Tarihi bozmak
Taha Akyol 01 Ocak 1970
30 Ağustos akşamı CNN Türk’te yaptığımız özel yayında tarihçi Mehmet Alkan ve ben, Milli Mücadele’nin oluşmasında sivil “kongreler”in önemini vurgulamıştık. Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkmadan önce Doğu Anadolu ve Batı Anadolu ağırlıklı olmak üzere 13 milli ‘cemiyet’ kurulmuş, bunlar kongreler yaparak işgallere karşı direnişi ve mahalli yönetimleri düzenlemişlerdi.
Bu mahalli ‘cemiyet’ler, Erzurum ve bilhassa Sivas kongreleriyle bütün ülkeyi kapsayan bir “Milli Hareket”e dönüşecek, Ankara’da açılan Meclis de meşruiyetini “temsil” kavramından alacaktı.
Günümüzdeki özgürlük ve demokrasi tartışmalarının tarihi zemini bakımından son derece önemlidir bu konu.
KONGRE KÜLTÜRÜ
Kurtuluş Savaşı’nın askeri tarafını orduda, sivil ve sosyolojik tarafını ise “kongreler”de görürüz. Merhum Prof. Bülent Tanör “Kongre İktidarları” adlı değerli eserinde çeşitli tarihlerde yapılmış tam 30 kongreyi anlatır.
Şu soru çok önemlidir: Milli Mücadele’nin temelindeki “kongre” ve “temsil”kültürü toplumda nasıl oluşmuştu?
Bu sorunun cevabı, “Meşrutiyet”tir.
Demokrasinin temel kavramları olan anayasa, temsil, seçim, milli irade, kongre, hürriyet, eşitlik, kuvvetler ayrılığı prensiplerini ilk defa Meşrutiyet devirlerinde öğrendik.
Temmuz 1919’da Balıkesir Kongresi’nde komutanların yetkilerini kötüye kullanması halinde ne yapılacağı tartışılırken Salihli Delegesi Zahid Molla “Her kim ki kuvvet alırsa insan doğası gereği bunu suistimal eder” diyerek askeriye üzerinde kongre denetimini savunmuş, “denetim ve denge” ilkesini hatırlatmıştı.
Bunu aktaran Prof. Bülent Tanör şöyle diyor:
“Kasabalı bir din adamının ağzından çıkan bu sözlerin Montesquieu’yü hatırlatmaması imkânsızdır.” (s. 167)
GÜCÜ DENETLEMEK
19. asırda liberal Lord Acton şöyle demişti:
“Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar!”
Onun için güçler bir elde toplanmamalı, birbirini denetlemeli ve dengelemeliydi.
Öyle ki 1789”de Fransızların yayınladığı İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi’nin 16. maddesi şöyleydi:
“Güçler ayrılığı yoksa, anayasa da yoktur.”
Çünkü, güçler ayrılığı yoksa anayasada yazılı hak ve hürriyetler kâğıt üzerinde kalabilirdi.
Bu madde, bildiriye Thomas Jefferson’un tavsiyesiyle konulmuştu.
Jakobenler bu ilkeyi rafa kaldırıp “Kuvvetler birliği”ni kabul edeceklerdi. Fakat Fransız toplumunda hürriyet fikri çok güçlü olduğu için Fransa kuvvetler ayrılığı yönünde evrimleşti.
DÜNDEN BUGÜNE
Bizde?“hürriyet” fikrinin ve “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin öncüsü Namık Kemal’dir. “Namık Kemal nesli” bu kavramları Meşrutiyet dönemlerinde kitaplara, Meclis zabıtlarına, gazetelere yazdı, Mülkiye ve Hukuk mekteplerinde ders olarak okuttu...
Onun için Mustafa Kemal ve arkadaşları Milli Mücadele’de “milli irade; milli hâkimiyet, kongre, meclis, seçim” ne demek diye anlatma ihtiyacını duymadılar.
Milli Mücadele döneminde “kuvvetler birliği” zorunlu idi.
Fakat Tek Parti devrinde de kuvvetler birliği ilkesi güçlendirildi.
Bizim evrimimiz de kuvvetler ayrığı yönünde olacaktır.
Tarihi böyle okumak yerine, siyasi kutuplaşmanın zihinleri betonlaştıran etkisiyle “bizden-sizden” şablonuyla okuyoruz, tarihi de bozuyoruz.
Bu yüzden tarihimizin hürriyet mücadeleleri ve kuvvetler ayrılığı mirası kimsenin aklına gelmiyor.
Gelmez tabii!
Hak ve hürriyetlere ilişkin felsefi ve hukuki temel kavramlar bir tarafa, bugün kendi bünyesinde gerçekten “kongre” yapan kaç partimiz var?!