Hz. Hatice annemiz
ONK. DR. HALUK NURBAKİ 01 Ocak 1970
Elestin hamd ânında Efendimize en yakın gönül pınarı Hz. Hatice annemizdir. İlâhi takdir kompüterinden Mekke'de bir hikmet noktasına Efendimizden on beş yıl önce ışınlanmıştı.
Mekke'nin bu nâzenin ve güzeller güzeli sultanı, çağları değiştiren Fahr-i Kâinata en ve muhatap olma şerefi ile yola çıkmış, mânâ âlemine altın çivilerle yazılmıştı. Yine mânâ bilimlerinde Hz. Hatice annemizin dünyadaki kader görüntüsü mutluluk çağının en önemli hikmeti olarak bilinir.
Şimdi gönül penceresinden, Efendimizden sonra insanlığın en yücesi, mübarek annemizi seyretmeye çalışalım:
Efendimiz 24 yaşında idi.
Hatice annemiz ise, 39 yaşında dul, nâzenin bir hanımefendi idi. Aynı zamanda Efendimizin akrabası idi. Merhamet dolu kalbi kadar derin bir güzelliğe sahipti. Fizik çizgileri ardında bakışlarındaki mânâ dolu güzellik hemen fark edilirdi. Yüzlerce evlenme teklifini:
— Evlenmeyi kesinlikle düşünmüyorum, beyanı ile reddediyordu.
Herkes ona hayrandı. Fakat kimse onun gönül kalesi önünde hayranlıktan öte geçemiyordu.
Mekke'nin hattâ Arap Yarımadası'nın en büyük nakliye şirketine sahipti, bu yüzden de çok zengindi. Hatice annemizin mal varlığını ve kervanlarını bugünün ölçüleri içinde büyük bir nakliye şirketi olarak mütalâa edersek, yaklaşık olarak 50 milyarlık bir serveti temsil etmekteydi.
Şam'a giden büyük bir ticaret kervanının başına görevli olarak talip olan Efendimiz, kısa bir sürede Hatice annemizin itimad ve takdirini kazandı. Hatice annemiz onu, bugünün tanımı ile şirketler grubuna genel müdür tayin etti. Kısa süren bu gelişme Hatice annemizin tüm dünya güzelliklerine kapalı olan gönlünü Efendimizin aşkı ile dolduruverdi.
Fahr-i Kâinat Efendimiz, Şam'a kervanları götürünce, Hatice annemiz dama çıkar, o gelene kadar hasret şarkıları okurdu.
Mânâ ilimlerinde Allah'ın çok sevdiği üç beste nakledilir. Bunlardan biri, Şeyma annemizin Efendimize bestelediği Muhammed kasidesi, ikincisi Hicret'te Efendimiz beklenirken, Medineliler'in söylediği ünlü Hicret şarkısıdır. Bu besteler, yüzyıllar sonra mânâ ehlinin zaman perdesinden yakalayıp bize naklettiği ve öğrettiği şarkılardır.
Üçüncü beste ise, Hatice annemizin Efendimize sunduğu hasret şarkısıdır ki, Allah'ın gayp âleminde gözlenmiş, Efendimizden başkası onu dinleyip duymamıştır.
Ve birgün Hatice annemizin yüreği bu sevdaya dayanamadı. Efendimizi, Hz. Ebû Talib'den istemeye karar verdi. Hz. Hatice annemiz, arkadaşı Münye kızı Nefise'ye durumu açınca, Nefise:
— Aman ya Hatice, bu tarz bir evlenme teklifi ne Arap âleminde, ne de dünyada görülmüş olay değildir, elâlem bi¬ze ne der? diye mani olmak istedi.
Fakat güzeller güzeli, nazlılar nazlısı Hatice annemiz:
— Herkes ne derse desin, benim bu aşka tahammülüm kalmadı, buyurdu.
Tüm mânâ ilmine altın çivilerle bir yeni mânevi yasa böylece yazılmış oldu. Mânâ ilimlerinin temeline geçen bu kural aynen şöyle ifade edilmektedir:
«Allah ve O'nun sevgilisi Fahr-i Kâinat adına yapılacak fedakârlıklarda sınır yoktur. Hele çevrenin yargılarından çekinmek kesinlikle yasaktır. Formül: elâlem ne derse desin, yasasıdır.»
Allah, Hz. Hatice'nin sevgisine uygun bu davranışını öyle sevdi ki, yeryüzünün en mutlu ve muhteşem yuvasını takdir edip kurdu. Böylece Kâinatın Fahr-i Ebedîsi, Hatice annemizle evlendi. Bu olay İslâm Dîni'nin temel dayanaklarının en önemli temelini teşkil etti. Yeryüzünün en şerefli siyasi ve sosyal hareketi olan İslâmiyet böylece bir yandan büyük bir maddi dayanağa sahip olurken, daha önemlisi Hatice annemizin Efendimiz üzerindeki akıl almaz ihtimam ve şefkati ile güçlendi.
Hz. Hatice annemizden söze başladıktan sonra satırların sınırına bağlı kalmak gerçekten pek kahredicidir. Ne çare ki, Hatice annemizin Efendimiz üzerindeki şefkat ve ihtimamına örnekler vererek bir başka perdeye geçmek zorundayız.
Hatice annemiz Efendimize karşı öylesine sevda dolu bir duygu beslerdi ki: Fahr-i Kâinat Efendimiz dîni telkin için Mekke sokaklarına çıktığı zaman, Hatice annemiz de:
— O güneşte dolaşırken ben gölgede oturamam, diyerek evin avlusuna çıkardı.
Efendimizin her soluduğu nefesi izleyerek âdeta o nefeste var olmak isterdi. Eliyle hazırladığı yemeklerde büyük îtina gösterir, her şeyin en güzelini ona sunmak için çırpınır dururdu.
Fakat daha önemlisi Efendimizin kalbi ile olan âhengi idi. Hatice annemiz, Fahr-i Kâinat Efendimizin en ufak bir üzüntüsünü anında hisseder, bir yandan onu gidermek için çaba sarf ederken, bir yandan da gönül güzelliği ile o üzüntüyü yok ederdi.
Fahr-i Kâinat Efendimiz, Kur'ân'ın gelişine mukaddem günlerde Nur Mağarası'nda murakabeye çekildiği zaman; Hatice annemiz O'na yemek getirip, sonra dönüp gidiyormuş gibi uzaklaşırdı. Kısa bir süre sonra dönüp bir taşın ardına gizlenerek saatlerce Efendimizi beklerdi. Buradaki incelik, Efendimizi, hiç rahatsız etmeden, onun muhteşem huzurunu bozmadan Efendimizi koruma zevki idi.
Böylesi içten, nazik bir ilgi Hatice annemizin gönlündeki aşkın bir parçası, ilâhi duygunun bir ihlâsı idi.
Hatice annemiz, evrenin gözbebeği Efendimizden altı tane nur topu yavru doğurdu:
Hz. Kasım, Hz. Zeynep, Hz. Rukiye, Hz. Fâtıma, Hz. Ümmü Gülsüm, Hz. Abdullah (Tayyip, Tahir).