Yargı bağımsız(mış)...
Aydın Engin 01 Ocak 1970
Baştan uyarayım, içimde bir his “Oğlum Aydın sen bu yazıyı daha önce de yazdın. Bu tekrar oluyor” demekte. Ancak eski Tırmık’ları tarayıp “Yazdım mı yazmadım mı” sorusuna cevap aramaya hiç niyetim yok. Yazmışsam bir daha yazıyorum; yazmadıysam ileride bir kere daha, yüz kere daha yazarım...
Biliyorsunuz, önceki gün beşi tutuklu gerisi tutuksuz tüm Cumhuriyet “sanıkları” yine duruşma salonundaydık. Bu kez Çağlayan Adliye Sarayı denen, yaz sıcağında “Çağlayan Hamamı”na dönmüş, AVM görünüşlü binada değil, Silivri “Mapusdamı” Kampusu’nun duruşmalar için yapılmış mahkeme salonundaydık.
Besbelli ki yüce devletimiz Silivri mapushanesi için parayı kıymış, geniş, rahat duruşma salonları, aksamayan ses düzeneği, sanıkların ve tanıkların daha iyi izlenmesini sağlayan dev boyutlu ekranlar ve iyi işleyen ve hatta fazla işleyen klima sistemi (Nitekim şifayı kapıp nezle oldum, burnuma mendil yetiştiremiyorum) bulunan bir bina kondurmuş.
14 saat 40 dakika süren bir duruşma maratonu yaşadık. Tutuklu arkadaşlarımızla birkaç metre uzaktan da olsa hasret giderdik, şakalaştık, gülüştük, çaktırmadan ağlaştık ve saatler gece yarısına iyiden iyiye yaklaşırken mahkemenin kararını dinledik: Tutukluluk hallerinin devamına, bir sonraki duruşmanın 25 Eylül’de yapılmasına...
Öfkemizi bastırdık, -herhalde kaçmasınlar diye- jandarmaların kollarına girip hücrelerine götürdüğü arkadaşlarımızı alkışlarla uğurladık ve evlerimize döndük...
Bir de...
Bir de Türkiye’de yargının bağımsız olduğuna bir kez daha gözledik, tanık olduk ve inandık.
AKP Başkanının her fırsatta yinelediği, Adalet Bakanlığı’ndan Başbakan Yardımcılığına terfi etmiş, o çok sevimli siyasetçinin hep altını çizdiği “Türkiye’de yargı kesinlikle bağımsızdır” açıklamaları önceki günkü Cumhuriyet duruşmasında bir kez daha doğrulandı.
Evet: Türkiye’de yargı bağımsızdır...
Adaletten bağımsızdır...
Saçma bir cümle oldu mu dediniz?
Haklısınız (gibi).
Öyle ya “Adaletten bağımsız bir yargı” cümleciği yumurtasız omlet gibi bir oksimoron, yani zıt iki kavramı buluşturma... Sıcak buz, köşeli daire, özgür esir gibi...
Ama oksimoron moksimoron, bu bir gerçek. Yaşadığımız, tanık olduğumuz bir gerçek...
***
Adalet insanlığın varoluşundan beri peşinde olduğu, ulaşmak için çabaladığı, mücadele ettiği, iyi kötü, az çok kazanımlar elde ettiği bir... bir... Bir ütopya. (Ütopya sözcük anlamıyla kavranamasın. O sadece “olmayan ülke, ideal ülke” olarak değil, erişilmek istenen ilke, hedef, düzen olarak da kavranabilir).
Adaleti sağlamanın aygıtı hukuk. Her toplum kendi hukukunu yaratır. Bu ilke olarak adalete hizmet etmek üzere tasarlanmıştır, oluşturulmuştur.
Hukuku günlük yaşamda ete kemiğe kavuşturmanın aracı ise yasalardır. Yasaların ilke olarak hukuku, hukuk üstünden de adaleti sağlaması beklenir, hedeflenir.
Bu kaba, dolayısıyla yanlışlar da taşıyan özeti bugünün Türkiye’sine uyarlayın bakalım.
Bir “ayna” niteliği taşıdığı için Cumhuriyet davasına uyarlayın bakalım. Cumhuriyet davasının iddianamesinden başlayın, önceki gün verilen ara karara kadar uyarlayın bakalım.
Yazılan iddianame de, açılan dava da, yürüyen mahkeme süreci de kanunlaratümüyle uygun. Var olan, yürürlükteki hukuk sistemi açısından bakarsanız, ona da uygun.
Peki “adalet”e uygun mu?
***
Cumhuriyet davası aynasında kesinlikle inandım, iman ettim ki Türkiye’de yargı adaletten artık ve neredeyse tümüyle bağımsızdır...
Buna boyun eğmek, kabullenmek ise yenilginin ta kendisidir, adalet için mücadeleden vazgeçmektir.
Biz “içerideki” ve “dışarıdaki” Cumhuriyet çalışanları böyle bir yenilgiyi ne kabul ederiz ne var olan “adaletten bağımsız yargı”ya boyun eğeriz.
Bugünlük yazıyı burada noktalayalım.
Sonrası nasıl olsa gelecek...