Enis’i bırakın da İçişlerine bakın
Murat Yetkin 01 Ocak 1970
Acaba birileri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a yanıltıcı bilgi mi verdi de Enis Berberoğlu’nun hapisten “Buradan çıktım, çıktım. Çıkmadım, açıklamalarda bulunacağım” diye Kemal Kılıçdaroğlu’nun tehdit ettiğini söyledi?
Çünkü Berberoğlu dün bir yazılı açıklama ile “hukuksuz bir şekilde” iki aydır bir koğuşta tek başına yaşadığını, ailesi dışında yalnızca ziyaretine gelen avukatları ve CHP milletvekilleriyle görüştüğünü, neler görüştüğünün de onlardan sorulabileceğini vurguladıktan sonra şunları söylemiş:
- “Adaletin tecelli etmesi engellenebilir, hukuken aklanmam gecikebilir, çektiğim eziyet uzayabilir. Ama hiçbir halde benden suçlu, iftiracı ve ortada bir suç olmadığı için itirafçı çıkmaz.”
Bu durumda ortada üç ihtimal kalıyor. Ya CHP milletvekilleri Enis’in olmadığını söylediği bir şeyi varmış gibi etrafta konuşuyor, ya cezaevi idaresi Adalet Bakanlığına kendisinin olmadığını beyan ettiği yönde bilgiler rapor ediyor, ya da bunların hiç biri olmadan Cumhurbaşkanının çevresindeki birileri bunu üretiyor, ortalığı karıştırıyor.
Çünkü bu iş yalnızca Enis Berberoğlu’nun “eziyetini uzatmakla” kalmaz, ucu ana muhalefet CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun hapse atılması girişimine dek varabilir, o da ne Cumhurbaşkanı Erdoğan, ne de Türkiye için gurur verici bir gelişme olur. Zaten HDP eş-genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın hapiste olduğu ortamda ne Türkiye, ne Cumhurbaşkanı Erdoğan muhalif liderlerin hapiste tutulduğu bir ortama layık görülmeli.
Burada Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'e düşen bir söz de olabilir.
Ancak şu sıralar Türkiye’de çok tuhaf başka şeyler de oluyor ve onlar da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun görev alanına düşüyor.
Üç örnek vereceğim.
Birincisi, son zamanlarda Türkiye’nin en çok canını yakan olaylardan birisi; 15 yaşındaki Eren Bülbül’ün PKK’lı militanlarca 12 Ağustos’ta katledilmesi olayı. Bu cinayete toplumun her kesiminden anında tepki yağdı.
Ancak dün İçişleri Bakanlığı ailenin şikâyeti üzerine bir soruşturma başlattı. Ortada bir terörizm ihbarı vardı. Nasıl olup da korumasız, silahsız bir çocuk jandarmalar tarafından o ortama götürülebilmişti? Kurallar uygulansa götürülmemesi, hayatının tehlikeye atılmaması gerekiyordu.
En azından soruşturma açıldı, o da bir şey. Tabii PKK’lıların nasıl olup da Karadeniz’in sahil dağlarına kadar fark edilmeden gelebildiklerinin sorgulanması sonraya kalıyor. Ama o soru unutulmuş değil.
İkincisi, 13 Ağustos gecesi İstanbul’da yaşanan bir başka vahim gelişmeye dair. İstanbul polisi IŞİD militanı olduğu kuşkusuyla henüz adı açıklanmayan bir kişiyi gözaltına alıp, polis aracıyla Vatan Caddesindeki İl Emniyet Müdürlüğüne götürüyor. Ancak zanlı, araçtan indirilirken birden yanındaki polis memuru Sinan Acar’ı bıçaklıyor. Polisler zanlıyı olay yerinde öldürüyorlar, ama Acar ne yazık ki kurtarılamıyor, şehit düşüyor.
Sosyal medyada tepkiler hemen başladı: Daha bir gün önce, Gezi protestoları sırasında, o da 15 yaşında öldürülen Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan, yine İstanbul’daki bir protesto gösterisinde gözaltına alınırken kolu kırılmış ve o haldeyken ters kelepçe takılmıştı. Acaba bu tehlikeli IŞİD zanlısı gözaltına alınırken üstü aranmamış, kelepçe takılmadan mı polis aracına alınmıştı?
Cevap veremiyoruz, çünkü olayın ayrıntıları üzerine yayın yasağı getirildi. Sadece İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, şehit polis memurunun cenaze töreninde, öldürülenin uluslararası çapta aranan bir terörist olduğunu söyledi. Bu tehlikeli terör zanlısının neden –hiç değilse- yaralı olarak tutulup, sorguya alınma yoluna gidilmediği için de belki bir soruşturma açılır.
Üçüncüsü, 12 Ağustos akşamı İzmir’deki bir olaya ilişkin. İki genç kadın yolda taciz edildikleri şikâyetiyle doğal olarak polise başvuruyorlar. Aldıkları cevap, “Bu kıyafetle gezerseniz, az bile” türünden, kadın düşmanı, saldırgan ve küstah bir karşılık oluyor. Kadınlardan birisi şikâyetinde ısrarcı olunca, belli ki etrafında yalnızca tek tip kadın görmeye alışmış ve diğerleri hakkında çarpık önyargılara sahip polis memurlarından birisi tarafından darp ediliyor.
Allah’tan kadınlar şikâyetlerinden vaz geçmeyip duyulmasını sağlayınca etraftaki bir güvenlik kamerasından her şey saptanmış. İzmir Emniyeti polisler hakkında soruşturma başlatmış. Bakalım sonucu ne çıkacak?
Bu örneklerden çıkan sonuç şu: İçişleri Bakanlığına bağlı olarak çalışan polis ve jandarma asayişten, insanların can ve mal güvenliğinden, huzurundan sorumlu ama başta kendi kurallarına uymuyorlar, ya da kuralları uygularken insanlar arasında kendi meşreplerine göre ayrımcılık yapıyorlar.
Bunun çeşitli nedenleri olabilir. Belki kısmen 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal ortamında sürekli terörle mücadele etmenin getirdiği yorgunluk ve dikkat dağınıklığındandır.
Belki kısmen darbenin arkasında görülen Fethullahçıların devlet dairelerinden temizlenmesi ile ortaya çıkan deneyimli güvenlik görevlisi açığı söz konusudur. Belki kısmen komuta-kontrol zincirinde aksayan bir şeyler nedeniyledir. Belki kısmen personele kişi hak ve hürriyetleri konusunda düzgün eğitim verilmemesi, ya da veriliyor olsa da denetlenmemesinin payı vardır.
Bu sebeplerin hangisinin bu can yakan sonuçlara yol açtığı vatandaşı ilgilendirmez. Sebeplerini bulup çıkarmak hükümetin sorumluluğundadır.
Bir şeyler yolunda gitmiyor, doğru tedavi için doğru, teşhis, doğru teşhis içinse doğru bilgi gerekiyor.