Karanlık bir ufuk turu
Aslı Aydıntaşbaş 01 Ocak 1970
Tarihi bir dönemden geçtiğimiz, Birinci Dünya Savaşı arifesindeki dünya konjonktürüne benzeyen bir sürecin içinde olduğumuz, son dönemde sık sık yazılıyor.
Ben de buna inananlardanım. Dünya savaşı olmasa bile, her şeyin güllük gülistanlık gitmeyeceği, şu ya da bu biçimde bizim kuşağın da bir cins global savaşa tanık olacağını düşünenlerdenim.
Neden? Gelin hızlı bir dünya turuna çıkalım.
Asya’da yükselen ve silahlanan bir Çin ve Hindistan var. Rusya, Soğuk Savaş parametrelerine geri döndü ve artık Ortadoğu’da da söz sahibi olmak istiyor. Kuzey Kore, serseri mayın. Keza Donald Trump da öyle. ABD’nin ekonomik gücü zayıflarken beraberinde Avrupa’yla ilişkileri ve “Batı değerler sistemi” denilen açık toplum demokrasisini koruma iştahı da azalıyor. Ortadoğu’da bir asır önce Sykes Picot anlaşmasıyla çizilen ulusal sınırlar buharlaştı; yerine yeni dinamik olarak ulus-devlet sınırlarını tanımayan mezhepsel geçişkenlik ve yükselen bir Kürt varlığı var. Kürtler, hem Irak, hem Suriye’de de yükseliyor ve Ankara, bu yükselişin hamisi olmak yerine kendini buna karşıt konumlandırarak Türkiye’yi uzun soluklu ve baş ağrıtıcı bir angajmana hazırlıyor.
Daha henüz gelir eşitsizliği, radikal İslamcılık, IŞİD, Latin Amerika, Afrika’nın sorunları ve tüm dünyada diktatörlerin yükselişinin getirdiği ‘istikrarsızlık’ dalgasına değinmedim bile...
Hal böyleyken, mevcut global konjonktürden fazla istikrar beklememek lazım...
Yine de tarihin içinden geçerken, tarih okuması yapmak kolay değil. Sadece büyük trendleri okuyabiliyoruz; fakat o trendler de hızlı evriliyor. Beş yıl sonramuhtemelen IŞİD olmayacak; o zaman da şu anda adını bile bilmediğimiz bir başka örgüt ya da bir başka tehditten söz ediyor olacağız.
Tabii öngörülebilen durumlar da var. Bunlardan biri, Ortadoğu’da Kürtlerin yükselişi ise, diğeri de Almanya’nın Avrupa’da yükselişi, Avrupa’yı kendi etrafında ‘toparlama’ konusunda artan özgüveni.
Malum, İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya, ciddi bir tarihi yüzleşme yapmış ve kabahatini tüm dünyanın önünde kabullenmişti. Aradan geçen dönemde, uluslararası camianın sorumlu bir üyesi oldu, ancak hep geride durdu. Ne askeri, ne de ekonomik olarak öne çıkmadı, Avrupa’nın liderliğine soyunmadı.
Fakat Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nden (ECFR) Mark Leonard, bu trendin değiştiğini söylüyor. Leonard çarpıcı bir analizinde, Almanya’nın ‘iki büyük tarihi kompleksini’ (liderlik etmeme, askeri harcama yapmama) artık yendiğini, yeniden kendini bir güç olarak tanımlamaya hazır olduğunu söylüyor. Türkiye’ye yönelik tutumun sertleşmesi, tüm Avrupa için mülteci anlaşması yapmak, Çin’le gelişen ekonomik ilişkiler ve Angela Merkel’in Trump’a yüksek sesle itiraz etmesini, hep bu yeni özgüvenin bir parçası olarak okuyor.
Almanya hâlâ savunma harcamalarına bütçeden sadece yüzde 1.2 ayırıyor. Ancak Leonard’ın dediğine göre, Almanya’daki müesses nizamda ‘güç kullanımı’ konusundaki görüş değişmeye başlıyor. İkili askeri anlaşmalar dışında, Almanya Afganistan’dan Mali’ye uluslararası operasyonlarda daha aktif roller almaya başlamış. Türkiye’yle yaşanan İncirlik tartışmaları da cabası...
Dedim ya dünya değişiyor. 10 yıl öncesinin güç dengeleri yok karşımızda. 10 yıl sonra da ne olacağını bilmiyoruz. Belki de ileride dönüp baktığımızda, 90’ların sonunda başlayan ‘liberal demokrasi’ akımını, nostaljiyle anacağız.
Yerine, 19’uncu yüzyıl sonundaki güç dengelerine benzer sert ve tehlikeli bir dünya tablosu çıkacak...