‘El-Adl’den kopulunca ‘Atlet’ dile dolandı!
Tayfun Atay 01 Ocak 1970
2013’te Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Türkiye’deki etnik çeşitlilik üzerine kurumun tavrını netleştirmeyi arzuladığı bir çalıştaya davet edildim. Din antropolojisi çalışan bir sosyal bilimci olarak ve tabii “Din Hayattan Çıkar” başlıklı çalışmam doğrultusunda! İnanır mısınız, çalıştayın açılış konuşması bu kitabımdan bir alıntıyla noktalanarak ilk söz de bana verildi!..
Çalıştay yararlıydı ama belli fikri uyuşmazlıkları ve bakış açısı buluşmazlıklarını da açığa serdi.
Tartışmalar dönüp dolaşıyor, farklı etnik, dinsel, “etno-dinsel” oluşumlar arasında adalet terazisinin nasıl işe vurulacağında düğümleniyordu.
Katılımcı bir başka sosyal bilim profesörü, “Adalet denince ne anlamamız gerektiği bellidir” dedi ve devam etti:
“Ben adaletten ‘El-Adl’i anlarım.”
Arapça “adl”, (bizde yaygın formuyla “adil”) sözcüğünün tarafsız, eşit, hak gözeterek davranmayı/davrananı tanımladığını biliyoruz. Fakat “El-Adl”, Allah’ın güzel isimlerinden biri; sınırsız ve sonsuz adalet sahibi, mutlak adil, her şeye ve herkese adaleti şamil anlamında kullanılan…
Dolayısıyla, “Adaletten ‘el- Adl’i anlarım” deyince bir coğrafyada farklı kültürel, etnik, dinsel kimlikler arasında adalet anlayışınızı tek bir din temeline oturtmuş oluyorsunuz.
***
Kültürel (ve de “nominal”) olarak nüfusunun çoğunluğu Müslüman addedilse de siyaseten ve hukuken laik (ve çokkültürlü) Türkiye toplumunda adaletten “El-Adl”i anlamak, bize göre sorunlu, hatta sorunun esasını oluşturan bir durum.
Bunun tartışmasına Çanakkale’de dün başlayan CHP Adalet Kurultayı’nın bugünkü “İnançta Adalet” panelinde girmeye çalışacağım. Sonrasında yine bu köşede görüşlerimi daha geniş bir paylaşıma açmayı hedefliyorum.
Fakat bu yazıda sözü getirmek istediğim nokta başka.
Bugün Türkiye’de yukarıda kaydedilen pozisyon doğrultusunda hüküm süren bir iktidar var. Onun kadroları ve lideri için de adalet, güya “El-Adl”!..
Peki, yıllardır önümüze konan “dinle oynama” (dinbazlık) pratiği ne ölçüde “El-Adl”e hitap etmekte acaba?..
Pek çok örnek var, “Bakara- Makara”dan “ayakkabı kutuları”na kadar da biz günlerdir herkesin konuştuğu, bazı iktidar yandaşlarına bile “Bu kadar olmaz” dedirten en tazesini aktarmakla yetinelim:
Telefonunda ByLock olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan Konyaspor Başkanı serbest bırakılırken gazetemiz yazarı Kadri Gürsel, kendisi kullanmamakla birlikte telefonunda ByLock olan kişiler kendisine mesaj atmış gerekçesiyle hâlâ tutuklu. Üstelik Kadri 24 Temmuz’daki duruşmada çıktı bu iddiaları bir bir çürütmekle kalmadı, birer komedi malzemesine dönüştürdü. Ama hâlâ içerde.
“El-Adl”den de mi korkmazsınız diye sormak gerekiyor!..
***
Durum bu olduğu için Türkiye’de “Hak, Hukuk, Adalet” çığlıkları atılmaya devam ediliyor. Dün yollarda, bugün Kurultay’da…
Hepimiz biliyoruz ki “Allah” diye diye çıkılan yolda “nefs”lere teslim olundu, “El- Adl” unutuldu.
Giderek “Korku, dağları bekler” olunca adalet de “hak getire” oldu.
Zaten o yüzden, CHP Genel Başkanı’nın gayet veciz sözüyle, siz adalet dedikçe “atlet” der oldular!..
40 derece sıcakta kan ter içinde sürdürdüğü bir eylemin arasında Kılıçdaroğlu’nun kızıyla karşılıklı yemek yerken atletli oturuşuna taktılar.
Kasıtlı verilmiş, sonra da servis edilmiş bir “poz”muş.
Biz öyle pozlar gördük ki!..
Samimi bir dindarın ibadetini seyir malzemesi yapması hiç söz konusu olamazken “
Çanakkale Şehitleri” anması diye kameralar önünde şehitlikte dua edilip sonra da bu tüm ekranlara servis edilmedi mi mesela?! İki yıl önce… Hem de 7 Haziran seçim sürecine girilmiş bir zamanda ve siyasi partilerin “reklam cıngılları” ortalıkta dolaşırken!.. “
Çanakkale”yi, şehitleri, mezarları fon yapıp “dua pozu” verenlerin, kızıyla mütevazı bir sofrada yemek yiyen bir lidere lâf etme hakkı olabilir mi?..
Bakın, adalet burada da yok!..
Bunları dün Çanakkale Şehitlik Abide’sinde, “reklam olsun” diye değil, hakiki ve samimi dualarla açılan Adalet Kurultayı’nda bugün tartışmaya devam ediyor olacağız!..