ülkeyi yönetenlere soralım:
Sonuç bildirgesinde kastedilen bahse konu dört parça Kürdistan'ın bir parçası nerededir ve bu referandumun sonuçları bu parçayı nasıl etkileyecektir? Referandumdan sonra bahse konu özgürlük dâvâsı hangi aşamalara varacaktır?
Geçtiğimiz günlerde bir Fransız gazetecinin Cumhurbaşkanı Erdoğan'a sorduğu soru da budur aslında…
Cumhurbaşkanı, "Orası biraz sıkar" şeklinde cevaplamıştı soruyu.
Bu Çalıştay Diyarbakır'da nasıl düzenlenebiliyor peki?
Hangi cüretle bu bildirgeyi yayınlayabiliyorlar?
* * * * *
Yalnızca metal yorgunluğu değil iktidarın sorunu… İktidarın asıl sorunu yönetememek. FETÖ krizini yönetememek, FETÖ ile mücadelede bataklığı kurutacak adımları atamamak… Enerjisini ve devletin tüm imkânlarını iktidarını tahkim etmeğe yoğunlaştırmak…
Emin olunuz ki, Üsküdar'daki Şemsi Paşa Camii'nin önünde denize çaktığınız kazıklar gibi hayata da kazıklar çakamıyoruz… Fâniyiz… Hayatımızın bir sonu var… Milletin ve devlerin bekası siyâsî hırs ve iktidarlarımızdan daha önemli… Gelecek nesillerin sizi hayırla anmasını istiyorsanız, sizin gibi düşünmeyenlere saygı duyun, anlamaya çalışın. Gücünüzü sizin gibi düşünmeyenler üzerinde bir baskıya dönüştürmeyin, buradan devşirdiğiniz gerginlikten beslenmeyin…
Biliniz ki FETÖ gibi yapıların asıl tehlikesi, insanlarımızın irâdelerine koyduğu ipotektir. İnsanlarımızın düşünme melekelerine, akletme melekelerine, karar verme, tercih etme melekelerine koyduğu ipotektir. O uçaklardan atılan bombaların başka bir izahı yoktur… Kendi insanın bomba atacak kadar, ateş edecek kadar gözü dönen o alçaklar iradelerini, düşünme melekelerini ipotek altına vermişlerdir. Hasan Sabbah benzetmesi bu açıdan doğru bir benzetmedir. Fakat mücadele metotlarınız bataklığı kurutmak yerine, FETÖ suçlamasıyla herkesi düşmanlaştırmak olmamalıdır. O bataklığın büyümesindeki sorumluluğunuzu, ihmalinizi, hatalarınızı daha sarih, saha açık, daha samimi kabullenmeden ve gereklerini de ifâ etmeden inandırıcılık sorununuz bitmeyecektir…
Ve böyle giderse daha çok Necmeddin Öğretmenlerimizi hayatlarının baharında toprağa vereceğiz…