MOZAİK’ten ÇİÇEK BAHÇESİ’ne TÜRKİYE
Hasan KAYIHAN 22 Mayıs 2007
T.C.’nin Sayın Başbakanı, „aydın“ etiketli bir yığıntı kümesini kabul ederek görüştükten sonra Türkiye’ye yönelik vatan hainlerinin sürdürdüğü kaatil hareketlerinin tahlil ve teşhisini keşfettiklerini Diyarbakır’da bütün dünyaya ilân etti: „Bu sorun, Kürt sorunudur!“
Bu kadar öz ve yalın…
Başbakan, bu yaklaşıma karşı çıkanlara öfkelendikçe, bu „öz ve yalın“ özdeyişinin altını doldurmak ihtiyacı da hissetti ve doldurdu: Bu memlekette Kürtler var tabii, Çerkezler de var, Rumlar da, Ermeniler de, Lazlar da… „Türkler de“ dediğini duymadığımdan eminim ama, Gürcüler de deyip demediğini bilmiyorum. „Secaat arzederken kıpti merd-i sirkatin söyler.“ Sayın Başbakanın bu sözlerine başta Türk Milliyetçileri, askerler, Şehit Anaları olmak üzere benim garip milletimin çoğunluğu kadar Oktay Ekşi gibi pişkinler bile bozuldular; oysa ben şaşırmadım ve bozulmadım, kırk yıldır Türkiye siyasetini yakından gözlemleyen biri olarak ne şaşırdım ne de bozuldum!
Rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti, Sayın Geç-Başbakan’ın feyz aldıkları Er(ken baş)bakan’ın siyasi yığıntısına bir zamanlar üç gün süren bir misafirlikten döndüklerinde, „bunlar, Babil Kulesi gibi,“ demişti; öyle ya Babil Kulesi’nde sadece kum ve çakıl değil, ot da var kök de, çer de var, çöp de… Babil Kulesi’nde pişen kafaların dünyaya Babilvâri gözlerle bakmalarından tabii ne olabilirdi ki?
İhanet kalkışmasını, fakirlik ve hürriyetsizlik düzeyine indirgemeye kalkışanlara çanak tutan bu yaklaşım biçimi, Türk siyaset sosyolojisinin ilk kez karşılaştığı bir çıkıntı değildir; bir zamanlar Türkiye’ye Bizans gözlüğünden bakanlar da çıkmış ve „Türkiye bir mozaiktir,“ demeye niyetlenmişlerdi; ancak, o zamanlar Türkiye’nin Bir Alparslan Türkeş’i de vardı; sırtını milletine dayayıp masaya yumruğunu indirmiş, o tok ve erkek sesiyle haykırmıştı: „-Ne mozaiği bre?“ Şehitleri ve gâzileri, gelmiş ve geçmişleriyle barışık bu ses, Mozaikçilerin pılısını pırtısını toplayıp kendilerini ait oldukları teneşir tahtalarına yeniden çivilemelerine yetmişti. Görünen o ki, Türkiye ufuklarını tekrar puslu akşamlar bürümeye başladı ve işte yabansı beyinlerde barınan Drakula gene hortladı.
Sizi bilemem, ama ben atalarımın Misak-ı Millî sınırları içine nice kan ve gözyaşı dökerek kazandırabildikleri Diyarbakır’da AB komiserlerini karşılayan kalabalıkların yarısını bile toplayamayan Sayın Başbakan’ın „Kürt sorunu“ özdeyişlerini dünyaya, (yoksa ABD’nin Güney Kürdistan Eyaleti’ne mi?..) haykırışlarına hiç şaşırmadım; biliyorum, benim Misak-ı Millici bir kişiliğe sahip olduğumu bilenlerin bu satırlarımı okuyunca asıl şaşırdıkları ve merak ettikleri konu, bu „şaşırmayışım ve tepkisizliğim“ olsa gerektir.
Neden şaşırayım ki? Neden tepki göstereyim ki?
Eğer birileri kalkar ve bu memleketi mozaikleştirirlerse, bir diğerleri mozaikten daha nazik, daha cılız, daha yumuşak, daha kolay bozulur, daha çabuk dağılır, daha fazla türe, cinse, cibilliyete, renge,tona, kokuya sahip olan bir çiçek bahçesi olarak gösterirlerse; ve basiretsiz, ve çapsız, ve dirayetsiz, ve ufuksuz, ve ülküsüz davranışlarıyla o çiçek bahçesinin başına Babil Kulesi’nden arta kalan birilerinin bahçıvan olmasının önünü açarlarsa; hele hele Alparslan Türkeş’in koltuğunda oturan o birileri, binlerce ülkücünün uğrunda can verdikleri „Türk“ tanımını sulandırır ve „Türk Milliyetçiliği, Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk sayar…“ gibi aziz atalarımın cehennem ateşlerinden bir bölümünü ancak kurtarabildikleri aziz vatan topraklarının dışında serpilip kaldıkları için „Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı“ olma şansı bulamayan „öz be öz Türk kızlarını, Türk oğullarını“; kendi iktidarları dönemimde cesaret edip „Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı terkedilemez,“ maddesini Anayasa’ya ekleyemedikleri için çifte vatandaş olamayan ve Alman, Fransız, İngiliz, Hollanda, Belçika vatandaşlığına mahkûm edilen Anadolu’dan kopup gelmiş „öz be öz Türk kızlarını, Türk oğullarını“ dahi bu tanımlamalarıyla „Türk saymayan“ çağdaş(!) Türk milliyetçilerine terbiyesi izin vermediği için hâlâ „ağabey“ demeye devam eden ben, üstelik „boynuz kulağı geçer“ atasözünün ne anlama geldiğini iyi bilen ben, „kürt sorun/cu“ bir Başbakan’a nasıl şaşırabilirim, nasıl tepki gösterebilirim ki? Ama şunu söyleyebilirim… Benim Milletim Türk’tür; herşeye ve herkese rağmen, her zaman ve dâima Türk’tür!
Bu sözüme katılmayan aykırılar, eğer adamsalar, önce, „Şüheda’ya sorsunlar!“